16 Ekim 2011 Pazar

49’larda Menderes, BDP’de Erdoğan


Şimdiki Erdoğan gibi Adnan Menderes’in talimatıyla, MİT-o zamankinin ismiyle MAH- müsteşarı Ergün Gökdeniz, Kürt Sorunuyla ilgili bir rapor hazırlar

Padişahlım denilen devşirme bir Türk Başbakanı var.

Devletlû mu devletlû…

Devletlû vakkanivüsçüler ona methiyeler düzerken, “Padişahım ne eylemişse iyi eylemiş” diyorlar.

Onlar bu methiyeleri düzerken, O’na her tarafı fetheylerler.

Eee methiyeleri gören padişahlım da geri durur mu?

Hem talanların ve katliamların imparatorluğu olan Osmanlı’ya hem de Menderes’e öykünür.
 
Osmanlı cellatları Kürtleri kuyulara doldurarak kırımdan geçirirken, son padişah Erdoğan ise sokak katliamlarıyla bebek, çocuk, genç, anne, baba ve ihtiyar demeden Kürtleri katletmekte…
Mirasçıyım dediği ve “49’lar Olayı” denilen 50’lerin celladı Adnan Menderes’ten ise fiziki ve siyasi soykırımın yöntemini devralmış durumda.

“49’lar Olayı” tam bilinmeden Menderes tanınmayacağı gibi, Adnan Menderes’in Kürt düşmanlığı tanınmadan da Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı tanınmaz.

Peki, bu “49’lar Olayı” nedir?

1958 yılında Irak’ta, General Abdülkerim Kasım, bir darbe yapar. Krallığa son verir, cumhuriyet rejimini kurar.  Ardından da Sovyetler Birliği’nde bulunan Mustafa Barzani’ye, bir çağrıda bulunur. Kürtlerin siyasal haklarını tanıyacağını ve otonomi vereceğini belirtir. Bunun sonucunda Barzani, Güney Kürdistan’a geri döner. Güney Kürdistan’da Kürtlere bazı hakların tanınması ve Kuzey Kürdistan’da Musa Anter’in öncülüğünde bazı Kürt aydınların, yayınsal çalışmalarının Kuzey Kürdistan’da etkisinin görülmesiyle birlikte Türk devleti harekete geçer.

Devlet kendisine göre ölü saydığı Kürtlerin, tekrar dirilebileceğini varsayarak harekete geçer.

Şimdiki Erdoğan gibi Adnan Menderes’in talimatıyla, MİT-o zamankinin ismiyle MAH- müsteşarı Ergün Gökdeniz, Kürt Sorunuyla ilgili bir rapor hazırlar ve Menderes hükümetine sunar. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve 2.Kurmay başkanı Cevdet Sunay bu raporu inceler.

MİT-MAH- raporu hükümetçe ele alınır ve 17 Aralık 1959 günü aralarında üniversite öğrencilerinin de bulunduğu elli Kürt aydını tutuklanır. Tutuklamalar son derece gizli yapılır ve olayla ilgili yayın yasağı konur. Böylelikle zamanla bin kişiyi tamamlayacaklardır.

İstanbul Harbiye’deki bir platformda üstü açık kırk tane hücre yapılır. Kürtlerin Ape Musa’sı Musa Anter’in anlatımlarına göre, Emin Batur adında bir Kürt yurtseveri hücresinde kan kusarak ölür. Onun için bu olaya ‘’Kırk Dokuzlar Olayı’’ denir. Bu olayı tüm dünya basını yazmış. Bu kırk dokuz kişi 6 ay bu hücrelerde tutulmuştur. Musa Anter “Kırk Dokuzlar Olay’ını” şöyle anlatır.

“O zaman MİT Müsteşarı Ergun Gökdeniz vardı, bu sonra Mardin valisi oldu. İşte bir rapor hazırlıyor ve dönemin hükümetine iletiyor. O zaman cumhurbaşkanı olan Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve General Cevdet Sunay bu raporu inceliyor. Bu anlattıklarımın hepsi gerçek… Tabi bunlar mahkeme tutanaklarına geçti. Zamanın cumhurbaşkanı Bayar ve Cevdet Sunay ‘tamam’ diyorlar. Celal Bayar, Dersimdeki tecrübelerine güvenerek ‘zaten inkıla’(köklerini kazımak gerek) diyor. Tevfik İleri,’ arkadaşlar siz beni bilirsiniz, ben bir Kürt dostu değilim ama böyle bir harekette bulunursak, sakın Cezayir’i Kürt coğrafyasına getirmiş olmayalım?’ diye soruyor. Fatin Rüştü Zorlu’ ’böyle şey olmaz, ben şimdiden istifa ediyorum zaten dışarıda kimsenin yüzüne bakacak halimiz kalmamıştır, Ermeni soykırımıdır, tarih içinde bir parça kabuk bağlamışken yeniden bu soykırımı kimseye karşı savunamayız’ diyor. En son Adnan Menderes de kalmış; “Peki arkadaşlar, zaten müfettiş beyin anlattığı suçlar idamlık suçlardır. Biz bunlardan elli tanesini tutuklar, mahkeme kararı ile idam ederiz. Böylece ellişer ellişer tutuklar ve mahkeme kararı ile idam edersek, bini tamamlarız” demiş. Buna karar veriliyor. Tabi öncelikle Ankara Genel Kurmay Mahkemesi’nde elli tane adsız tutuklama müzakeresi çıkarılarak Milli Emniyet’e veriliyor. Milli Emniyet kimin adını koyarsa o tutuklanacak”.

YÖN dergisi bu raporu yayınladı. Rapor aynen şöyleydi; “Türkiye’de bazı Kürt aydınlarının bir Kürt isyanını örgütledikleri ve bunlara da komünistlerin yardım ettikleri düşünülerek 1000 Kürt aydını yargılanıp idam edilmelidir. Yalnız biz bu bin kişiyi öylelerinden seçmeliyiz ki büyük tepkilerle karşılaşmayalım. Birincisi, bunlar herhangi bir yasal partiye üye olmasın. İkincisi, ailece aşiret sahibi olmasın, biz bunlara komünist diyelim.

Bu Kürt aydınlarının komünist olduklarını söylersek, dindar olan ana babaları bile bunlara sahip çıkmaz, dolayısıyla Kürtlerden olumsuz tepki alınmaz.” deniliyordu. 

Ayrıca dönemin yöneticilerinde, “böylesi ciddi bir komünist komplosunu boşa çıkarmak Amerika’dan daha çok yardım almamızı mümkün kılar.” düşüncesi egemendi.

Bu senaryoya sadece Fatin Rüştü Zorlu karşı çıkar. Yurt dışı gezilerinde sürekli Rum ve Ermeni soykırımı ithamı ile karşılaştığını, buna bir de Kürtleri katmanın büyük bir hata olacağını, Türkiye’nin bu yükü kaldıramayacağını söyler. 

Sonuçta Adnan Menderes’in Kürt düşmanlığı etkin çıkar. Mademki MİT raporuna göre yüklenilen suç idamlıktır. O halde idamı uygun bulunan Kürt aydınları 50’şer kişilik postalar halinde yargılanıp idam edilmelidir.

İlk postanın tutuklanması için Ankara Askeri Mahkemesi’nden isimsiz 50 tane tutuklama müzakeresi alınıp, MİT temsilcisine verilir. MİT bu ilk 50 kişiyi ismen tespit edecek, isimlerini hazır evraklara yazacak ve bunları tutuklayacaktır.

Artık top MİT’tedir. MİT ajanları Kürt aydın avına çıkmak için gerekli emri beklemekteydiler.
 
Kürtçü olarak fişlenmiş aile ve bireylerin dosyaları taranmaya başlanır. Zaten MİT takibinde olan birçok Kürt aydını vardı.

Tam bu aşamada İstanbul’daki üniversite öğrencilerinin çektiği bir protesto telgrafı da MİT’in insan seçmesine vesile olmuştu.

Ape Musa söz konusu MİT raporu ile 49’lar olayını anlatmaya devam eder.

‘’Sözünü ettiğim bu MİT raporu o zamanın hükümeti tarafından ele alınır ve ilk etapta elli kişinin tutuklanmasına karar verilir. Böylece zamanla bin kişiye tamamlanacaktır. Tutuklananlar Kürtçülük, bölücülük, Sovyetler Birliğinin desteği ile bağımsız bir Mezopotamya kurmakla suçlandılar. ’Neden bu olaya 49’lar dendiğini de Anter şöyle anlatır;

‘’1950’ li yıllarda, DP iktidarı zamanında elli tane Kürt aydını olarak bizi tutukladılar ve Harbiye’deki hangar binaların içine, yerine göre bir buçuk metre uzunlukta iki metre genişlikte mezar biçimi kırk tane hücreye sığdırarak 17 Aralık 1959 da 49’ların ilk tevkifatımızı yaptılar. Sonra içerde Mardinli İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi benim hemşerim olan Emin Batur’un usafalgus borusu çatladı. Kan hücreden dışarı sızınca, hücrenin kapısı açıldığında Emin hücrede vefat etmişti. Bu acım sonsuzdur. O gün bu olayı kabullenmek çok zor oldu ve Emin’in kan içindeki hücresine gittim. Ağzından gelen kan ile duvara şunları yazmıştı; ’’Esaret bahçesinde bir gül olmaktansa/hürriyet bahçesinde bir diken olmayı tercih ederim’. Biz artık kırk dokuz kişi olarak kaldık”.

O bahsedilen dönem 1938 Dersim Soykırımından sonra beyaz katliamın tam etkin olduğu dönemdi. Musa Anter gibi bir Kürt aydının öncülüğünde bir avuç aydının, karanlıktaki bir kıvılcım olarak çıkmasıyla birlikte, Yeşil Türk Irkçılığının başlatıcısı Adnan Menderes’in faşizan ve ırkçı yüzü anında açığa çıkmıştı. 

Menderes her yönüyle bir ilkti.

Yeşil Türk Irkçılığını ilk başlatandı.

Türk Irk Devletini NATO’ya ilk sokandı.

Türk kontrgerillalarını ABD’de ilk eğitendi.

Kürdistan’da Türk Yeşil Irkçılığını ilk örgütleyendi.

Kürdistan’da Türk-İslam Sentezine dayalı bazı Kürtleri soysuzlaştırarak ilk Türkleştirendi.

Kürdistan’ı kapitalist modernitenin yayılım alanına ilk dönüştürendi.

Kürdistan’da köşe dönmeciliğe yol vererek bazı ihanetçi tarikat şeyhleri, ağalar vasıtasıyla Türkçülüğü ilk meşrulaştırandı.

Aslında Kürdistan’a Türk devşirmeciliği adına ne varsa demokratlık maskesiyle ilk yerleştirendi.

Demokratlık dedi ihaneti meşrulaştırdı.

Din dedi, İslam dedi Türklük zehrini şırıngaladı.

Zenginlik dedi, sömürgeciliği, talanı, hırsızlığı Kürdistan’a yaydı.

Ahlak dedi, ahlaksızlığı pompaladı.

Abdul Melik Fırat gibi Kürtlerin yaşını büyüttü,  milletvekili yaptı, Türk ırkçılığının hizmetine soktu.

Musa Anter gibilerini idam etmek için çevirmediği dolap, yapmadığı zulüm kalmadı.
 
Pislik dolu hücrelere attı, içinden tuvalet lağımının geçtiği hücrelere kilitledi.

Sebatayist devşirmesi Menderes’in yolunda giden Gürcü devşirmesi Erdoğan’ın, derler ya “boynuz kulağı geçer”.

Erdoğan, Menderes’i kat be kat aştı

Menderes, Türk subaylarını kont-gerilla eğitimi için ABD’nin Florida kentine yollarken, Erdoğan ise Türk polislerini kont-gerilla eğitimi için ABD’nin Florida kenti yerine Utah’a yolluyor.
Menderes’in kont-gerilla örgütü Özel Harp Dairesi diğer adıyla Ergenekon iken, Erdoğan’ın kont-gerilla örgütü Özel Kuvvetler Komutanlığı ile Polis Akademisi’nin karması diğer adıyla Ötüken’dir.

Menderes, 50’şer 50’şer Kürtlerin öncülerini idam ederek 1000 Kürde tamamlayarak, Kürtleri bir bütünen soykırımdan geçirmeyi planladı ve uygulamayı başlattı.

Erdoğan ise yüzer yüzer, iki yüzer iki yüzer tutuklayarak zindanlara dolduruyor. Menderes’e 50 Kürdü zindan atmak nasip oldu.

Erdoğan ise şimdiden 4100 kişiden fazla Kürdü zindanlara doldurdu. Şırnex’te belediye başkanı bırakmadı. Sadece Şirnex’ten 500’ün üzerinde Kürt doğal önderi zindanlara atılmış durumda.
Menderes’in kurduğu tezgâh daha kaba iken,  Erdoğan’ın kurduğu tezgâh ise daha inceltilmiş bir tezgâh iken Menderes’inkini kat be kat aşıyor.

Demokrasi diyor uygulamada olan faşizmin en totaliteri

Abdul Melik Fırat’ın ardılı Galip Ensarioğlu, Cevdet Yılmaz,  Mehmet Şimşek ve Asım Güzelsoy gibi Türkleştirdiği Devşirme Kürtleri milletvekili, bakan ve belediye başkanı yapıyor.

Hatip Dicle, İbrahim Ayhan, Selma Irmak ve Necdet Atalay gibi özgürlükçü, ahlaklı, direnişçi ve onurlu Kürt milletvekili ile belediye başkanlarını zindana atıyor.

Andan Menderes, aydın Kürtleri komünist diye tezgâh kurup idama gönderirken, Erdoğan KCK’li diye tezgâh kurup soykırıma uğratıyor.

Adnan Menderes’in katliamı Kuzey Kürdistan ile sınırlı iken, Erdoğan’ın katliamı dört parçayı da aştı.

Güney Kürdistan’da Solin bebeği, Cizre’de kundaktaki bebek Mehmet Uytun’u katlediyor.
 
Erdoğan’ın ile Fetullahçı Medya ise bu katliamları ile totaliter faşizmi meşrulaştırıyor.

Özel ve Psikolojik Savaşta sınır tanımıyorlar.

Erdoğan ile Fetullahçı Medya ahlaksızlığın ve onursuzluğun en dip noktasında seyrediyorlar.

Bu kadar emsalsiz Yeşil Türk Faşizmi ortada iken Kürde büyük bir direnişe geçmekten başka bir alternatif yok.

Özgür Bilge

Hiç yorum yok: