1 Ekim 2011 Cumartesi

Karayılan: Savaşı İsteyen Devlettir

Murat Karayılan: Bu Hükümet ve devlet Kürdistan Özgürlük Hareketi karşısında başarısız kalmaya mahkumdur. Kürt halkını teslim alamaz ve eskisi gibi yönetemezsiniz. Kürt halkı statüsüzlüğü kabul etmiyor.
 
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Kürdistan’daki yalan ve inkarın Türk devlet tarzı; Kürdistan’daki sömürgeciliğin de temeli olduğunu belirterek, „Batman olayında da devletin bu ezberi bozulmuş değildir. Bu insanlarımızı katletmiş, ancak inkar edip bizim üzerimize yıkmaya çalışmışlardır.
Başbakan tarafından bizzat bilinmesine rağmen, bu olay gerekçe yapılarak bütün basın-yayın organlarıyla birlikte hareketimize ve Kürt halkına karşı yoğun bir psikolojik savaş başlatılmıştır“ dedi. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Batan ve Siirt’teki olaylar bazı alınarak yürütülen karalama kampanyası, savaşın yeniden başlatılması ile ilgili manipülasyonlar, barışın koşulları, Blok vekillerinin Meclis’e dönüşü, Başbakan’ın tehdit ve tahrikleri ile ilgili soruları yanıtladı.

Batman’da 4 sivilin yaşamını yitirdiği olay ve sonrası hakkında neler düşünüyorsunuz?

 
Öncelikle Mizgin Doru ve 3 yaşındaki kızı Sultan Doru ile karnındaki 8 aylık bebeğinin yaşamlarını yitirmiş olmasından dolayı tüm Doru ailesine, köylülerine ve yine Batman halkına başsağlığı diliyorum. Yaralı olan Talat Doru ve kızına acil şifalar diliyorum. Bu olaydan iki saat sonra polisle girilen çatışma sonucu, teslimiyeti kabul etmeyip direnen, değerli militanlar Mahsum ve Bager arkadaşların ailelerine ve onların şahsında tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Ayrıca aynı gün polis tarafından kafasına sıkılarak infaz edilen Kürdistanlının da ailesine başsağlığı diliyorum.

 
Olay açıktır: Polisin bir ihbar alması sonucu kurduğu pusuya Talat Doru’nun arabası girmiş, polisler bu insanlarımızı katletmişlerdir. Olayın görgü tanıkları, oluş biçimi, yine HPG’nin konu hakkında yaptığı açıklama, olayın kesinlikle böyle geliştiğini ortaya koymaktadır. Ancak Türk devleti burada 1925’ten beri sürdürdüğü geleneğini devam ettirmiştir. Her defasında Kürt insanlarını öldürür; ardından da ya eşkıyadır-teröristtir der, ya kaçtı da vurduk der, ya kaçakçıdır der, ya da ben vurmadım PKK vurdu der. Veya kökten inkar eder; yalan söyler. Bu devletin Kürdistan’daki sömürgeci temeli yalana dayalıdır. Tarihin her döneminde Kürt halkını katliamdan geçirmiş ama sahip çıkmamıştır. Kürdistan’da yalan ve inkar, Türk devlet tarzıdır. Batman olayında da devletin bu ezberi bozulmuş değildir. Bu insanlarımızı katletmiş, ancak inkar edip bizim üzerimize yıkmaya çalışmışlardır. 

 
Başbakan tarafından bizzat bilinmesine rağmen, bu olay gerekçe yapılarak bütün basın-yayın organlarıyla birlikte hareketimize ve Kürt halkına karşı yoğun bir psikolojik savaş başlatılmıştır. Haksız bir suçlama ile hareketimiz, Kürt halkı ve Kürt siyaseti karalanmak istenmiştir. 

 
Devlet orada o gün 6 Kürt insanını öldürerek hoyratlığını ve katil gerçekliğini bir kez daha göstermiştir. Bu kadar yalan ve bu kadar gerçekleri ters yüz etme, ancak Türk sömürgeciliğinin karakteriyle izah bulabilir. Başka bir izahı yoktur.

 
Türk basınının bu tür yalan haberlerle koro halinde karalama kampanyasını sürdürmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 
Şu bir gerçek, artık Kürdistan’da klasik sömürgeciliğin ömrü bitmiştir. Fakat bunu sürdürmekte ısrar eden bir egemen, tekçi devlet zihniyeti vardır. Sömürgeci egemen ulus anlayışının Kürt halk gerçekliğini ve haklarını kabul etmeme durumu vardır. Onu eşit-özgür bir halk olarak görmeme, ulusal-demokratik haklarını tanımamada ısrar etme vardır. Bunu kim yapmaktadır? Birinci planda bugün AKP Hükümeti yaparken, ona eşlik eden egemen ulus basını yapmaktadır. Sadece yandaş basın değil, bir bütünen egemen ulus basını ısrarlı bir biçimde Kürt halkının haklı davasını karalamaya, gerçekleri çarpıtmaya, göz göre göre olay ve olguları ters yüz etmeye devam ediyor. 

 
Eğer Türk basını daha iki hafta önce Şemdinli’de yapılan bir eylem ardından 2 insanımızın Türk devlet güçleri tarafından kurşuna dizilişini, 2 köylününse havan saldırısına uğrayarak katledilmesini işleselerdi bugün Batman’daki katliamı polis işlemezdi. Bu nedenle Batman olayında bizzat basının sorumluluğu vardır. 

 
Türk basını bugün Kürdistan’da yürütülen psikolojik savaşın önemli oranda bir uygulayıcısı durumundadır. Aynen 1990’ların çizgisini takip etmektedirler. 1990’larda Mehmetçik basın deniliyordu; şimdi Poliscik basın.

Başbakan’ın hareketinizi ve tüm BDP’ye oy verenleri tehdit eden bir konuşması oldu. Buna ne diyorsunuz? 

 
Evet, Başbakan’ın hedef çerçevesini giderek genişlettiği görülüyor. Çünkü amacı sadece hareketimizi tasfiye etmek değildir. Dikkat edin, kendisi marjinalize etmekten bahsediyor. Yani amacının kitlemizi ve tabanımızı sindirmek olduğunu açıkça ifade ediyor. Hedefleri Kürt Özgürlük Hareketi’nin dayandığı kitle tabanını eritmektir. Onun için Başbakan bu konuşmasıyla aslında gerçek niyetini ortaya koymuştur. Yani sadece PKK’yle BDP’yi tehdit etme değil, aynı zamanda BDP’ye oy veren herkesin de bundan sorumlu olduğunu söyleyerek tehdit ettiği kesimleri açıkça ifade etmiştir. Başbakan şimdi Kürt halkıyla bir irade savaşı yürütmektedir. Bunun için bu halkın Önderliği üzerinde her türlü hukuku çiğneyerek bir tecrit uyguluyor; bu halkın Özgürlük Hareketi üzerinde havadan ve karadan saldırılarla yoğun bir baskı uygulamaya çalışıyor; yine kitleye yönelik yoğun bir polis baskısı, işkence ve tutuklama tehdidiyle sonuç almak istiyor. Sorun burada AKP’nin uyguladığı baskılar karşısında geri adım atılacak mı, atılmayacak mı sorunudur. Ancak ne bu halkın Önderliği, ne bu halkın Özgürlük Hareketi, ne de bu halkın kendisi ve siyaseti AKP’nin bu baskı ve şiddetine karşı asla ve asla geri adım atmayacaktır. “Ciğerim yanıyor, ciğerim” sözleriyle hamaset yapıyor, bununla siyasi sonuç almak istiyor ve doğru söylemiyor. Peki, bu süreci başlatan sen değil misin? Bu kadar saldırgan, öldürücü güçlerini ortalığa salmışsın, Kürdistan’ın taşına toprağına bombalar yağdırıyorsun; karşındaki insanın da yüreği yok mudur, ciğeri yok mudur? 

 
Tamam; gerilla güçleri Siirt’te bir hata yaptılar ama açıkça söylediler ve özür dilediler. Şimdi bu özürle alay ederek, “laubali biçimde özür dilemişlerdir” diyorsun. Senin yüreğin varsa yaptığın hatalar, güçlerinin yaptığı hatalar için buyur özür dile. İşte Batman ve Şemdinli olayları... Buyurun siz de yanlışınız karşısında Kürt halkından özür dileyin. Hayır. Çünkü siz egemen ulussunuz, egemen devletsiniz. Size göre Kürt halkı ölmeye müstahaktır, öldürülmesi revadır. Siz bu zihniyetle bu topluma yaklaşıyorsunuz. Ancak bu toplum artık sizin bu zihniyetinizi asla ve asla kabul etmeyecektir. Bir de kalkıp da “Kürt kardeşlerim PKK’ye karşı çıkmalıdır” diyorsunuz. PKK, Kürt halkının sinesinden çıkmış bir harekettir. Artık kimse sizin bu türden yalanlarınıza kanmayacaktır. Boşuna çaba gösteriyorsunuz, boşuna kan döküyorsunuz. Kan dökmekten vazgeçin. Çıkın meydanlara topluma açık söz verin: “Ben Kürt sorununu artık barışçıl yolarla çözmek istiyorum, bunun sözünü veriyorum” deyin. Kürt Halk Önderi’nin çağrısına cevap verin. Operasyonları durdurun. O zaman tek bir mermi patlar mı? Patlamaz. Niye bunu yapmıyorsunuz? Çünkü siz ırkçı-egemen ulus anlayışıyla soruna yaklaşarak Kürt halkının özgürlük haklarını tanımak istemiyorsunuz.

Başbakan bu sözleriyle bazı güçleri harekete geçmeye mi çağırıyor?

 
Mümkündür. Çeşitli çevreleri harekete geçirmeyi istemiş olabilir. Hiçbir Kürdistanlı kurum, kuruluş ve şahsiyet Türk devletinin Kürtleri birbirine karşı kullanma taktiklerine düşmemelidir. Ben Hizbullah’ın bile bu kadar şeyden sonra bu tür tezgahların içine düşeceğini pek sanmıyorum. 

 
Bu arada özellikle bir şeyi belirtmek istiyorum: Gerçek sivil Toplum Kuruluşları saygın bir yerde durmalı, hükümetin özel ve psikolojik savaşının etkisine girmemelidirler. Psikolojik savaşın etkisiyle ve araştırma yapmadan açıklama yapmanın bir anlamı yoktur. Sivil Toplum Kuruluşları tarafsız olmalı, olayların gerçeğini aramalı, kendi kaynaklarına dayanarak tespitler yapmalıdır.

Teröre karşı mücadele siyasi iradeyle de diyalog sözünden ne anlaşılmalı?

 
Sözüm ona Kürtleri parçalamaya dönük siyasi temsille diyalog, gerillaya karşı da mücadele. Bunu yemezler, çok sinsi bir taktik güya bununla Kürt cephesini ikiye bölecek. Zaten BDP temsilcileri hemen cevap verdiler. Yani Kürt halkı artık birliğini kuracak, birlik içinde bir duruş sergileyecek ve bu devlet de bu halk gerçekliğini görerek onlara karşı doğru yaklaşacak. Öyle parçalama, bölme, zayıflatma yöntemleriyle kendi sömürgeci anlayışını egemen kıldırma tutumundan artık vazgeçmelidir. Egemenlikçi tutum ve zihniyeti aşılamaması; çözümün zihniyetinin devlet ve hükümet katında oluşamaması asıl meseledir. Ama şimdi Başbakan tehditleriyle işte polis gücüyle, ordu gücüyle, bilmem ABD’den daha etkili ölüm silahlarını alarak sonuç almak istiyor.
Ben açık söyleyeyim: Bu konuda hiçbir sonuç alamaz; başarısız kalacaktır. Biz daha güçlüyüz. Kamuoyu karşısında açık söylüyorum: Bu hükümet ve bu devlet Kürdistan Özgürlük Hareketi karşısında başarısız kalmaya mahkumdur. Bizim dayandığımız dinamikler vardır. Biz halkımıza ve kendimize güveniyoruz.
Öyle çıkıp bazıları bize akıl vermeye de kalkışmasın. Biz hareket olarak 40 yıldır bu siyasetin içindeyiz. Türkiye’yi iyi tanıyoruz, siyaseti de iyi biliyoruz. Kendini savunma ve savaş sanatında kendimize güveniyoruz. Yok, PKK kendi ayağını vuruyor, yok akrep olmuş kendini sokuyor, yok yanlış yapıyor, yalan yanlış bilgi ve değerlendirmelerle kimseye akıl veremezsiniz. Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Artık Kürt halkını teslim alamaz ve eskisi gibi yönetemezsiniz. Kürt halkı statüsüzlüğü kabul etmiyor. Bu devlet Kürt halkına statüsüzlüğü dayatamayacak. Kürt halkı kimlik, kültür ve statü mücadelesini veriyor. Şimdi bir tarafta en üst düzeyde İmralı’da Oslo’da görüşeceksin ama öbür taraftan da bir sürü Kürt siyasetçisini içeri atacaksın! Bu Kürt halkına ve siyasetine yapılmış büyük bir hakarettir.

 
Sivil araçların fazla kullanmadığı, Polis Okulu’nun önündeki bir araca yanlışlıkla ateş eden gerillanın bu hatasını kullanarak Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni karalamaya çalışan bazı kesimler vardır. Bunlar, fırsatçı kesimlerdir. Halkımız bu fırsatçıların hepsini tanımalıdır. Kalkıp barışçıl kesilenler, bilmem şiddete karşı olduğunu söyleyenler bilmeli ki 18 yıldır biz barış yapmaya çalışıyoruz. Yıllardır barış diye diye dilimizde tüy kalmadı.
Onursuzluğu asla ve asla kabul etmeyiz. AKP hükümetinin Kürt halkına dayattığı onursuzluğu Kürt halkı kabul etmeyecektir. Kürt hareketi, Kürt liderliği kabul etmeyecek, bunun için direnecek ve kazanacaktır. Hiçbir devletin, hiçbir düzenli ordunun, hiçbir faşizan polis baskısının sonuç alamayacağı güçlü dinamiklere sahip bir konumdayız. Onun için halkımız, devletin ve Başbakan’ın tehditlerinden, tutuklamalardan çekinmemelidir.

Blok vekilleri Meclis çalışmalarına katılma kararı aldı. Bu kararın, bazı çevreler ve tabanın benimsemediği yönünde haberler geliyor. Bu konuyla ilgili neler diyeceksiniz? 

 
BDP öncülüğündeki Blok grubu kararını verdi ve bunu bir deklarasyonla halkımıza ve kamuoyuna açıkladı. Biz hareket olarak Blok grubunun almış olduğu bu karara saygılı yaklaşmanın doğru olacağını düşünüyoruz. Biliyorum, bazı yurtsever insanlarımız ve yine bir takım kurum yöneticileri, soğuk yaklaşmaktadır, saygı duyuyorum ama sorunun farklı boyutları da vardır. Kendilerinin deklarasyonla verdikleri söze ve almış oldukları karara güvenmek gerekiyor. Meclis’e giriş kararına soğuk yaklaşan arkadaşlar da bu çerçeveden düşünerek güçlü katılım sergilemeli ve destek sunmalıdır. 

 
Türkiye’nin gündeminde yeni bir anayasa yapma sürecinin bulunduğu bilinmektedir. Kürt sorununa anayasal çerçevede çözüm, Önderliğimizin ve hareketimizin temel amacıydı. Kürt halkının görüşünü yansıtmak ve gündeme taşımak, Türkiye toplumuna izah etmek açısından da Meclis platformunun doğru değerlendirilmesi gerekmektedir.

Savaşı kimin başlattığı konusu da halen geniş bir biçimde tartışılmakta...

 
Şu bir gerçek ki, Türk devleti her zaman Kürt hareketlerini değişik taktiklerle yanıltmış, kandırmış ve yenmeyi başarmıştır. Ancak hareketimizin şahsında, tarih tekerrür etmedi. Çünkü biz bu oyuna düşmedik. Önder Apo’nun uyarı ve perspektifleri ışığında PKK yönetiminin bu dönemde başardığı en önemli husus, oyuna gelmemek, oyalanmaya prim vermemektir.

Nasıl?

 
Yani biz devletin bir biçimde kendi çizgisini etkili kılma niyetini düşünerek tedbirlerimizi de aldık. Burada, görüşmeyi yürüten heyetin çabalarına, sorunu çözme eğilimine değer biçtik; halen de değer biçiyoruz. Ama hükümet ve Başbakan, heyete gerekli yetkiyi vermedikleri gibi, bir de sürecin gelişmesi için pratik adımlar atmamıştır. Bunun için bütün görüşmeler sözde kalmıştır.
“Eylemsizlik ve geri çekilmeyi ısrarla dayattılar” vurgusu tam olarak devletin tutumunu izah etmemektedir. Esas tıkatan husus bundan ziyade, hiçbir adımı pratikleştirmeme ve özellikle Kürt siyasetine karşı soykırım politikasını durdurmama, en ciddi engeli oluşturmuştur. Yine operasyonlar durdurulmamıştır. Peki, bunların talimatını kim veriyor? Başbakan veriyor. Yoksa belli bir düzeye gelmişti. Heyetin de bizim de çabalarımız vardı. Ama öbür taraftan tam tersi pratikler gelişince o ulaşılan düzey de anlamsız konuma düşmüştür. Özgürlük Hareketi olarak bizim yaptığımız şey tedbirli davranmaktır. Önderliğimiz bir zamanlar bize şunu derdi: “Ben size güveniyorum ama tedbirimi de alıyorum.” 

 
Biz de öyle yaptık. Tedbirimizi aldık. Yani hem görüşme ve diyaloglarımızı sürdürdük, hem de doğal olarak kendi hazırlığımızı da yaptık. Biz o süreçte kendimize iki ekseni esas aldık: Demokratik anayasal çözüm ve Devrimci Halk Savaşı. Demokratik anayasal çözümde sonuna kadar samimiydik. Ola ki devlet buna gelmezse, saldırılar karşısında kendimizi savunmak ve direnmek için de Devrimci Halk Savaşı perspektifi temelinde güçlerimizi belli düzeyde hazır halde tutmaya çalıştık. Bu tedbirimiz bir art niyet taşımadığı gibi, öyle gizli yapılmış bir şey de değildi.
İşte o sözünü ettiğiniz bazı çevreler, arkadaşlarımızın bu temelde yaptığı konuşmaları veri göstererek bizim savaşı başlattığımızı iddia etmeye çalışıyorlar. Hayır, öyle değil. Biz alternatifli çalıştık, bu doğrudur. Çünkü Kürt halkı her zaman devletler tarafından kandırılmış bir halktır. Hatta bizim oralarda şöyle bir söz vardır: “Dewlet ker be jî xwe lê meke-Devlet eşek de olursa yine de binmeyin.” Bu nedenle biz tedbirli davranmak zorundaydık. Bizim yaptığımız budur. Yoksa biz siyasal demokratik çözümde sonuna kadar ısrarlıydık. Devletin de daha kış aylarında çeşitli bölgesel ve uluslararası güçlerle ilişki kurarak Tamil benzeri bir operasyon için hazırlık yaptığı şimdi daha açık görülmüştür. Yani esas olarak bilinçli bir biçimde görüşmeleri seçime kadar oyalayarak, seçim sonrası savaşın dayatılması, devletin ve hükümetin ana fikri durumunda olduğu nettir.

Son soru olarak, görüşmeler yeniden başlar mı, başlamaz mı? 

 
Ortada bir sorun varsa, hele bu sorun bir toplumsal sorunsa, muhakkak bir gün görüşmelerle masa üstünde tartışmak kaçınılmaz bir durumdur. Tabii ki görüşmelerin yeniden başlaması mümkündür. Ama artık Önder Apo’nun koyduğu sağlık, güvenlik ve özgür hareket etme koşulları vardır ve bu koşullar yaratılmadıkça görüşme sürecinin başlamasının hiçbir anlamı olmayacaktır. Çünkü tartışılacak olan her şey tartışıldı, bu konuda yapılması gereken her şey yapıldı, son olarak protokoller hazırlandı; iş, sıra pratik adıma gelince tıkandı. Pratik adımların ilki de Önder Apo’nun sağlık sorunlarının çözülmesi, güvenliğinin temini ve özgür hareket etme koşullarının yaratılarak, sürecin bizim tarafımızdan pratikleşmesinin sağlanması için önünü açmadır. Özellikle askeri güçlerin konum değiştirmesi ve sürecin başlatılması için bizzat Önderliğimizin devreye girmesi gereklidir. Bu nedenle önünü açmak gereklidir. Önünü de İmralı’da açamazsın. Bundan sonra bizim için kesin ve net şey budur. Başka biçimde çeşitli manevralarla kimse sonuç almaya uğraşmasın. Bu konuda şimdi AKP hükümeti bizi yok etmeye çalışıyor. Yapabiliyorsa varsın yok etsin. Biz kendimize güveniyoruz. Açıkça söylüyoruz. Halkımız da her yerde kendisine güvenmeli. Halkımızın haklı davası ve toplumsal direnişi karşısında hiçbir güç dayanamaz. Bu nedenle bizim direnişle kazanacağımız kesindir. Direnişimiz sadece bir direnme değil, ilerleme ve kazanmayı hedefleyen bir mücadele biçiminde gelişecek ve kazanmamız gerçekleşecektir. Bunu herkes bilmelidir.


DENİZ KENDAL - ANF/BEHDİNAN

Hiç yorum yok: