16 Eylül 2011 Cuma

Sesler

Şu satırları yazdığım gün sabaha karşı sevimsiz, kulakları sağır edercesine gökyüzünü deler gibi gelen seslerle uyandım. Saate baktım: 03.05’i gösteriyordu. Yaşadığım kent Amed’in semalarından yükselen savaş uçakları sesleri… Tonlarca bomba yüklü bu uçaklar sabahın alacakaranlığında nereleri yakıp-yıkacak, hangi anne yüreğine yangın düşürecek, yeşiller nasıl karaya dönecek diye düşündüm durdum; bir daha gözüme uyku girmedi. 
Savaş işte bu. Kan demek, yangın demek, ölmek-öldürmek demek.

Son otuz yıldır yaşadıklarımız, tanıklık ettiklerimiz bir imhanın, yok etmenin, mezarsız öldürmelerin özeti gibi.
Aynı sabahın ilerleyen saatlerinde Şemdinli’de yaşanan çatışmanın ardından asker ve polislerin 14 yaşındaki Osman Erbaş, Necdet Güreli ve Tayyar Güreli’yi öldürdüğünü öğrendim. Üstelik yaralıların saatlerce bekletildiği ve bu nedenle ambulansların hastaneye geç gittiği de tanıklar tarafından verilen bilgiler arasında.
Bugünlerin yaşanacağı aylar öncesinden tahmin ediliyordu. Savaşta, şiddette, askeri-siyasi operasyonlarda ısrar eden devlet zihniyetinin “tekerrürden” ibaret olduğu ve yakın geleceğimizi kana bulayacağı oldukça açıktı. Bu ülkenin vicdanı olan herkes, tek çözümün diyalog-müzakere-demokratik çözüm olduğunu haykırdı sayısız defa. Ama ne oldu: operasyonlar “sınırdışlarına” taştı; Ranya’nın ortasında bebekler, çocuklar, siviller katledildi. Anne rahmindeyken vuruldu bebeler. Herkes Ranya kurbanlarının 7 olduğunu yazıyor; ancak katledilen annenin karnındaki bebenin de bir Can olduğunu hatırlamak ve gerçek kurban sayısının 8 olduğunu bilmek gerek…
Bugün bu savaşı durdurmak, çözüm ve onurumuz için mücadele etmek kadar yaşanan tüm insanlık suçlarının da kovuşturucusu olmamız gerek. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve bilumum uluslar arası mekanizmalar savaş hukukunun; bir diğer adıyla İnsancıl Hukuk Kaidelerinin fütursuzca ihlaline karşı üç maymunları oynarken, bu ikiyüzlülüğü tüm dünyanın önüne sermek gerek. Hiçbir şeyden utanmıyorlarsa Solin bebenin gözlerinden utanırlar belki…
Evet, önceki gün sabaha karşı beni uyandıran seslerin 14 yaşındaki Osman Erbaş’ın katillerinden olduğunu da biliyorum artık. Masamda tuttuğum deftere yazıyorum: Sadece bizim tespit edebildiğimize göre 1989’dan bu yana asker-polis kurşunuyla katledilen 439. çocuk Osman Erbaş.
İnsan Hakları Hukukunda savaş koşullarında da askıya alınamayacak, dokunulamayacak, sınırlanamayacak haklar vardır. Çocuk/sivil ölümleri, ormanların-yakılıp yıkılması, kimyasal silah kullanımı, yargısız infazlar, bunlardan sadece birkaçıdır. Türkiye’nin demokratik kamuoyu bu insanlık suçlarına sessiz kalmamalıdır. Yine mazlum Gazze halkına uygulanan insanlık suçları karşısında Kürt halkına yapılanları görmezden gelen uluslar arası mekanizmalara görevleri hatırlatılmalı; bu suçların peşini asla bırakmayacağımızı vurgulamalıyız.
İşte tam da böylesi bir ortamda Kürtlerin ulusal birliğinden taviz verilmemeli; koşullar ne olursa olsun birlik konferansının gerçekleşmesi için herkes üzerine düşen rolü oynamalıdır.

Reyhan Yalçındağ

Hiç yorum yok: