27 Ekim 2011 Perşembe

Fetullah Hoca Efendilerinden, Bayramda ‘Öldürün’ Fetvası…

İnsanın, söze nereden başlayacağını bilemediği karmaşa, ruhunun karardığı anlar vardır. TC’de fışkırıp, birbirine dolanan insanlık dışı haller karşısında, söze giriş yolu bulmada zorlanıyorum.
Türk Başbakanı, depremden bir kaç saat sonra, başkasının felaketini, propaganda vesilesi yaparak harabeye tünemiş, yanında taşıdığı bakanları sayıyor, „yardım için her türlü tedbir alınmıştır“ diyordu.

 
Kürtler, „her türlü yardıma“ bir türlü erişemedi. Dün depremin dördüncü günü, hava karlıydı. Sarınılacak battaniye, sığınılacak çadır bekleyen Kürtlerin oluşturduğu insan kuyruğu kilometreleri buluyordu.  

 
Kürtlerin felaketi, Tük televizyonları ve internet sitelerinde sevinç histerisiydi. Kimi „oh olsun“ diyor, kimi „beter olsun“ sesini veriyor, kimileri „ilahi adalet“ diye devam ediyor, bir televizyon spikeri de „polise taş atanların yardım bekleme yüzsüzlüğünü“ haykırıyor, Van’da da „battaniye“ diyenler, „kime oy verdiysen ondan iste“ cevabını alıyordu.

 
Yandaşlık yarışında geç kalmış bir yazar (anne tarafından Kürt Mehmed Ali Birand) musluktan akan sıcak suyla ileri yaşlarda tanışan Başbakan’ın, eşiyle huzur içinde banyo yapacağı bir makam uçağına sahip olmamasını, yandaşlık yarışında geç kalmışlığın telafisi olarajk „ülke sorunu“ haline getiren bir yazar (M.Ali Birand) battaniye, çadır bekleyen Kürtleri aç gözlüler diye aşağılıyordu.
Kürdün, köyünü yakan, evini yıkan, kıstırdığını öldüren, öldüremediklerini zindana tıkayandan, insaniyet, yani „yardım“ beklentisi yoktu. O sadece, ödediği vergiye, yaptığı askerlğe karşılık, hakkını istiyordu. Ama gördünüz, televizyonlarda yükselen histerik çığlıklarda, bu hak sadaka olarak algılandı. Kürdün ödediği vergi, çeteci hak edilmişlikle, haraç derekesine indirildi.

 
Bir parantezle belirtelim: „Türk“ kavramını ırkçı vandallık, vahşetin şiddet ayağı yapanlar, „Türk-İslam birleşmesi“ (sentezi) adıyla dolandırıcılık unsuruna dönüştürenler, dün de, bugün de „hakiki“ olmayan, son zamanların yaygın deyimiyle „çakma“ yani sonradan olmalar, dönek ve dönmelerdir.

 
Örnek mi? MHP lideri Devlet Bahçeli söylemlerinde Türk ırkçılığının sesi, sözcüsüdür. Ama ötekilerin yanında, çakma değil, „yerli“ kalmaktadır. Türklük konusunda „hakikat“ varsa eğer, „hakiki“dir. Onun için, daha dün soyunu, sopunu, babasının mezar taşını inkar edip, „ben soyu yüce bir Türküm“ naralarıyla Kürtleri linç etmeye çıkan AKP yandaşı güruha oranla soylu kalmakta, taraftarlarına „yerine otur“ çağrısı yapmakta, depreme „oh olsun, müstahak oldu“ diyerek yürek soğutan histeriklere „soysuzlar“ diyebilmektedir.

 
Hale bakın siz, ırkçı dediğimiz Bahçeli, din, iman diyerek, kanda banyo yapmaya kalkışanlara karşı çıkmaktadır.

 
İnsan insan olalı, genel felaketlerde silahlar susar, savaşlar durur.
Oysa Kürtler Van’daki felaketin yasını tutarken, savaş uçakları Kürdistan dağlarını bombalıyor, toplar ölüm kusuyor, şehirler, kasaba ve köylerde sürek avı misali Kürtlerin peşinden koşuluyor, yakalanan cezaevlerine gönderiliyordu. Devlet başkanının „intikam“ diye bağırdığı bir garip, dünya garibani bir yerde, Başbakan T.Recep Erdoğan ordusu ve polisi tarafından öldürülen Kürt gençlerine ilişkin istatistikleri, Kürt kanına susamışlara müjde olarak sunuyordu.

 
Bir toplumu, hep bir ağızdan ve el ile işbirliği halinde, böyle zehirleyip, vicdanları çürüttüler. Ölümlere „oh“ çekenler diyarında cami avlusunu mesken tutan tüccarın, din adamı kılığında ayağı yanmış yaratık gibi salya akıtarak „daha çok kan“ tefvası çıkarması normal, Erzurum dağlarının „eski dadaşı„ Fethullah Gülen adındaki tüccar, banker, bunlara yakışan din adamıydı.

 
 „Hoca efendi“ dedikleri bu adam (Fethullah Gülen) Van mateminin üstüne akbaba gibi çöküyor, Kürtler için ölüm fetvası veriyordu. Gülen, Kürtlerin özgürlük mücadelesini kanla bastıramayan orduyu suçluyor, şöyle diyordu:

 
„Ayıptır bu, ardır. Otuz senedir, dağdaki bir avuç eşkıyanın hakkından gelemiyorsun!..“

 
Türk ırkçılığının „hoca efendisi”nin, kurban bayramında „Kürtleri öldürün, yok edin” fetvasıdır, bu. İnsanım diyenin kanını donduran, dindarım diyeni dinden çıkaran…

 
Siz söyleyin, bu nasıl din adamı? Din adamıysa, vicdanı nerede? Neyin nesi bir felakettir, bu? Şaman, İsevi, Musevi, Budist bir din adamı olsa, insanları dağa çıkmaya zorlayan sebep, saik ve şartları düşünüp, analiz eder. İnsanları ve sorunlarını anlamaya, care baramaya çalışır. Gerekirse, Vietnam’ın Budist rahipler gibi zulme karşı, bedenini meşale yapar, Güney Amerika’daki rahip Kalder, Comoro misali kurşunlara göğsünü açar, ama ırkçı vahşete fetva çıkarmaz.

 
Bir insan bir baba önce din değiştirmiş, soyunu, sopunu inkar etmiş olabilir. Yeni kisvesinde, din adamı rolü de oynayan masalcı, efsane anlatıcı olabilir. Ama ırkçı rejimin fetvacısı kesilmek insanlık vicdanı açısından ayıp, ayıbın ötesinde suç, bütün dinlerde günahtır.
Fethullah Gülen’i suçlamıyoruz. Ayıp, günah ve suç ise bunların normalidir. Çünkü, biz bunları dün Maraş‘ta, Sivas’ta, Çorum’da bebeklerin başını taşla ezip, ihtiyarları baltayla keserken gördük. Yine Sivas’ta insanları diri diri yakarken…

 
Kürdistan’da, „Allah Allah“ ve „Allah u ekber“ sedalarıyla öldürülmüşlerin kulaklarından, namazlık tesbih örüyorlardı. Kışın karında, yazın sıcağında köyleri yakıyor, bağlı hayvanlar, yerinden kalkamayan yatalaklarla birlikte yanıyordu. Bebek mamasını çalıyor, ölü soyuyorlardı.

 
Van depremini bahane ederek, kendi bankası aracılığıyla (toplanan paraların, kimlerin kasasına, özel hesabı ya da cebine gittiğini belki yine mahkeme dosyalarıyla öğreneceğiz) yardım kampanyası açan Fethullah Gülen’in bu insanlık suçlarına karşı duran tek bir sözünü duyanınız var mı?

 
Yok. Çünkü her düzenin din adamı kendine yakışandır. Kürtler, onlarla aynı ayara düşmemek, günahlarına ortak olmamak için camilerini ayırdılar.

 
Camiler ayrıldı, ama Kürtler uyuyor mu? Din etiketli şirketleri hala faaliyette, Kürdistan’da. Kürt çocukları kaçırılıp devşiriliyor.

Hiç yorum yok: