27 Eylül 2011 Salı

Özel Savaş Devletinin Özel Savaş Demokrasisi

M.DELÎLA

Türkiye’nin tamamen gerçek bir tersyüz etme, aldatma biçimindeki bir özel savaş devleti olduğu Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler konuşmasıyla bir daha kanıtlanmıştır. Bu konuşmanın Türkiye’de kendine demokrat diyen birçok yazar tarafından beğenilmesi, Türkiye’nin nasıl bir özel savaş devleti olduğunu gözler önüne sermektedir. 

Türkiye’deki aydın yazar takımının da Türkiye’deki gerçekleri tersyüz etme göreviyle sorumlu oldukları anlaşılmıştır. Kuşkusuz bu yazarçizer takımı bizzat devlet ve özel savaş rejimi tarafından görevlendirilmemiştir; ancak özel savaş rejimi düşünce dünyası üzerinde çok yönlü o kadar baskı kurmaktadır ki, bu yazarçizer takımı devletine yaranmak ya da aforozlanmamak için bu özel savaşın parçası haline gelmektedir.

Başbakan Erdoğan Birleşmiş Milletlerde İsrail’i eleştirdi, Filistin’in haklarından söz etti. Somali konusunda insan hakları savunucusu kesildi. Batının sömürgeciliğinin Afrika’da yarattığı sonuçlardan Avrupa’yı sorumlu tuttu. Bilmeyen birisi bu konuşmayı Latin Amerika ülkelerinin solcu devlet başkanlarından birinin yaptığını sanırdı. Sol ve sosyalistlerin Afrika’daki sömürgecilik, İsrail’in Filistin’e yaptığı haksızlık, BM’nin güçlüden yana tavır koyma argümanlarını kes yapıştır biçiminde konuşma metnine almış konuşuyordu. Herhalde konuşurken tek ayağını kaldırmış olmalı. Çünkü bu konuşan Türkiye’nin ve bugünkü Türkiye hükümetinin uygulamalarıyla tamamen ters bir karakter arz ediyordu. Böyle bir konuşma yüz kızarmadan yapılamazdı. Ama Türkiye bir özel savaş devleti olunca bu pişkinlik ve ikiyüzlülük de normal karşılanmalıdır.

Bugüne gelmeden tarihe bakalım. Dünya tarihinde ilk soykırımı gerçekleştiren ülke Türkiye’dir. Ermeni soykırımı Türkiye toprakları üzerinde yapılmıştır. Bugünkü Türkiye kendisini Osmanlı devletinin mirasçısı olarak görmektedir. Sadece Ermeniler değil, Asuri, Keldani halklarının da soykırıma uğratıldığı bilinmektedir. Anadolu halklar mozaiğiyken bugün bu mozaiğin tek renge boyandığını görüyoruz. Eğer Türk devletinin gücü yetseydi ve fırsatını bulsaydı aynı soykırımı Kürtlere de yaşatacaktı. Tüm katliamlar ve kültürel soykırım politikalarına rağmen Kürtler ortadan kaldırılamamıştır. Ancak özel savaşla bu amacına ulaşmak için her türlü yol ve yöntemi denediği bilinmektedir.

Dünyanın ilk soykırımını yapan bir ülkenin ve bu ülkenin liderinin haksızlıkların sözcüsü gibi konuşmaya hakkı yoktur. Çünkü soykırım ve haksızlıkta tüm ülkelere nal toplatacak bir ülkenin ve hala bu tür uygulamaları yapan bir ülkenin dünyada yapılan haksızlıklardan söz etmesi, aslında bu haksızlıkları sıradanlaştırmakta ve insanlar üzerindeki etkisini kırmaktadır.  Herhalde Türkiye başbakanı konuşurken birçok ülke temsilcisi gülerek “sen kendine bak, aynaya bak” demiştir.

Dünyada Yahudi soykırımı konusunda farklı düşünenler bile Ermenilere soykırım yapıldığını kabul etmektedir. Dünyada ilk soykırım yapma utancını taşıyan bir ülkenin bu soykırımı kabul etmeden ve özür dilemeden başkalarına akıl vermeye hakkı yoktur. Özellikle bugün kendi ülkesindeki bir halka kültürel soykırım uygulayanların başkalarına hiçbir şey söylemeye hakkı yoktur. Kuşkusuz Türkiye de başka yerdeki uygulamaları eleştirebilir; eleştirmelidir. Ancak bunu kendi kamburlarını düzeltmeden yapması ikiyüzlülüktür.

Ermeniler ve Asurilere yapılan tarihte kaldı; bunları yapanlarla bugünkü Türkiye yönetimini ayrı tutalım diyelim. Ancak bugün Kürtlere yapılanlar da aynı zihniyet ve uygulamalardır. Öyle ki bir kısım Kürtlerin Türkleştirilmesinden ve Kürtlük bilincinden uzaklaştırılmasından övgüyle söz etmektedirler. Kendini inkar eden ya da Özgürlük Mücadelesi’ne uzak duran Kürt örnek gösterilerek mücadele eden Kürt ezilmeye çalışılmaktadır. Böylece bugüne kadar uygulanan politikanın sonuçları bugün mücadele eden Kürtleri ezmek için bir argüman olarak kullanılmaktadır.

BM kürsüsünde güzel sözcükleri ve cümleleri arka arkaya sıralayan Türkiye Başbakan’ı, Kürtler hakları için direnişe geçince Türk ordusunun operasyonlarını protesto edince “kadın da olsa, çocuk da olsa gereğin yaparız” diyen birisidir. Kürtler Türk devletinin inkar ve imha politikasına karşı direndiğinden, “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” sloganı atarak “beğenmeyen çeksin gitsin” diyen BM kürsüsünde konuşan bu Başbakan’dır. Beğenmeyip gitmeyenlere her şeyi yapmayı kendisine hak gören bu Başbakan’dır.

Bunları sadece lafta söylememiş gereğini de yapmıştır. Polis kurşunuyla ya da gaz bombasıyla onlarca insan katledilmiştir. Yaşlı kadınlar bile gaz bombalarıyla öldürülmüştür. Her gösteride bir ya da iki kişinin öldürülmesi normal hale gelmiştir. Sınır ötesi yapılan hava saldırılarında biri bebek, dördü çocuk, yedi insan paramparça katledilince bırakalım özür dilemeyi, bu katliamı bile PKK’nin üzerine yıkmaya çalışmışlardır.

Tüm bu saldırılar ve öldürmeler Kürt halkını susturamayınca ve teslim alamayınca bu defa siyasi bilinci olan her Kürt’ü zindanlara atarak halkın özgürlük ve demokrasi mücadelesini ezme politikasına yönelinmiştir. Bugün dünyadaki en baskıcı rejim Türkiye’dir. Bunun kanıtı, her gün gerçekleşen ölümler ve binlerce insanın tutuklanmasıdır. Bu gerçekler ortadayken Başbakan’ın Birleşmiş Milletler konuşmasını beğenmek tamamen ahlaksızlıktır; hiçbir ahlaki ölçüye sahip olmamaktır.

Başbakan BM’de yavuz hırsız örneğini vermiştir. Bu örneğe göre davranan bir ülke varsa o da Türkiye’dir. Bu örneğe göre davranan bir lider varsa o da Türkiye Başbakan’ıdır. Aslında Türkiye kendi yaptığı şeyleri başkalarına yükleyerek kendi yüzünü saklamaya çalışmaktadır. Türkiye Başbakan’ı içeride ve dışarıda kendi yaptığı tüm çirkinlikleri muhaliflere yükleyerek kendini temizmiş gibi göstermektedir. BM’de de benzer bir konuşma yaparak kendi gerçeğinin üstünü örtmeyi amaçlamıştır.

Türk devleti tam da bu nedenle bir özel savaş ve psikolojik savaş devletidir. Erdoğan demagojiyle bu gerçeğin üstünü örtme gayreti içindedir. Eğer bir devlet bu kadar özel savaş yürütüyor ve psikolojik savaşa başvuruyorsa bilin ki çok kirlidir. Pisliklerini örtmek için bu yola başvurmaktadır.
Eğer bir işgalden söz edilecekse Kürtlerin vatanı da işgal altındadır. Türk devleti bırakalım burayı işgal etiğini, Kürdistan gibi bir vatanın varlığını bile kabul etmiyor. Kürdistan kavramını bile tehlikeli görüyor. Çünkü Kürtleri yok etmek istiyor. Bir toplum olarak görmüyor. Bu nedenle böyle bir vatanın olduğunu kabul etmiyor.

Bir taraftan işgal ediyor, diğer taraftan Kürtleri göç ettiriyor. Bugün Maraş, Malatya ve Sivas Kürtlerinin çoğunluğu göçertilmiştir. İstanbul’da en fazla Sivaslı vardır. Bunların çoğunluğu Alevi Kürt’tür. Avrupa’da en fazla da Maraşlı Kürtler vardır. İsrail Filistin topraklarına yerleşerek topraklarını genişletiyor; Türkiye de Kürtleri göçertip ya da asimile ederek Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getiriyor. Bugün Kürdistan’da dünyanın hiçbir yerinde olmayan kültürel soykırım uygulanmaktadır. Bunu görmemek bile büyük bir ahlaksızlıktır. TRT 6 ve Kürtçe üzerindeki baskıların biraz yumuşatılması bırakalım kültürel soykırımı durdurmasını, aksine bu soykırımı daha hızlandırmanın argümanı yapılmaktadır.

Bu kültürel soykırım, Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkı reddedilerek tamamlanmak istenmektedir. Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkının reddedilmesinin nedeni budur. Kültürel soykırım politikası izleyen ve 20 milyon civarında Kürt’ün kendi kendini yönetmesini reddeden, bu talepleri dillendirenleri her türlü baskıyla ezmeye çalışan bir ülkenin Başbakan’ının BM konuşmasında haksızlıklardan ve insan haklarının çiğnenmesinden söz etmesi alkışlanacak değil, lanetlenecek bir durumdur. Haksızlıkların bir zalimin dilinden ifade edilmesi, haksızlıklara uğrayanlara en büyük saldırıdır.

Türkiye bu özel savaş yöntemleriyle kendi yüzünü gizleyemez. Kürtlerin varlığını, özgürlüğünü, kendi kendini yönetme hakkını kabul etmeden başka yerlerdeki haksızlıklardan söz edilmesi, Kürtler üzerindeki zulmü sürdürmenin, bir yolu olduğundan çok çirkin ve tehlikeli bir demagojidir. Bu konuşmayı olumlu görenler de bu çirkinliğin ve tehlikeli yöntemin suç ortaklarıdırlar.

Hiç yorum yok: