BDP tarafından, son iki yılda polis tarafından gözaltına
alınanlar ve bunlar arasında mahkemeler de tutuklananların sayısına
ilişkin açıklama da bulundu.
BDP tarafından, son iki yılda polis tarafından gözaltına alınanlar ve bunlar arasında mahkemeler de tutuklananların sayısına ilişkin açıklama da bulundu. Verilen rakamlara göre gözaltına alınanların yaklaşık olarak sayısı Sekiz bini bulurken, tutuklananların sayısı da yine yaklaşık olarak Dört binlere ulaşmıştır. Göz altıların ve tutuklamaların hızından bir şey kaybetmeden devam ettiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bu rakamların giderek daha da artacağı anlaşılmaktadır.
BDP tarafından, son iki yılda polis tarafından gözaltına alınanlar ve bunlar arasında mahkemeler de tutuklananların sayısına ilişkin açıklama da bulundu. Verilen rakamlara göre gözaltına alınanların yaklaşık olarak sayısı Sekiz bini bulurken, tutuklananların sayısı da yine yaklaşık olarak Dört binlere ulaşmıştır. Göz altıların ve tutuklamaların hızından bir şey kaybetmeden devam ettiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bu rakamların giderek daha da artacağı anlaşılmaktadır.
KCK’ye yönelik olarak yapılan operasyonlar adıyla
gerçekleştirilen bu gözaltı ve tutuklamalar, kamuoyunun gündemine de
girmiş bulunmaktadır. Mevcut durumda ise gerçekleştirilen bu gözaltı ve
tutuklamalar yapılan tartışmalar arasında öncelikli olanlar arasında yer
almaktadır.
Aslında KCK’ye yönelik olduğu söylenen bu operasyonlar
üzerine siyasal açıdan söylenecek çok söz var. Bunlar gereklidir de. Bu
konuda birçok çevre, kişi söz söylemekte ve tartışmalara katılmaktadır.
Yapılan bu tartışmalar da KCK’ye yönelik olduğu söylenen operasyonlar
karşısında tutum belirleyen çok değerli aydın ve siyasetçilerin dile
getirdikleri görüşlerde bulunmaktadır. Bunlar anlamlı ve karşısında
saygı duyulması gereken görüşlerdir. Dile getirilen bu görüşlere
katılmakla birlikte, gerçekleştirilen bu gözaltı ve tutuklamaları farklı
bir boyutuyla daha ele alıp, değerlendirme gereği bulunmaktadır.
KCK’ye
yönelik olduğu söylenen bu operasyonlar, her hangi bir gözaltı ve
tutuklamalar değildirler. Uygulamaya konan bir politikanın doğrudan
sonuçlarıdırlar. Demokratik Kürt siyaset kurumları buna “siyasal soy
kırım” operasyonu adını vermişlerdir.
Siyasal soy kırım tanımı, her
hangi bir niteleme ve adlandırma değildir. Bir kırım halini ifade
etmektedir. Kırım yok etmeyi hedefleyen bir eylemdir. Bir yerde harekete
geçilmiş ve eylemle sonuç alınmaya çalışılıyorsa, bunun karşısında
izlenecek yol da buna göre belirlenmek durumdadır. Harekete geçen ve
eyleme yönelen karşısında ise, “sen bildiğini yap, ben bunu
değerlendireceğim, tartışacağım” denilmez, ona karşı konulur. O
nedenledir ki, KCK’ye yönelik olduğu söylenen özünde ise siyasal
soykırım hareketi olan saldırılar karşısında sadece değerlendirme yapmak
ve tartışma yürütmek yeterli bir tavır değildir. Bununla birlikte
yapılması gereken başka şeylerde olmalıdır.
Demokrasi mücadelesini
sadece görüş belirtme, tartışma, örgütlenme vb. ile sınırlandırmak
yeterli bir yaklaşım olmaktan uzaktır. Demokrasi mücadelesi aynı zaman
da bir karşı koyuş ve direniştir, hakkını elde etme mücadelesinin
verilmesi anlamına da gelmektedir. Kürt demokratik siyasetine yönelik
olarak uygulamaya konan siyasal soykırım saldırıları karşısında da
gerçekleştirilecek olan karşı koyuş ve direnişte demokratik bir hak ve
mücadele biçimdir. Kürt demokratik siyaset kurumlarına karşı uygulamaya
konan siyasal soykırım saldırıları karşısında diğer mücadele biçimleri
ile yapılması gereken de budur.
Her gün basın-yayın organlarına
yansıyor. AKP’nin polisleri her gün BDP binalarını, Kültürel ve sosyal
alanda faaliyet yürüten dernekleri, STÖ’leri basıyor, evlerde aramalar
yapıyor yüzlerce insanı gözaltına alıyor. Ardından da bu gözaltına
alınan kişiler yine AKP mahkemeleri tarafından tutuklanarak ceza
evlerine gönderiliyorlar.
Giderek bu siyasal soykırım saldırıları
olağanlaştırılmaya da çalışılıyor. Egemen-yandaş medya bu konu da
elinden geleni yapıyor; eli kalem tutan kalemşorları kendilerine ayrılan
gazete köşelerini bu amaç doğrultusunda kullanırlarken, ağzı laf yapan
gevezeleri de her gün bir başka TV’nin ekranında boy gösteriyorlar. Öyle
ki yazdıklarıyla, söyledikleriyle, uygulamaya konan siyasal soykırım
saldırılarına meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar.
Eğer AKP
polislerinin gerçekleştirdiği bu baskınlar olağanmış gibi görülür ve
sessiz karşılanırsa, egemen-yandaş medyanın yaratmaya çalıştığı
meşruiyet havası dağıtılmasa bu siyasal soykırım saldırılarının pervasız
bir şekilde sürdürülme olanağı da kavuşulmuş olacaktır. Asıl olarak
yapılması gereken de bunun önüne geçilmesidir.
Kimileri AKP
Hükümetinin gerçekleştirdiği bu siyasal soykırım saldırılarını 12 Eylül
Askeri Faşist Cuntasının yaptıkları ile karşılaştırmaktadır. Hatta 12
Eylül faşizminin yaptıklarına rahmet okutur bir düzeye vardığını
belirtenler bile vardır. Bunlar yerinde ve doğru tespitlerdir.
12
Eylül 1980 Askeri darbesinden önce devrimci ve demokrat çevrelere
yönelik operasyonlar başlatılmıştı. Darbeden hemen sonra bu operasyonlar
daha da yaygınlaşarak kitleselleştirilmişlerdi. Gözaltına alınanlar
hemen hemen her gün guruplar halinde bugün olduğu gibi, cuntanın
borazancıları haline gelmiş olan basın-yayın organları tarafından
“teşhir” ediliyorlardı. Bu Türkiye’nin yakın siyasal tarihinde yaşanan
bir gerçeği anlatmaktadır. O nedenledir ki, AKP Hükümetinin uygulamaya
koyduğu siyasal soykırım saldırıları karşısında hemen 12 Eylül gözaltı
ve tutuklamalarının akla gelmesi ve karşılaştırmada bulunulması son
derece anlaşılırdır. Ancak burada görülmesi gereken bir başka husus daha
vardır; asıl önemli olan da budur.
12 Eylül 1980 Askeri Faşist darbesi gerçekleştiği zaman devrimci, demokratik, sol güçlerin direniş kararlarını uygulama şansları olamamıştı. Devrimci, sol, demokratik ve yurtsever özellikler taşıyan birçok gurup ve örgüt 12 Eylül Faşizmi karşısında eylemsel bir boyut da varlık gösterememişlerdi. Öyle ki bu gerçeklik cunta şeflerini bile şaşırtmış, bu kadar kolay olacağını sanmıyorduk biçiminde değerlendirmelerde bulunmaya kadar götürmüştü. Bu yönüyle 12 Eylül 1980 darbesinin yaşandığı sürecin koşulları bugünkünden çok farklıdır. Asıl olarak da AKP Hükümeti tarafından uygulamaya konan siyasal soykırım saldırısı karşısında hesaba katılması gereken bu gerçekliktir.
Bugün Kürt Özgürlük Hareketi büyük bir direniş
içerisinde bulunmaktadır. 90 yıllık TC gerçeğini çözülmekle karşı
karşıya getirmiş, bilfiil 40 yılı bulan mücadele gerçekliği ile önemli
mevziler elde etmiştir. Sömürge bile sayılmayan bir halk gerçekliğinden
mücadele içerisinde yaratılan yeni bir halk kimliğine ulaşılmıştır. Bu
kadar büyük bir kazanımın sahibi ve güç haline gelinmiştir. Bunlara
dayanıldığında, değil AKP Hükümetinin bir siyasal soykırım hareketi, on
siyasal soykırım hareketi de devreye konulsa sonuç alınması mümkün
olamaz. Nasıl ki, askeri saldırıları başarısız kılınmışsa, siyasal
soykırım saldırıları da hiçbir şekilde sonuca ulaşamaz.
12 Eylül 1980
Askeri faşist darbesi karşısında demokratik, devrimci ve sol güçlerin
sahibi olamadığı bu koşullara, bugün gerek Kürt halkı ve gerekse de
hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm demokrasi güçleri sahip hale
gelmişlerdir. Asıl yapılması gereken de bu somut gerçekliğin farkında
olmak ve bu gerçeğe dayanarak bir tutumum sahibi olmaktır. AKP
Hükümetinin siyasal soykırım saldırıları karşısında yapılması gereken de
budur.
AKP polislerinin yaptığı göz altıların hiçbir hukuki dayanağı yoktur ve meşru değildir. Öyleyse yapılması gerekende, bu gözaltına almaların karşısında durmak ve direnç göstermektir, meşru ve hukuki olmayanların öyle normal bir iş yapıyormuşçasına; ellerini-kollarını sallayarak evlere, mahallere vb. girerek gözaltına alma bahanesiyle saldırıda bulunmalarına müsaade etmemektedir. Bu şekilde demokratik ve meşru tutumda ısrarlı olmaktır.
Cemal Şerik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder