Bugün okurları iç içe geçmiş şu üç soru etrafında düşünmeye çağırıyorum:
1 Kürtlerin genel olarak dindar bir topluluk olduğu göz önüne
alınırsa, PKK gibi, özellikle ilk yıllarda yer yer ateist bir
materyalizmi savunan bir örgüt bunca yıl onların arasında nasıl varlık
gösterebildi?
2 Devletin PKK'ya karşı mücadelede sık sık "din kartı"na başvurduğunu biliyoruz. Peki bu strateji neden başarılı olamadı?
3 Kürtler arasında öteden beri güçlü olan Nakşibendilik, Kadirilik
gibi tarikatlar, Nurculuk gibi cumhuriyet dönemi İslami ekoller bu süre
zarfında neden PKK'ya alternatif olamadılar?
Kürt hareketi-İslamiyet ilişkisi üzerine tartışmada son derece
değerli olan bu üç sorudan sonuncusuyla başlayacak olursak önümüzde çok
taze iki metin var: Cemal Uşşak'ın Açık Toplum Vakfı'nın çıkardığı
"Anadolu Vicdanı" adlı çalışmada yer alan "Dil yaresi derin olur"
başlıklı anısı
(http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/anadolu_vicdani/anadolu_vicdani.pdf
) ve bu anıdan hareketle Ezgi Başaran'ın Radikal'de kendisiyle yaptığı
söyleşi.
(http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1065858&Yazar=EZG%DD%20BA%DEARAN&Date=11.10.2011&CategoryID=98)
Nurculuk örneği
Nurcu hareketin önemli isimlerinden olan Uşşak içerden biri olarak
Türkiye'de İslami kesimin, Kürtlerin dinen caiz olan haklarına kulak
kapadıklarını inandırıcı bir biçimde bizlere anlatıyor. Ne var ki
Uşşak'ın bu samimi özeleştirisine muhafazakâr kesimden gelen eleştiri ve
cevapların da maalesef hayli zayıf kaldı.
Halbuki 1985'ten bu yana bir gazeteci olarak izlediğim İslami
hareketin genel olarak Kürt sorunu karşısında duymayıp, görmeyip
söylemediğine bizzat ben de tanık oldum. Bu bağlamda, Girişim
Dergisi'nin ilk kez Kürtleri (o da Irak üzerinden) kapak yapmasının
yarattığı infiali unutmak da mümkün değil.
Kuşkusuz bu noktada en çarpıcı örnekleri Nurculuk içinde görürüz.
Bediüzzaman Said Nursi bir Kürttü. Üstelik bunu hiç gizlememiş, hatta
bununla övünmüştü. Öyle ki birçok metinde adı Said Kürdi olarak
geçmektedir. Dolayısıyla Nurculuk Kürtler arasında öteden beri çok
yaygındır. Fakat Nurculuğun önde gelen kolları uzun bir süre
Bediüzzaman'ın Kürt kimliğini gizlediler demesek de öne çıkarmamaya özen
gösterdiler. Hatta bu nedenle Sıddık Bilgin, İzzeddin Yıldırım gibi
bazı isimler ana gövdeden kopru ve hemen "Kürtçü Nurcu" olarak
damgalandı.
Milli Görüş hareketi de İslamcıların Kürt sorunundaki ürkekliğine bir
başka örnek teşkil eder. Erbakan'ın liderliğindeki bu hareket daha ilk
andan itibaren Güneydoğu'da çok güçlü olmuş ama Kürt sorunu konusunda
uzun bir süre sistemli bir programa
sahip olmamıştır. Hele 1991 genel seçimleri öncesi, Kürt tabanının
bütün itirazlarına rağmen Alparslan Türkeş liderliğindeki Milliyetçi
Çalışma Partisi ile seçim ittifakı yapması ciddi travmalara yol
açmıştır.
Kürt'ü Kürt'e kırdırma
Şimdilik burada kesip ikinci soruya geçecek olursak, devlet hem Kürt
hareketini, hem İslami hareketi kendine düşman bellediği için PKK'ya
karşı İslamcılara açıkça yatırım yapmadı. Yaptığı sanılan durumlarda,
örneğin Hizbullah olayında, PKK'ya karşı sivil bir alternatif yaratma
değil "Kürt'ü Kürt'e kırdırma" arayışı baskındır. Diyanet İşleri
Başkanlığı aracılığıyla, yani camileri, din görevlilerini kullanarak
PKK'nın önünü kesme stratejisi de hep kağıt üzerinde kalmış, hayata
geçirilmek istense de kısa vadede başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kaldı
ki 1990'lı yıllarda bölgedeki camilerin devletin denetiminden ciddi bir
şekilde çıktığı da söylenebilir.
Sonuç olarak devletin PKK'ya karşı İslam dinini kullanarak başarı
elde edememesinin temel nedeni, İslamiyeti işi bittikten sonra atacağı,
atabileceği bir "kart" olarak görmesidir. Türkiye bu anlamda o kadar
vahim bir deneyim yaşamıştır ki, İslamiyeti asla bir tehdit olarak
görmeyen AKP iktidarı bile Kürtlere yönelik olarak dini pek
kullanamamıştır.
Gerek İslami hareketler, gerekse devlet, Kürtlerin ve Kürt sorununun
varlığını kabulde epey geciktiler ve buna bağlı olarak Kürtlerle
aralarındaki mesafe açıldı. Buna karşılık Kürt siyasi hareketi,
özellikle 1990'lardan itibaren kaba materyalizmden adım adım uzaklaştı.
Bunun sonucunda Kürt hareketinin her geçen gün dindar Kürtleri daha
fazla kapsadığını gözlemliyoruz.
Aslına bakılacak olursa, 1980 ve 1990'lı yıllar, dindar Kürtlerin,
gerek devlet, gerekse İslami yapılanmaların kendilerini sahiplenmesini
beklemesiyle geçti. Ama kendilerine "Müslümanlar kardeştir"in ötesinde
fazla bir şey söylenmedi, sunulmadı. Sonuçta hep "abisinin verdiğiyle
yetinemesi gereken küçük kardeş" muamalesi gören dindar Kürtlerin daha
fazla beklemeye tahammülleri kalmadığını görüyoruz. İşte bu buluşmadan
yepyeni bir Kürt hareketi çıkıyor ve bu hareket dün de sözünü ettiğimiz
gibi PKK'yı (ve tabii ki BDP'yi) de aşmaya aday.
Tartışmayı yarın sürdürelim.
Yarın: "İyi Kürt" yaratmak mümkün mü?
Yeni Kürt hareketi PKK'yı nerelerde zorluyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder