16 Eylül 2011 Cuma

Zulüm Bilimle Örtülemez

Ertuğrul KÜRKÇÜ
 
Türkiye'nin halkları 1960'ların ikinci yarısından beri ABD'den ithal "gayrinizami harp" doktrinleriyle tanışık. Sadece kâğıt üzerinde değil. Canı ve teniyle de...

Toplumsal ve siyasal süreçlere askeri bir bakış açısından müdahale çıkmazının insani bilançosu olağanüstü ağır oldu: Son 40 yılda en az 50 bin insanın hayatına
mal olan bir devlet politikasından söz ediyoruz.

AKP hükümeti, bu gidişatın sonunda vardığı Kürtlerle Savaş çıkmazından çıkış iddiasıyla 2008'den bu yana "açılım" sözünü ağzından düşürmüyordu. Ancak "açılım"ın bir açılıma benzeyebilmesi için mümkün ilk adım Habur Kapısı'ndan içeri atılınca AKP, büyük bir hızla yüz geri etti. Kendisini yeniden kadim milliyetçilik ve militarizmin kucağına attı. Bu dönüşün ister istemez klasik "anti-terör" stratejisine ricatla sonuçlanacağını öngörmek hiç de zor değildi.


Geçtiğimiz hafta basına sızan, Milli Güvenlik Kurulu'nca (MGK) şubat sonlarında kabul edilen "121019 sayılı Terörle Mücadele Strateji Belgesi" AKP'nin de artık önceki hükümetler gibi başarısızlığa mahkum bir karşı-ayaklanma operasyonu dışında bir projesi kalmadığı konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmıyor.


"121019 sayılı Terörle Mücadele Strateji Belgesi'ne göre, hükumetin yapacağı işler şunlar: "Kamuoyu yoklamalarıyla halkın nabzı an be an tutulacak, çocuklar terör konulu eğitim faaliyetleriyle bilinçlendirilecek, camilerin ve din adamlarının terörle mücadelede bilinçlendirme çalışmaları etkin katılımı sağlanacak ve terör örgütüne karşı kooperatifler kurulacak.''


"Terörle mücadelede bilimsel araştırmalara özel önem verilecek. Üniversiteler konuyla ilgili araştırmalarında desteklenecek. Bu çerçevede düşünce kuruluşlarından da faydalanılacak. Ayrıca STK'larla da işbirliği yapılacak. Kamuoyu yoklamalarıyla halkın nabzı an be an tutulacak. Bölgeye yönelik politikalarda bu araştırmalar temel alınacak. Bölgede akil adamlar olarak bilinen önemli isimlerin süreçte etkin olmaları sağlanacak. Ayrıca terörle mücadelede eğitime özel önem verilecek. Bölgede okuma-yazma kursları yaygınlaştırılacak. Kardeş okul kampanyaları, turistik, sportif ve kültürel faaliyetler desteklenecek."


Ya Kürt halkının kimliğinin tanınması ve özgürce ifadesi talebi? Aslında bütün strateji bu talebin reddi üzerine kurulu. Ancak hükümet yanlısı medyaya bakarsanız, bu kez terörizmle mücadelede "bilimsel" bir şekilde yürüneceği garanti.


İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyal isyanlara karşı "bilimsel" mücadele hükümetlerin gözünde önem kazandı. David Galula askeri teorinin bu bağlamda gelişimi bakımından önemsenen bir uzman. Asıl ününü Ağustos 1956-Nisan 1958 arasında yüzbaşı rütbesiyle katıldığı Cezayir Savaşı'nda kazanmış, kendi görev bölgesinde bağımsızlıkçı güçlere verdirdiği kayıplarla dikkati çekmişti. Askeri akademilerde klasik savaş teorisi bakımından Carl von Clausewitz'in Savaş Üzerine'sine biçilen değer neyse, Galula'nın askeri, siyasal ve toplumsal etkinlikleri tek bir otoritenin güçlü denetimi altında birleştirmeye dayalı teorisi de gayri-nizami savaş bakımından o değerde görülür. Galula Karşı Ayaklanmanın Teori ve Pratiği'nde         -dilerseniz bunu kontrgerillanın teori ve pratiği diye tercüme edebiliriz- şöyle diyor:


"(Karşı ayaklanmada) zafer belli bir alanda isyancı güçlerin ve siyasal örgütlerinin tahribinde yatmaz (...) Zafer buna ek olarak isyancının toplumdan sürekli olarak yalıtılmasında, bu yalıtmanın topluma dayatılmasında değil, toplum içinde ve toplum tarafından sağlanmasında yatar... Klasik savaşta güçlülük, birlik sayısı, birliklerin konuşlanmaları, sınai kaynaklar gibi askeri ya da başka türden elle tutulur ölçütlerle değerlendirilir. Devrimci savaştaysa güçlülüğün toplumun tabanda siyasal örgütlenmeye verdiği destekle ölçülmesi gerekir. İsyancı, halkın arasından doğan ve onun tarafından sıkı sıkıya desteklenen bir siyasal örgütle kaynaştığında güç sahibi bir konum edinmiş olur."


David Galula'nın izinden gidenler arasında son dönemlerde büyük ün kazanan başka bir David var: Irak ve Afganistan'da ABD'nin işgal operasyonlarının başkomutanı, kontrgerilla faaliyetlerine kazandırdığı "halk diplomasisi" kavramıyla bilinen General David Petraeus. Ona göre de "Siyasal, toplumsal ve ekonomik programlar çatışmanın kökenindeki nedenlere yönelmek ve ayaklanmayı çökertmek açısından klasik askeri operasyonlardan çok daha değerli."


Petraeus'un kurmaylarından Fred T. Krawchuk ise karşı ayaklanmanın stratejik iletişim ve enformasyon harekâtlarının başarısına bağlı olduğunu vurguluyor.  Karşı ayaklanmanın düşünceler, ideolojiler ve sosyo-politik hareketler arasındaki bir rekabet olduğuna dikkat çeken Krawchuk, isyancının ideolojisiyle başa çıkmak için ideoloji ve dinin özelliklerinin anlaşılmasının iletişim ve enformasyon harekâtları açısından önemini tekrarlıyor.


Bu çerçevede "halk diplomasisi" kavramına geri dönen Krawchuk'a göre tek yol harekâtın cereyan ettiği kültürü anlamak. Karşı ayaklanma harekâtları dünyayı isyancının gözünden algılayabilmeli. Kapsamlı bir kültürel tablo geliştirebilmek açısından "medya danışmanları, mali ve ticari uzmanlar, psikologlar, kurumsal ağ analizcileri ve çok çeşitli disiplinlerden bilim insanları"na yatırım yapmalı.


"121019 sayılı Terörle Mücadele Strateji Belgesi" bu metinlerde söylenenlerden yeni ve başka hiçbir şey söylemiyor. Bütün bu teoriler, halkın özgürlük talebi karşısında egemenlik iddiasının halka kabul ettirilmesinin imkânlarının var olduğu varsayımına dayanıyordu.


Hatırlatmaya gerek yok. Fransa Cezayir Savaşı'nı kaybetti. Cezayir'e bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. David Petraeus'un "halk diplomasisi" taktiği "Ebu Gureyp" vahşetini örtmeye yetmedi. Bir gazetecinin George W. Bush'a ayakkabısıyla yönelttiği "stratejik iletişim harekâtı"na yenik düştü. Afganistan'daki akıbetinin farklı olacağını düşünmek için bir neden yok.  


Öyleyse, neden "121019 sayılı Terörle Mücadele Strateji Belgesi" bir "başarı" müjdecisi olsun?

Hiç yorum yok: