12 Ekim 2011 Çarşamba

Ben Devletim!

HÜSEYİN ALİ

AKP Hükümeti, 9 Ekim’de Gemlik’e yürüyüşe izin vermedi. Eğer yürüyüşçüler gitseydi, Kürt halkının önderliğine nasıl bağlı olduğunu tüm Türkiye bir kez daha görecekti. Özellikle kadınların fazlasıyla içinde olduğu on binlerce insan, seslerini, duygularını İmralı’ya gönderecekti. Ama bu eylemden ürken AKP Hükümeti bu büyük yürüyüşe izin vermedi. Kuşkusuz bu aynı zamanda İmralı’ya gösterilen yaklaşımdır ve izlenen Kürt politikasıdır.

Gazeteler aynı gün, İmralı’da tecrit uygulandığını yazıyor. Bunun anlamı tecrit içinde tecrittir. Tecrit durumunda önemli haberleri kesilmiş ve geciktirilmiş gazeteler de verilmiyor. Tek FM kanallı radyo da alınıyor, kitap verilmiyor. Böylece şantaj ve tehdit arttırılıyor. Kürtlerin İmralı konusundaki hassasiyeti bilindiğine göre bu uygulamalar savaş anlamına geliyor.

Zindanda bu uygulamaları yapan, binlerce demokratik siyasetçiyi zindanlara atan, Kürtçe savunmaya izin vermeyen, gösterilerde her gün insanları öldüren, tüm demokratik yürüyüşleri sokak işkencesi haline getiren bir hükümetin demokrasi anlayışı olabilir mi? Böyle bir hükümet Kürt sorununun çözümünde adım atabilir mi? Bu hükümetin Kürt politikasındaki zihniyetinin eskisinden farklı olmadığı bu uygulamalarla netleşmiştir. Sadece kimi yöntem değişiklikleri vardır. Bu da her zaman olan bir şeydir. 1960-1970 yıllarındaki uygulamalar 1930’lu yıllardakinin aynısı değildi. Bugünkü uygulamalar da tümüyle 1980-1990’lı yıllardaki gibi olamaz. Ancak zihniyet ve amaç aynıdır. 

Uygulamalar yine serttir, ama kimi eski uygulamalar yerine yeni uygulamalar geçirilmiştir. Örneğin 1990’lı yılların her gün yapılan faili meçhul cinayetleri yerini her gün yapılan onlarca tutuklamalara bırakmıştır. Kaldı ki, demokratik gösterilerde ölen hiçbir Kürt’ün katili yargılanmamıştır.
9 Ekim gösterilerinde devlet yine terör estirmiştir. Kadın, çocuk, yaşlı demeden insanlara saldırılmıştır. Yaşlı bir kadın gaz bombasıyla ağır yaralanmıştır. Yine çocuklar gaz bombalarıyla yaralanmıştır. Artık Kürdistan’da saldırılmayan hiçbir miting ve yürüyüş kalmamıştır. Türk polisi de tarihin hiçbir döneminde bu kadar saldırgan olmamıştır. Öyle ki, Kürtleri karşısında görünce saldıran bir şartlanmışlık içindedirler.

Polis Kürtlere karşı tam bir faşist zihniyetle eğitiliyor ve saldırtılıyor. Milletvekili ve parti genel başkanına bile tereddütsüz saldırılıyor ve hakaret ediliyor. Bunun Kürt halkına saldırı ve hakaret olduğu açıktır. Türk devleti ve hükümeti Kürtlere nasıl yaklaşıyorsa, polis de öyle yaklaşıyor. Türk basını Kürtlere nasıl yaklaşıyorsa, polisler de partisine ve temsilcilerine öyle yaklaşıyor. Kürt milletvekillerine ve Kürt demokratik hareketine yaklaşımın da Kürtlere yaklaşım olduğu açıktır.
Bir polisin bir milletvekiline öyle yaklaşması mümkün değildir. Devletin ve hükümetin arkasında olduğunu ve bu tutumu gösterirse ödüllendirileceğini bildiği için polis de milletvekiline “ben devletim” demiştir. Bu, Türkiye’deki devletin milletten ve halktan üstün görülmesinin somut kanıtıdır. Türkiye’deki devlet hala eski ceberut devlettir. Bu nedenle sen milletin vekiliysen, ben de devletin vekiliyim denilerek karşılık verilmiştir. Aslında Kürtler eski Kürt olsaydı ve kamuoyuna yansımayacağını bilselerdi, daha orada milletvekilini şiddetli biçimde darp ederlerdi.

“Ben devletim” demenin Kürdistan’da daha derin bir anlamı vardır. “Ben devletim” demek, “siz bizim sömürgemizsiniz, bizim karşımızda kim oluyorsunuz da konuşuyorsunuz” anlamına gelmektedir. Zaten polisin ‘ben devletim’ derken, o sözündeki üstünlük üslubu bunun kanıtıdır. Milletvekiline o üslupla yaklaşan polisin, sıradan halka ne yapacağını siz düşünün. Kuşkusuz tüm gösterilerde, Kürt düşmanlığını ve devletliliklerini iyi gösteriyorlar. Devlete karşı çıkanın neyle karşılaşacağını her fırsatta Kürtlere hatırlatıyorlar.

Kürtlere yaklaşım Türk devletinin kodlarında vardır. Kürt düşmanlığı Türk devletinin doğal refleksi haline gelmiştir. Kemal Tahir bir romanında, bir devlet yöneticisinin ağzından ‘Kürtlerin kafasını kaldırmasına fırsat vermeyeceksin, kafasını kaldırırlarsa bunlarla baş edilemez’ demektedir. Şimdi bu devlet başını kaldıran Kürt’ü ezmek için her yerde devlet terörü uyguluyor.

Türk basını da her gün Kürtler üzerindeki baskının psikolojik ortamını hazırlıyor. Öyle bir yayın yapıyor ki, Kürtler tutuklanmayı da, dövülmeyi de, öldürülmeyi de hak ediyorlar yargısını oluşturuyorlar. Milletvekilleri de terörizmi destekleyen baş suçludurlar. Bülent Arınç, TRT’deki söyleşisinde “mecliste de terörün işbirlikçileri var” diyerek hedef göstermiştir. Bir gün sonra da polis Gültan Kışanak ve İdris Baluken’e saldırmıştır. İmam öyle yaparsa, cemaati de böyle yapar. Zaten polise imamın ordusu demiyorlar mı?

Türk basınının nasıl bir psikolojik savaş yürüttüğünü 10 Ekim’de çıkan gazetelerde bir daha gördük. Yandaş basın, halkın 9 Ekim komplosu tepkisine hiç yer vermezken, “Kürtler PKK’ye karşı çıkacak”, “PKK’ye karşı çıkan Kürtler” manşetlerini atarak nasıl bir psikolojik savaş merkezi haline geldiklerini göstermişlerdir. Başbakan ve Bülent Arınç her gün teröristlerin eylem ve gösterilerini vermeyin, onların propagandasını yapmayın demiyor mu? Türk basını da bunu yapıyor. Ne milletvekillerine saldırıyı, ne de yaşlı, kadın ve çocukların gaz bombalarıyla yaralanmasını veriyor. Ama Kürt gençlerinin birkaç bankaya molotof atmasıyla küçük bir yangın çıkınca televizyon ve gazeteler sürekli veriyor. Bu durum Türk basınının hangi görevleri üstlendiğinin kanıtıdır.

Herhalde Türk devleti halkın gösterileri ve gerilla eylemleri verilmezse, Kürt sorununu ortadan kaldıracağını sanıyor. Bu politika yüzyıldır yürütülüyor. Ama Kürt sorunu tüm canlılığı ile ortadadır. Artık anlaşılmıştır ki Kürt halkının özgürlük mücadelesini psikolojik savaşla örtme ya da çarpıtma politikasından vazgeçilmediği müddetçe bu sorun çözülmeyecektir. Ne zaman ki psikolojik savaşla gerçekleri örtme bırakılır ve sorun tüm çıplaklığıyla toplumun önüne konulursa o zaman çözümün önü açılacaktır.

Psikolojik savaş hükümetlerinin bir ömrü vardır. Psikolojik savaş tırmandırılır, ama psikolojik savaş etkisini tümden yitirdiğinde ya yeni psikolojik savaş hükümeti gelir ya da çözüm gerçekleşir. AKP Hükümeti de Türkiye’nin son psikolojik savaş karargahıdır. Bu karargah da sonuç almadığında Kürt sorunu konusunda çözümden başka bir yol kalmayacaktır.

Hiç yorum yok: