Adalet
ve Kalkınma Partisi (AK Parti) kurulduğunda sahiden de "mağdur edilmiş"
bir politik hareketin temsilcisiydi. Katıldığı ve kazandığı ilk
seçimler için de (3 Kasım 2002) bu tespit geçerliliğini koruyordu.
AKP'nin hapisten çıkmış lideri Tayyip Erdoğan Başbakan koltuğuna oturduğunda bile tedirginliğini giderememişti:
-İktidar olduk ama muktedir olamadık diyordu.
O yıllarda"öteki mağdurları" da fark edebiliyordu:
-Kürt meselesi benim meselemdir!
Devletin, Kürtlerle on yıllardır sürdürdüğü kavgayı bitirecekti. Söz
verdi. Destek istedi. Oy aldı. Açılım yapacağım dedi. Kürtlere "dağdan
inin, gelin" dedi. Silahlı Kürt muhalefeti, iyi niyete karşılık verdi
geldi.
İktidar, artık muktedir olmuştu:
-Uslu uslu oturun, etliye sütlü karışmayın siyasetle uğraşmayın!
Halbuki onlar"siyasi mücadele" için dağa çıkmışlardı. Ama Kürtlere
silahsız siyaset yapmak kolay değildi. Kapatılan kaç Kürt partisi
olduğunu bir çırpıda söyleyecek olanımız var mı?
AKP üst üste üçüncü kez seçim kazanıp iktidara gelince"mağdur olmak"
kavramı ile bütün bağlarını koparttı. Artık iktidar artı muktedir
olmuştu. Önünde uzanan bulvar, şikayetçi olduğu eski devletin "şanlı"
yoluydu:
-Mağdur etmek!
Eski devlet yapısı Kürtleri öldürerek bitirmeyi seçmişti. Kürt
kalmayınca Kürt sorunu da ortadan kalkacaktı. Yeni devlet ise Kürtleri
hapishanelere tıkarak Kürt Sorunu'nu bitirmeyi kafasına koymuş
görünüyor.
KCK tutuklamaları 5.000'e doğru tırmanıyor.
Bu kadar da değil... Milletvekilleri Leyla Zana, Nursel Aydoğan
veAysel Tuğluk'un 12 Haziran Seçimleri öncesi yaptıkları konuşmalar
yüzünden toplam 150 yıl hapis istemli davalar açıldı.
Bu isimler için hazırlanan iddianameler kabul edildi, önümüzdeki
günlerde Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde duruşmalara başlanacak.
Bu arada Van Belediye Başkanı Bekir Kaya Van 3. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde görülen iki ayrı davadan iki yıl hapis cezasına
çarptırıldı.
Devletin"muhatap" kabul ettiği Kürtlerin ise "irademizdir" dediği PKK
Lideri Abdullah Öcalan'nın avukatlarıyla görüşmesi 6 aydır
yasaklanıyor.
Bütün bu gelişmeler Türkiye gazetelerinde ve televizyonlarında
"normal" görülüyor. Hatta bazı gazeteler ve gazeteciler 28 Şubat'ın Türk
medyasına armağanı olan "Bölücü-başı" veya "Terörist-başı" gibi
sıfatlandırmaya olan sadakatlerini sürdürüyorlar, gazeteciliğin evrensel
kurallarını delik deşik etmek bahasına...
İlerde bu yazılanlar, yazanları utandıracak emin olun. Gazeteci
çatışan taraflar arasında birinin diliyle haber yazmaz. İktidarlar
gelirler, giderler. Ama gazeteler ve yazılanlar arşivlerde kalırlar.
İlk OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu İstanbul'de dev bir basın
toplantısı yapmıştı 1988 yılında...
Gazetecilere "Güneydoğu'yu milli maç
gibi izleyin" demişti. Öyle yapıldı. Ne oldu?
Eğer bir işe yarasaydı, bugün aynı şeyleri yaşıyor ve yazıyor olur muyduk?
AKP Hükümeti Kozakçoğlu'nun basından talep ettiğini medyadan gönüllü
olarak aldı. Bu yüzden ülkenin yarısı kanıyor. Diğer yarısı da sızlıyor.
İnsanlar diyor ki:
-Kimseyi öldürmeden bombalamadan-bombalanmadan huzur içinde yaşamak istiyoruz!
Çok mu zor bu isteği yerine getirmek?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder