16 Ekim 2011 Pazar

Bu Kadın Ne Diyor?..

Oya Eronat, keyifli bir hayat sürme konusunda aradığını bulamamanın hayal kırıklığıyla kocasını terk etmiş, çocuklarını Diyarbakır’da bırakmış, yolunu bulup, hayatını yaşamak üzere Ankara’ya yerleşmiş. „Körpe çekiciliği“ de uçup başaşağı yuvarlanmış, bu yüzden dar yerde sıkışmış bir kadındı. Arabesk deyimle, hayat yollarında kendine yeni bir kulvar açmaya çabalayan, sıradan mutsuzlardan, bahtı kara bir kadın…

Hayatı gibi ruhu da çalkantılar içindeyken, terk ettiği şehirden haber geldi. Bir patlama olmuş ve oğlu hayatını kaybetmişti.

Bizimki, bu olayı fırsat mı bildi, herneyse annelik duygu ve güdüleriyle müccehez bir portre çizerek ortaya çıktı. Terk ettiği, geride bıraktığı oğlunun yasını tutan, „yüreğini alevler sarmış„ anne profiliyle, medyada göründü. Oğlunun ölüsü, AKP kapılarında yeni hayatının merdiveni, kanlı kefen „ikbal“ basamağıydı. Başkaca bir özelliği, niteliği yoktu. Kefeni sermaye yapıp, Diyarbakır’da milletvekilliği adaylığını kopardı.

Ama aradığı desteği bulamadı. O arada 80 bin oy alarak seçilmiş, mazbatasını da almış Hatip Dicle’nin milletvekilliği AKP dürüstlük ve adaletinin „ben yaptıysam olur“ el çabukluğuyla iptal edildi. İptal, yeni seçimi gerektirdiği halde, Oya Eronat adındaki kadın, sülale boyu devletin adamı Galip Ensarioğlu’nun bile „yadırgadım“ dediği şekilde, sıçrayıp, Dicle’nin oylarının üstüne oturdu.

Nusaybin’de, 7 ila 13 yaşlarındaki çocuklar, Türk polisinin eline geçmektense, mayınlı araziye atılmayı yeğlediği gün, bu kadın, Parlamento İnsan Hakları Komisyonu’nda, Diyarbakır’daki seçim sürecini anlatırken, oy istemek için kapı çaldığında şiddet, hakaret gördüğünü söylüyor, „biz Diyarbakır’da zulüm altındayız“ diyerek haddini aşıyor, onur denilen insani yüce kavramdan habersiz ekliyordu:
„Onlar gibi düşünüyorsanız, demokratsınız. Düşünmüyorsanız ölürsünüz. Arabanız yakılır.“

Eğer dedikleri doğruysa, Kürt kin tutmayı öğrendi, dolayısıyla Kürdistan’ın yolu aydınlık demektir. Nefreti öğrenmeyen, kurtuluşu aramaz çünkü.

Bugün Kürdistan’da, nefretin adı AKP’dir. Çünkü AKP, yalanı, dolanı ve zulmüyle devlettir. Devlet Kürdistan’ı düşman toprağı ilan etmiş, insan hayatını esir almış, hak ve özgürlüklerini yasaklarla talan etmiş, insan onurunun çiğnendiği zindana gardiyan olmuştur. Kürdistan’da zulmün ayak sesi, cinayetlerin görüntüsüdür.

Zalimin temsilcisi kadın, Kürdün kapısını çalan kadın ne bekliyordu, acaba? „Hoş geldin, ey zalimin kadını?“ diyerek boynuna sarılmalarını, göbek döndürüp, kalçalarını titreterek göbek atması için, sofra donatmalarını, tek bildiği müzik olan zurna çalarak, oynamasını sağlamalarını mı?

Onuru olan insan, düşman kapısına dilenmeye gider miydi? „Beni destekle, güç ver ki, onurunu daha çok ezeyim, çocuklarını öldüreyim“ demeye…

Sen hangi yüzle Kürdün kapısını çalıyordun diye sormayacağım. Dilenci, talancı, yurt hırsızı, hak ve özgürlükler gaspçısı, dil yasakçısının onuru olmaz. Şerefli insan, kendine duyduğu saygıdan, başkasının haysiyetini gözetleyen, ona dokunmayan kişidir, çünkü.
Anlattıkların bakılırsa Kürt, kendine olan saygıdan, güçlü kazanında kanını kaşıklayan, güçsüz halinde dilenci olarak kapısına gelenin kafasını, gözünü yarmıyor, sadece „insan ol, öyle gel“ diyordu. Ama insanlığın hatırlatılması suç, bunlarınsa „ben ne yaptım da kapıdan kovuldum“ diye düşünmeleri imkansızdı.

Düşünme yetenekleri olsa, „ben ne yaptım da, bunca tepki görüyorum“ deyip, geriye baksalar, varsa utanma duyguları Kürdün kapısında dilenci olmazlardı. Derler ya, „olmayınca mabut, ne yapsın Mahmut“ diye…

Oysa zulümse eğer, Kürtler „diyarê Rome“ dedikleri Türk bölgelerinin köy, kasaba ve şehirlerinde linç, malları, mülkleri talan edilerek topluca dışarıya atılıyor, Kardeniz bölgesine adı konmamış pasaportla girebiliyorlardı.

Oya Eronat gibi kadınlar, buna zulüm demiyor, bunlardan biri Ankara’da Kürt şarkı mırıldayanı polis sevgisini gösterip, „kurşun sık lan“ diyor, işlenen cinayetten sonra mahkemeden beraat kararıyla çıkıyordu.

Bugün Kürt, kapısına gelen zalimin temsilcisini kovuyorsa, bu nefretin sebebi, biriken kin ve öfkedir. Öfke birikimi ise özgürlüğe açılan yoldur. Kölelerin kurtuluş tarihi, bunun böyle olduğunu yazar.

Kürtler ise köle bile değildir. Kölelerin dillerini geliştirme imkanları vardı…

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: