11 Ekim 2011 Salı

İşsizlik ve Enflasyon Kapıda


Ekonomist Mustafa Sönmez, Türkiye’nin ihracatındaki her artışının ithalatı da otomatik olarak artırdığını ifade ederek, krizin derinleşmesi durumunda Türkiye’nin yüksek enflasyon ve işsizlik riskiyle karşı karşıya olacağı uyarısında bulundu.

Bu günlerde en çok konuşulan konu, Avro Bölgesi ekonomilerinin yaşadığı sıkıntı. Avrupa ekonomisinin bugünkü durumu sizce nasıl tarif edilebilir?

Avrupa’da olan biteni anlayabilmek için bazı sadeleştirmelere gidersek, bir yanda borçlu ülkeler, bir yanda alacaklı bankalar var diye bir ayrım yapmak yerinde olur. Borçlular, özel kesimden çok, kamu kesimleri ve başını da Yunanistan çekiyor. Ama yanında Portekiz, İspanya, İtalya gibi diğer G.Avrupa ülkeleri var.  Güneydekiler dışında,  İrlanda, Macaristan gibi diğer Avrupa ülkeleri de var borçlular arasında. Bu ülkeler, küresel krize önemli bütçe açığı ve kamu borç stoku ile yakalandılar. Bütçe açıklarının, kamu borç stoklarının tutarı, AB kriterlerinin epeyi üstüne taşmıştı. Kriz patladığında görüldü ki, bu ülkelerin kamu maliyesinin durumu iç açıcı değil ve kamu borçlarını döndürmeleri güçleşti. Devlet tahvilleri gözden düşmeye başladı.


Avrupa borçlularının alacaklılarının ise Fransız, Alman, Avusturya, İngiltere bankaları olduğu görüldü. Borçlu İtalya ve İspanya bankaları da alacaklılar arasında. Borçlular, borçlarını döndürmekte zorlanınca AB’nin Merkez Bankası’na, bu amaçla oluşturulmuş kurtarma fonuna ve IMF’ye başvurdular. Borçlu ülkeler, banka üstü kurumlardan belli destekler aldılar almasına ama, bazı şartlar karşılığında.


Bu şartlar nelerdir?


Sıkıntınıza yardımcı oluruz ama kamu maliyenize çekidüzen vereceksiniz. Yani? Özelleştirmelere gidecek bütçeye gelir sağlayacaksınız. Gerekirse yeni vergiler salacak, vergi kaçaklarınızı azaltacaksınız. Kamu harcamalarını azaltmak için kamu personelini düşürecek, maaş artışlarını azaltacak, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik harcamalarınızı düşüreceksiniz. Vatandaşı, sokağı ayağa kaldıracak, bizim 2001 krizinde en tatsızını kabullendiğimiz, acı reçeteler yani…


Türkiye ekonomisine dönecek olursak… Türkiye ekonomisinin en ciddi problemlerinden biri olarak cari açık gösteriliyor. Fakat Türkiye, açığını sıcak para ile finanse edebiliyor. Sıcak para Türkiye’den neden kaçmıyor?


Türkiye, 2008 öncesinde de aralıklarla sıcak para girişi ile büyür, ama hemen cari açık duvarına çarpar, o zaman da sıcak para kaçar ve kriz patlardı. 1994 ve 2001 krizleri böyle yaşandı.  Bugün ise onlardan farklı durum ve absürtlük şu: Şimdi hararet yaparak büyüyen ekonomi, devasa cari açık vermesine karşın sıcak para, eskiden olduğu gibi arkasına bakmadan kaçmıyor. Aralıklarla çekiliyor ama geri de dönüyor. Neden? Çünkü, dünyada gidebileceği seçenekler daraldı. Türkiye emsalindeki bazı ülkelerin sıcak paraya ihtiyacı yok, gelmesin diye Tobin vergisi ile kışkışlıyorlar bile. Bu durumda, artan riskine ve kırılganlığına rağmen sıcak para Türkiye’den, Türkiye de başka çaresi olmadığı için sıcak paradan vazgeçemiyor.


AKP’nin ekonomi kurmayları sürekli yüksek ihracat rakamları ile övünüyor. Siz nasıl görüyorsunuz bu durumu?


Kısa adı TİM olan Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin açıkladığı verilere göre  geçtiğimiz ağustos ayında ihracat 11 milyar doları aştı, yılın ilk 8 ayında da 88,5 milyar dolara ulaşıldı. Yine TİM’e göre, ihracatın yıl sonunda, 2008 yılında elde edilen 132 milyar dolarlık aşması muhtemel.  Sorunlara çözüm üretmekten çok laf üretmekle ünlü Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan da, bu “rekor ihracatın”, Ramazan Bayramı, Zafer Bayramı ile birlikte üçüncü bayramı yaşattığını belirterek, “Bu rekor yıl sonunda yeni rekor kırılacağının kanıtıdır” şeklinde konuştu. Buraya kadar iyi hoş da, hem TİM, hem Çağlayan bu ihracatın karşılığında ne kadar ithalat yapıldığından dem vurmuyorlar.
‘HER TİCARET ARTIŞI EYVAH DEDİRTİYOR’
 
Türkiye öyle garabet bir ülke haline getirildi ki, her ihracat artışı, insana “Eyvah !…” dedirtiyor.  Çünkü, ihracattaki her artış ancak daha fazla ithalatla mümkün oluyor. Çünkü ihracat, ithalata bağımlı halde. Otomobilden giyime, gıdadan demir-çeliğe, ihraç taahhüdüyle yapılan ithalat, yurda vergisiz sokuluyor. Giyim ihracatçısı Türkiye ihraç ürünü tişörtte bile yüzde 50-60’lara ulaşan ithal girdi kullanıyor. Kumaşı, ipliği aksesuarı bile ithal eder duruma gelmiş… Bu veriler de hükümet tarafından yayınlansa görülecektir ki, otomobil ihracatçısı görünen Türkiye, yüzde 70’lere varan ölçüde ithal girdi ile ihraç malı üretiyor. Elektronikte, kimyada bu oranlar yüzde 95’lere kadar çıkıyor.

Dünya ekonomisinde ikinci dip yaşanacağı beklentisi her geçen gün daha da artıyor. İkinci diple birlikte Türkiye’yi neler bekliyor?


Avrupa’da finans ateşi bize sıçrarsa, durgunlukla birlikte, Avrupa’ya yapacağımız  ihracat hemen daralacaktır.. Nitekim Ağustos’tan itibaren siparişler düşmeye başladı. Bu, içeriye, sanayi üretiminin düşmesi ve işten çıkarmalar olarak yansır. 300 milyar dolarlık dış borç stokunu döndürmek zorlaşabilir. ABD, yeni bir parasal genişlemeye gitmezse, beklenen sıcak paranın Türkiye’yi de Güney Avrupa çanağında görüp uzak durması ve bunun da döviz kurunu daha da yukarı çekmesi ile, örneğin 1.80 TL’nin üstüne çıkmış dolar kuru ile yaşamanın ıstırabıyla, yüz yüze kalabiliriz. Türkiye’de hasarı azaltacak tek cephane açık bütçe ve kamu borçlanması. Ama orada da deniz sonsuz değil. Kısa sürede durgunluk ve maliyet enflasyonu ile birlikte yüksek işsizlik sorunu ile burun buruna kalabiliriz.
Krizin mağduru olan kesimler bu süreçte nasıl hareket etmeliler?

Yaklaşan kriz karşısında örgütlü-örgütsüz işçi sınıfının, işsizlerin, emeklilerin, gelecek kaygısı içindeki gençliğin, çeşitli meslek kuruluşlarının, emekten yana siyasi partilerin, politik oluşumların geniş bir emek cephesi içinde bir araya gelip bir yol haritası çıkarmaları gerekiyor. Bu yol haritasının bir düzen değişikliği öngörmesi gerekmiyor. Çerçeve, krize karşı tahribatları en aza indirip emeğin temel haklarını savunma ile tanımlanabilir. Bunu şunun için söylüyorum: Ne zaman böyle programatik meseleler tartışılsa, önerilen reform maddelerinin “düzen yanlısı”, “düzen içi” gibi kısır yaftalamalara maruz kalması ve bir araya gelebileceklerin ayrışması söz konusu olabiliyor.


‘KIDEM GASPI’ NA KARŞI DURULMALI

Emek cephesi olarak adlandırılabilecek bir yapılanmanın talepleri “Sosyal Önlemler” ve “Makro Önlemler” başlıkları altında sıralanabilir. Sosyal önlemler ise şöyle sıralanabilir: İstihdamı koruma-artırma politikaları geliştirilmeli, kıdem tazminatını gasp, esnek çalışma ile hakların mülgasına kararlı biçimde durulmalı,  İşsizlik Sigortası Fonu yönetiminde sendikalar yer almalı, fonun kaynaklarının bütçe açığını kapamada kullanılması önlenmeli, fondan işsizlerin yararlanma koşulları esnetilmelidir.

Bu “acil sosyal talepler”in yanında makro politika değişikliği talepleri de geliştirilmelidir. Makro politika değişikliklerini başlıklar halinde özetlemek gerekirse,  büyüyen cari açığın yarattığı tahribatı azaltmak için Asya’dan (özellikle Çin ve G.Kore’den) yıkıcı ithalatın önü kesilmeli, Türkiye’yi savunmasız bırakan  Gümrük Birliği anlaşması gözden geçirilmeli, enerji, ara malı ithalatı azaltılıp daha çok yerli üretim özendirilmelidir.  Sıcak para hareketlerine  kısıtlama getirilmeli, dış yatırım yerine iç yatırım özendirilmeli, sıcak para giriş ve çıkışları Tobin vergisi ile kontrol altına alınmalı, büyümenin ana kaynağı iç tasarruflar yapılmalı, vergi reformu da bu prensiple ilişkilendirilmelidir. Zordaki firma ve bankalar kamulaştırılırsa yönetimleri çalışanların özyönetimine bırakılmalıdır. Yerel yönetimlere daha çok yetki ve kaynak sağlanmalı, aynı çerçevede  Kürt sorununa barışçı çözümler üretecek Demokratik Özerklik önerisi özgürce tartışılmalı, iç barışın özellikle kriz döneminde tesisi için bütün çabalar barışa odaklanmalıdır.

Hiç yorum yok: