Türk devleti ne zaman baskı ve şiddetini artırsa, PKK sorumluları ve
bazı tez canlı yazar ve siyasetçi arkadaşlar "Dağlara gele dağlara"
diyor. Sanırım bunun şarkısını Grup Yorum'dan dinlemiştim. Dağlar, yüz
yıllar boyu Kürt köylüsünün sığınma alanı olmuş. Ama aynı zamanda
yenilgi alanı olmuş. PKK'nin yenilmemesi, örgütün şehir ayağının diğer
isyanlara göre daha güçlü olmasındandır.
Dağ, tek başına hiç bir şeydir. Dağ, mağaradır, vadidir, sığınaktır;
açlık, yoksulluk ve yoksunluktur.
Dağ, F 16'ların atış poligonu,
Heronların gözetleme alanıdır. Dağ, misket ve kazan bombasıdır. Dağ
bedeli çok ağır bir sığınma alanıdır. Toplu ölümlerdir. Grup pusuları ve
kimyasaldır. Dağ, uçakların, topların ve tankların çok gelişmediği
zamanlarda bir direniş kalesiydi. Dağlarda Ermeniler de çok direnmişti.
Soykırım sırasında yükseklere sığınanlardan aylarca direnenler çok
olmuştu. Fakat Avrupa ve şehir ayakları güçlü olmadığı için Türk
çeteleri tarafından kuşatılıp imha edilmişlerdi.
Avrupa ve şehir Kürtlüğünün desteği olmasa dağ bir ay dayanamaz.
Hayat, şehirlerdedir, şehirlerin Kürt varoşlarındadır. Sömürgeci Türk
devletinin şiddeti arttığında dağlara çağrı yerine, boyun eğmez
direnişin iktidarı dağlardan şehir varoşlarına iletilmelidir.
BDP'li siyasetçilerin ve PKK'nin Türk devletine sürekli dağı
göstermesi akıllı bir politika değildir. Gençler dağlara gidebilir,
isteyen gerilla da olabilir, fakat mücadelenin sonucunu tayin edecek
alan şehirlerdir.
Türk devleti nasıl pek değişemiyorsa PKK'nin mücadele anlayışı da pek
değişmiyor. Kürtlere İrlanda ve Bask örnekleri veriliyor. IRA'nın ve
ETA'nın militan sayıları hiç bir zaman bir kaç yüzü geçmedi. Onlar da
şehirlerdeydi. İrlanda ve Bask halkının kullandığı özgürlük ise, bırakın
Kürtleri, Türk halkının özgürlüğünden daha yüksekti.
Hayır, Kürtler şehirleri terk etmemeli. Kürtler legal alan
siyasetçiliğini de terk etmemeli. Şehirler Kürtlerindir. Siyaset alanı
da Kürtlerin alın teri ve emeğidir. İllegalizm berbat bir şeydir. Bütün
canlılar asıl gelişimini ışıkta sağlar. İnsalar ve örgütler de öyledir.
İllegal fetişzmi Türk solunu mahvetmiştir. Dağ gibi Türk gençleri Türk
faşizminin illegal tuzağında Mehmet ağar gibi gangasterlerin
namlularında grup grup canlarını vermişlerdir. Bir gecekonduda, bir
sığınakta, gizli tuttukları bir apartman dairesinde veya dağların
kuytuluk bir köşesinde topluca öldürülmüşlerdir.
Kürtler ellerinden geldikçe daha açık mücadele yürütmelidirler.
Talepleriyle, birliğiyle, demokratlığıyla daha açık bir mücadele... Türk
devletini bu kadar saldırgan yapan Kürtlerin kararsızlığıdır. PKK de
dahil bir bütün halinde Kürtlerin kendilerine ait uygulanabilir bir
programları yoktur. Bütün taktik ve stratejileri Türk devletinin günlük
tavırlarına göre belirlenmektedir. PKK'nin en üst düzeyi defalarca şu
açıklamayı yapmıştır:
"Türk devleti bize sürekli saldırırsa kopuşa gideriz."
Türk devleti sürekli saldırmakta, PKK ise bir türlü kopuşa gidememektedir.
Kopuş nedir? Kopuş, bağımsız Kürdistan ilan edip sınır çizmek
değildir. Böyle bir şey olduğunda buna ilkin PKK karışıtı Kürt
siyasetçileri karşı çıkacaktır. Onlar ömür boyu Türk devletinin
idaresinde yaşamayı tercih ederler, fakat PKK yönetiminin bir gününü
kabul etmezler... Bu Tipik bir Kürt hastalığıdır.
Kopuş, sömürgeci sistemi ve onun yasalarını tanımamaktır. Binlerce
tutuklunun, sömürgeci Türk mahkemelerini takmamasıdır. Bir kaç öğretmeni
alıkoymayı değil, sömürgeci ve ırkçı eğitim sistemin Kürdistan'da
tümden çökmesi hedeflenmelidir. Türk devletinin ırkçı memurluk tipi
Kürdistan'da geçersiz kılınmalıdır. Kürdistan'daki yol trafiği dahi Kürt
direniş hareketinin kontrolünde sürmelidir.
Bunlar radikal önermeler değildir. Gereksiz radikalizm berbat bir
şeydir. Ama PKK'nin ve onun direniş güçlerinin Kürdistan'daki ırkçı
eğitimi ve yaşamı durdurmak gibi bir görevi vardır.
Bunlar yapıldığında Türkiye kesimindeki Kürtlerin hareket alanı mı
kısıtlanacaktır? Kürtlerin haraket alanı diye bir şey yoktur. Kürtlerin
her alandaki yaşamlarının çerçevesini Türk ırk yasaları belirlemektedir.
Ayrıca 20 milyonluk Kuzey Kürdistan kürtlüğünün, "Bağımsız Kürdistan"
için mücadele eden ciddi bir partiye sahip olmaması utanılacak bir
şeydir.
Mücadeleyi rakibine karşı bir şantaj veya terbiye unsuru olarak
kullanmak dönemi kapanmalıdır. Kürtler, Türk ırk yasaları altında
tutulan ayrı bir halktır. Yaşamı, Kültürü ve diliyle ayrı bir halk... Bu
halkın farklı yönetim yasaları olmalıdır.
Ne yapılırsa yapılsın sorunun çözülmemesi de bundan
kaynaklanmaktadır. Türk ırk yasaları içinde Kürtlere yer bulunmamakta,
bunun içinde şiddet her fırsatta Kürtlerin kapısına yeniden
dayanmaktadır. AKP şakşakçılığı yapan Kürt aydınları ve siyasetçileri de
bunun böyle olduğunu çok iyi bilmekte, fakat cüzdanları bu gerçeği
fısıldamaya izin vermemektedir.
HAK-PAR Genel Başkanı Bayram Bozyel, Türk devletinin son saldırganlığıyla ilgili şöyle demiş:
"Bu savaş, şiddet işin uzatmalarıdır ve bunlar son çatışmalardır
artık. Kapanış öncesi son gösterilerdir. Masaya daha güçlü oturmak için
başvurulan bir yöntemdir. Tünelin ucunda masa görünüyor."
Ne kadar iyimser bir değerlendirme. Ya da kaçıncı iyimser değerlendirme?
Kürtlerin sorununu bir kaç yüz Kürt siyasetçisinin ve aydınının kişisel özgürlüğü olarak algılayanlara şunu dememiz gerekiyor:
Kürt halkı ayrı bir halktır ve Kürdistan adında gasp edilmiş bir ülke vardır. Kürtler bu ülkeyi geri istemektedir.
Kürtlerin kapısını çalacak olan nihai gerçek budur...
Türk devleti buna hiç bir zaman hazır olmayacak, nihai kararı her daim Kürtlere bırakacaktır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder