11 Ekim 2011 Salı

Kadın Bedenini Anlayamamak Erkeğin Temel Saplantısıdır

Kadın bedenini, kadın fiziğini anlayamamak, anlayamadığı objeden korkmak, erkeğin temel saplantılarından olmuştur. Doğurgan olmayan ve kendi biyolojik özelliklerinin yarattığı karakterle üretken, kapsayıcı, tamamlayıcı, eğitici ve öğretici bir kültür yaratamayan erkeğin öfkesidir, şiddet.

Hiçe sayılan ama vazgeçilmeyen doğal toplumun temel kurucu öğesi olan kadın hangi aşamalardan geçmiş, nasıl bir şekillenme yaşamıştır? Biyolojik farklılıklarından dolayı insan türü iki cinse ayrılmaktadır. Birlikte üremeye rağmen kadının doğurganlık özelliği doğal toplum dönemlerinde bir ayrıcalık gerekçesi olmuş, zamanla bu doğal toplum kültürü kırılmalara uğramıştır. Ve aynı biyolojik özellik olan doğurganlık bu defa kadının eksikliğine, geriliğine, hastalıklılığına gerekçe gösterilmiş, kadının aşağılanması için tarihi ve ‘değişmez’ delil olarak kullanılmıştır. Kadının biyolojik olarak geçirdiği evreler dahi onun kötü kaderinin yansıması olan günahlar gibi ele alınmıştır. Bu ele alış biçimi topluma öyle derinden içerilmiştir ki bir erkek dili şekillenmiş ve kadınları anlatırken “kadın milleti” deyimini dillere pelesenk etmiştir. Bu söylem sıradan, günlük bir söylem olmaktan ziyade mevcut erkek egemen dünyada kullanım değeri olan ve aşağılama, değersizleştirme, basitleştirme imalarıyla dile gelen bir söylem olmuştur.
 
Derinlikli bakıldığında kadının salt biyolojik bir cins olarak ele alınmadığı, total olarak iktidarın yürütülme alanı sayıldığı bir ulus ya da sınıf yaklaşımıyla yüzyüze kaldığı görülmektedir. Tüm ırkçılıklar büyük oranda aşılmasına rağmen kadına karşı geliştirilen sömürünün aşılmayan bir ezilen ırk statüsünü anımsattığı yadırganamaz. Kadınlar dünyanın her yerinde dil, din, ırk gibi farklılıklara rağmen aynı soyun üyeleri gibi ele alınmaktadır. Biyolojik kadınlık özellikleri onu ezilen soy-ırk yapan özelliklere dönüştürülmüştür.

Kadının beden takvimi

Cinsellikle gelişen büyük kültürel kırılma tüm toplumu sınıflandırıp tahakküme tabi tutarken, kadına karşı da ayrıca bir kölelik misyonu biçilmiş, cins köleliği uygulanmıştır. Kadının kutsal görülen biyolojik özelliği, doğurganlığı onun sırtında bir günah yükü olarak görülmüştür. Kadındaki regl gerçeği evrenin oluşumunun mikro düzeyde muntazam olarak tekrarlanışıdır. Yaşamın süreğenliğini ifade eden, yaşanmayanın, zamana katılmayanın aşılacağını, yerine yenisinin geleceğini sürekli olarak vurgulayan bir durumdur.
Döllenmeyen yumurtaların artık kadının rahminde kabul edilmemesi, yerini yeni zamandaki yeni yaşam adımlarına bırakmak için dışarı atılması durumudur. Kadınlar, beden takviminin her döngüsünde bu yaşam sınavından geçmektedir. Ve bu dönemlere gerginlik, kiminde hareketlilik, kiminde durgunluk ya da duygu yüklülük atfedilmesi kadın bedeninde süren yaşam-ölüm mücadelesinin yoğunluğundan, bu yoğunlukta yaşanan kaostan kaynaklanmaktadır. Kadınların bunları aylık olarak düşünüp dile getirebilmeleri günümüz dünyasında mümkün değilse de beden her şeye rağmen konuşmaktadır. 

 
Evren gerçeğinin kadın bedeninde periyodik olarak kendini yeniden yaratması her iki cins tarafından anlamının giderek derinleştirilmesi gerekirken erkek aklı tarafından hastalık, kirlilik, haramlıkla adlandırılmış ve kaçınılan, uzak durulan bir geri durum, zayıflık olmuştur. Ve bu gerçeklikten kaçmak kendi insan gerçeğinden kaçmanın temel öğelerinden birini oluşturmuştur. Kadın bedenini, kadın fiziğini anlayamamak, anlayamadığı objeden korkmak, erkeğin temel saplantılarından olmuştur. Bugün kadına bu kadar çok yönlü şiddetin uygulanması özünde erkeğin, kadın fiziğine duyduğu tepki, öfke ve kıskançlıktan kaynaklanırken toplumu vareden kadın kültürünün gücünü yok etmeye yönelmektedir. Doğurgan olmayan ve kendi biyolojik özelliklerinin yarattığı karakterle üretken, kapsayıcı, tamamlayıcı, eğitici ve öğretici bir kültür yaratamayan erkeğin öfkesidir şiddet. Hayatın tüm zorlanmalarına rağmen yaşamda ısrarlı olan, direnen kadına yönelen tepkidir şiddet.

Doğal toplumun dinamik gücü

Kadın fiziğinin kromozomlardan kaynaklı olarak erkeği kapsadığı ve erkek nüfusunun giderek azaldığı bilinmektedir. Kadında duygusal zekanın güçlü olması, analitik zekayı dengelemesi kadın eksenli olduğundan daha yapıcı ve uyumlu, yaratıcı ve yenileyici olmayı getirecektir. Sınıflaşmaya dayalı toplumsal sistemin gelişmesi duygusal ve analitik zeka arasındaki bağı koparmıştır. Bundan itibaren kadına geri bir duygusallık, erkeğe kuru bir mantık bırakılmış ve cinslerin bu temel üzerinden şekillenmesi sağlanmıştır.
Doğal-organik toplumun temel dinamik gücü, temsilcisi ve esas yürütücüsü olan kadın aşılmadan yeni bir toplumsal sistem geliştirilemeyeceğinden yeni bir sistem kurmanın ilk adımı kadını, kadınlığı anlamak, çözmek ve onu aşmak amacıyla kadın üzerinde otorite kurmak olmuştur. Bu durum planlı, programlı analitik zekanın gelişmesiyle mümkündür. Dolayısıyla tarihi, tesadüflerle açıklamak yeterli ve doğru olmayacaktır. Doğal toplumun kurucusu olan kadını aşmak, kadınlık özelliğini çarpıtarak ve kadını cins kölesi haline getirerek kullanmak yeni sistemi oluşturan temellerdir. Ki bu temelin kurulması verilen mücadeleden ataerkil sistemin kazanarak çıkması kadının, kadınlığın kaybedilmesi şartına bağlıdır.
Kadının köleleştirilmesi zamanla kadın kavramının direkt olarak köle, kullanıma açık, zayıf, güçsüz sıfatı olarak algılanmasına yol açmıştır. Ve bu durum kadında fiziksel ve zihinsel bağımlılık yarattığı gibi, duygu ve düşünüş biçiminde, giyim ve konuşma stilinde, duruş ve hareket tarzında bir kültür, bir bağımlılık yaratmıştır. Dışa göre -ki bu dış erkektir- şekillenmeyi, ona yamanmayı ve ona ait kılınmayı getirmiştir. Kadın olmak toplumsal kavrayışta bugün bir dezavantaj durumuna indirgenmiştir. Toplumun eksik, kusurlu, geri olduğuna inandığı kadınlık, dünyaya gelişle başlayan bir yenilgidir. Hayatın her adımında, başlamadan kaybetmiş olmadır. Utanç kaynağıdır. Kadınlığa yapıştırılan bu algılanmaları aşmak, yeni kadın tanımı oluşturmak toplumsal kültürel devrimin temelini oluşturacaktır. Tanımları yenilemek yaratmaktan daha zordur ve zihniyet anlamında devrimsel adımları gerektirir.

Sınıflı toplum ve tahakküm

Kırılmalar ardından kadın ideolojik olarak hiçleştirilmiş, kimliği yok edilerek yok sayılma derekesine düşürülmüştür. Mallaşma özünde elindeki tüm değerlerin çalınması, gasp edilmesi ve toplumun kurucu öğesi olan kadınlık olgusunun içinin boşaltılarak nesne konumuna getirilmesidir. 

 
Kadın eksenli değerlere tepki, kadına tepkiye dönüşüp erkeğin dar ve düz yapılanmasıyla, kıskançlığıyla ve kaba yanlarıyla birleşince ortaya baskın erkek karakteri çıkmıştır. Kadını ruhsal ve bedensel olarak bir bütün yok etmek mümkün olmayınca ruhsal ve bedensel baskılar arttırılmıştır. Kadının sınırlandırılması, sınırların giderek daraltılması sınıflı toplumla birlikte icat edilen tahakkümcü egemen erkek egosunu tatmin etmektedir. Ve bu durum kadındaki köleliği giderek derinleştirdiği gibi kendi özüyle yaşadığı çelişkiler kadında hastalık boyutunda çarpıklıklar yaratmıştır. Bu durumda gelişen teslim olma bireysel olarak başlasa da kadın yoluyla başlangıçta çocuklara yansımış ve giderek toplumsallaşmıştır. Kimi zaman içten içe gelişen öfke sıkışmaları ve intikam arzusu en iyisinden kendi cinselliğini kullanarak sonuç alma şeklinde yansır ki burada yine yitiren kadındır. Cinselliğin kullanılarak meta konusu olması ve bu pazarda her iki cinsin birden duygularının, güdülerinin çürütülerek, özünden çıkarılması sonuç itibarıyla toplumsal köleliği derinleştirmektedir.

 
Bu durum, her ne kadar günümüz Ortadoğu’sunda küreselleşmeyle birlikte belli bir değişim yaşasa da yaygın olarak yaşanmakta ve kadınlar erkeksiz yaşamaya cesaret edememektedirler. Baba, koca, kardeş, amca ya da herhangi bir erkekten kopmak verili toplumsal sistemde, tüm erkeklerin eline düşmek, erkek egemen sistemle birebir karşılaşmak olacağından bir korku oluşturmaktadır. Bir kadının tek başına yaşaması tehlike sinyali verirken bir erkeğe ait olup onunla yaşaması, başının bağlanması toplumsal teminat olarak algılanmaktadır. Mülk gözüyle bakılan kadın evlendiğinde bir erkeğin mülkü iken, ayrıldığında, bir erkek tarafından kullanılmış olan, deforme olmuş bir mal gibi görüldüğünden mevcut normlar çerçevesinde toplumdan yalıtılmakta ve farklı yaşamsal tehlikelere maruz kalmaktadır. Bu durum her ne kadar belli oranda aşılmışsa da bu durumdaki kadınların yaşadığı zorlanmalar, karşılaştıkları sistemsel tehditler özünde erkek egemen yaşam tarzından kaynaklanmaktadır. Bunu tüm kadınlara göstermek sistemin kendi sürekliliğini sağlayan bir araçtır. Çünkü kadın bu sonucu gördükçe bir erkeğe teslim olarak yaşamayı tercih etmekte, erkeksiz yaşamaya cesaret edememekte ve ona dayatılan yaşamı kader gibi görmektedir.

Kadın bedeni öfke yaratıyor

Kadının günümüzde yaşadığı enkaz olma durumu, müdahale edilmedikçe toplumun beyninde patlamaya yol açacak tehlikeleri barındırmaktadır. Ve en doğru müdahale de bu durumu ortaya çıkaran ve süreklileştiren işleyişi, iktidarın şifresini çözmekle mümkündür. Bu işleyişi çözebilmek için toplumsal düşüşün başladığı yerdeki ilişkilere, insan türünün diğer yarısı olan erkek cinsine bakmak, bugüne kadar getirilen ve sistemin çökerttiği erkeklik olgusuna ışık tutmak gerekmektedir. 

 
Erkek egemenliği tanımlamasının, kadınların egemenlik altında olup erkekler arasında eşit ve özgür ilişkilerin var olduğu bir düzen olmadığının bilinmesi anlamında önemlidir. Erkek, mevcut toplum gerçeğinde insan deyince akla gelendir. Bilim, siyaset, ekonomi, din, sanat deyince beyinde şekillenen insan türüdür. Doktor, mimar, mühendis, hakim ve daha çok fazla uzatabileceğimiz temel iş ve meslek kolları sıralandığında akla gelendir. Erkek demek direkt bir üstünlük sıfatına sahip olmak demektir. Toplumsal düzlemde birinci olma konumuna işaret etmektir. Her yönlü güç, beceri, sahiplik, iktidar, yönetsel irade, denetleyicilik, ayrıcalıklı olma, yetenek ve daha birçok özelliğin atfedildiği toplum öğesidir. Alıp satma, çalma, vurup kırma, tecavüz etme hakkına sahip olan doğal egemenliğin kullanıcısıdır. 

 
Biyolojik farklılıklarından dolayı kadının yapıp da erkeğin yapamadığı çocuk doğurma ve regl durumu erkekte kendi fiziğine güvensizlik yaratmıştır. Tüm çabasına, toplumsal ve siyasal işlevine rağmen bu özelliğin olmayışı onda bir yoksunluk düşüncesini getirmiş, bu düşünce ile bir yandan kadını kutsallaştıran erkek diğer yandan da kendi eksikliğini kişiliğinin derinliklerinde bir öfkeye, kıskançlığa dönüştürmüştür. Kadının doğal toplumdaki yönetsel gücü, temsilci rolü ve tanrısallığı kırılarak toplumun doğal gelişim seyrini darbeleyen karşı devrim geliştirilmiştir. Bu anlamda kurnaz ve güçlü adamın ilk olarak kadın üzerinde gücünü kanıtlaması rastlantı değildir.

‘Kocalık’ toplumun belası

Erkeğe öyle bir ruh hali verilmiştir ki o her şeyi bilir, her şeyden anlar. Bilmese de bilmiş gibi konuşma hakkına sahiptir. Anlamasa da söz söyleme, hakkında karar alma ayrıcalığı vardır.  Bu durumun tarihsel bir kökeni vardır. Ana kadın gücünü yalan ve hileyle, güç ve kurnazlıkla aşan erkeklik kendi cinsine stratejik bir rol vermiş ve kurduğu hiyerarşik sistemle bunu süreklileştirerek ipleri erkek olanın eline vermiştir. Bu tarihsel kırılmayla erkeğin eline verilenleri anlamak, erkeğin karakteristik yapılanmasını çözmek açısından önemlidir. Ki bu çözümleme de yine kadının toplumsal düşürülüşünü çözümleyebilmekle bağlantılıdır. 

 
Organik toplumda, toplumu oluşturan üyelerin tamamı yaşamın idame ettirilmesinde doğal bir tarzda rol sahibi olmaktadırlar. Bu organik yaşam tarzını oluşturan temel kadınla yaratıldığından, karşı devrim esasta kadını hedef almıştır. Toplumsallaşmanın temelini oluşturan kadınlık yok edilirken, uygarlaşmanın ve sınıfsallığın temeline erkek yerleştirilmiş ve ataerkilliğin alt yapısı oluşturulmuştur. Ataerkillik kadın üzerinde güç olan, her oluşu nesneleştirirken kendini sahip yapan erkeği uygarlığın temeline yerleştirirken yok edemediği kadını köleleştirerek özünden uzaklaştırmış, geri bir kadınsılık yaratarak onu da erkeğin hizmetine sunmuştur. Artık tanrı erkektir ve bu tanrısallık koca olan erkekle mikrolaştırılarak “kocalık” kurumu topluma hiyerarşiyi empoze etmesi anlamında toplumun başına bela edilmiş, bu belanın tüm dertlerini sineye çekecek bir “karılık” kurumuyla tahakkümcü sistem tamamlanmıştır.

Cinsellik erkeğin sahasına dönüşmüş

Topluma içerilmiş kadınsı kölelik, köleliğin salt kadınla sınırlı kalmayan, bulaşıcı özelliğinin kendini göstermesinin bir sonucudur. Erkeğin toplumdaki doğuştan başlayan şekillenişi, kendi bedeniyle, kendisinde olup da kadında olmayan erkeklik organlarıyla gurur duyması, varoluşunu kaygı duymadan dışa vurması ve erkek olmanın avantajlarını her zaman kullanması yönündedir. Erkek çocuk bu telkinlerle erkekleşmektedir. Bu içi tam doldurulamayan erkekleşme her erkek çocukta yaşandığında ortaya abartılı, kof, kendi gerçeğini tanımayan, gücünün sınırlarını bilmeyen bir aile üyesi çıkmaktadır. Ailede geliştirilen bu tipleme toplumla-sistemle tanıştığı andan itibaren ona yedirilen statü ile dışarıda ona yönelen bakışlardaki kimliği arasındaki gelgitleri yaşamaktadır. Bu gelgitlerde erkeğin cinsellikte kendini iktidar sahibi kılması da belirgin bir rol oynamaktadır. Çünkü cinsellik, verili erkeğin kendini en rahat ifade ettiği sahadır.


Hiyerarşiyi, hiyerarşinin insan şekillenişi üzerindeki etkisini devletle girdiği ilişkilerle birlikte görmeye başlayan erkek üye, devletin en küçük bir memurunun dahi onun karşısındaki egemen statüsüyle karşılaşınca kendi statüsüyle çelişmektedir. Bu çelişki erkek için kader belirleyicidir. Çünkü kişi ya bu çelişkiyi olgunlaştırıp çözüm arayışına girecektir. Ki bu durum erkekliğin sorgulanması demektir. Ezilen olmadan ve köleleştirmeden sorgulanarak ötekini anlama çabası demektir. Ya da her iki durumu çelişki olmaktan çıkarıp bir bütün kabullenecektir. Bu durum teslimiyet demektir. Evdeki efendi statüsünü kaybetmemek için dışarıdaki köle statüsü kabul edilmektedir.

Egemenlik dogmatizmle besleniyor

Erkek zihniyetiyle oluşturulan paradigmalar mutlakiyet, bireycilik, inkar, egonun yüceltilmesi ve cinsellik üzerinden oluşturulmuştur. Erkek inkarcılığı kadını güç görmeme üzerinden, bireycilik ise daha çok bencillik ve irade kırma yoluyla şekillenmiştir. Egemenlik olgusu dogmatizmle beslenmektedir. Kendi gücünü sonsuz görmek ve bu bakış açısıyla da yaşamaya çalışmak egemen sistemin birincil dayanağı olmaktadır. 

 
Erkekte toplumsal iktidar anlayışı bireysel iktidar perspektifi yoluyla aile içinde gerçekleşmektedir. Erkekteki iktidar özentisi aile sınırları içinde kadın üzerinde sergileyeceği tahakkümle başlamaktadır. Topluluk içinde güç olma arayışının temel dayanağı, kadın cinsi üzerindeki tahakkümün düzeyine direkt bağlıdır. Erkek birey, toplumda yer edinmek, söz sahibi olmak ve güçlü bir kişilik olarak yansımak istiyorsa, bencilliğine dayalı iktidarı hedeflemektedir. Bir diğer boyutuyla da kendisinden daha güçlü bir iktidar duruşu veya kurumu karşısında ona sığınmakta ve onunla kendini güçlü kılmaya yönelmektedir. Sistemle aynılaşarak güçlü olma arzusu, kendi çıkarcı iktidarından kaynaklanmaktadır.

Erkek birey, gelişen cinslerarası farklılığa anlam verememiş, kendi farklılığını ise bir hakimiyet gerekçesine dönüştürmüştür. Kendi toplumsal farklılığının bilincine varamaması sonucunda benmerkezci düşünce yapısı ortaya çıkarak gelişmiş ve şekillenen bu olgu erkekte bencilliği geliştirmiştir. Bu nedenle toplumsallaşmanın bir koşulu olarak sorumluluk bilincini geliştirmekte yetersiz kalmış olan erkek, toplum içerisinde daha eşitlikçi ve uyumlu tamamlayıcı bir rol oynamaktan uzak kalmıştır. Kadının doğuran, besleyen, koruyan, tamamlayan, ortaklaştıran ve kendiyle sınırlandırmayan özellikleri karşısında bu kompleks durumu daha da derinleşmiştir. Egemen sistem gerçekliği karşısında güçlü bir iradenin gelişmeyişi özgürlük ideallerinde ve ısrarında da erkeği sınırlamıştır. Bu anlamda erkekteki kendini var edebilme ve zayıflıklarını güce dönüştürme konusunda yaşanan boşluklar, erkeğin zayıflıklarını ve korkularını giderme arayışına dönüşmüştür. 

DILZAR DÎLOK

Hiç yorum yok: