27 Eylül 2011 Salı

Orta Çağ İnsanı

Erkan KÜÇÜK
Yeni bir Orta Çağ’dan bahsediliyorken Orta Çağ’da bireyin konumuna bakmak ilginç olabilir diye düşünüyorum. Karanlık olarak ifadelenen Orta Çağ’ın gözden kaçan bir noktasını böylece görebiliriz: “İnsan Orta Çağ’da yalnız değildi.”

Birey olmanın tarihi, insanın özgürleşmesinin ve bunun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan yalnızlığının da tarihidir. İnsanın özgürlüğü, onun bir zorunluluk olarak dahil olduğu toplumsal gruptan ayrıksanması ile ilgilidir. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz. İnsan toplumsal bir varlıktır. Onun toplumsallığı, içinde bulunduğu topluluğun koyduğu kültürel kuralları kabul etmesi ve onları içselleştirmesindendir. Bu, onun dışında gelişen bir durumdur aslında. İnsan daha doğduğu ilk andan itibaren simgesel ya da somut bir göbek bağıyla bağlıdır çevresine. Onu saran annesidir, ailesidir ilk bağı ve büyüdükçe genişleyen bir ölçekte toplumsal çevresidir. Bu zorunluluk içinde insan varolabilir. İnsanı çevreleyen bu bağlar ne kadar kalın ve güçlüyse, kişi o ölçüde bireyselliğin dışındadır. Çünkü onların kurallarına uymak, onların verdikleri ile düşünmek, kendinin dışına çıkmaktır aslında.


Yalnızlık, özgürlüğün bir sonucudur. Onun reddedilmesinin temel nedenidir de diyebiliriz aslında. Bireyleşme süreci giderek artan yalnızlığı da beraberinde getirir. Bu dünyadan ne kadar sıyrılıp çıkarsa kişi, o ölçüde yalnızlığının farkına varır. Ayrı olma duygusu bir güçsüzlük ve kaygı durumu yaratır.


Başta ifade ettiğimiz gibi yeni bir Orta Çağ’dan bahsediliyorken Orta Çağ açısından birey kavramına bakmakta yarar var. Bu noktada direkt olarak söyleyebiliriz ki “Orta Çağ’da birey yoktur.” Orta Çağ toplumunda bireysel özgürlük yoktur. Orta Çağ’da kişisel, ekonomik ve toplumsal yaşam her türlü etkinliği kısıtlayan kural ve yükümlülüklerin altındaydı. Kişi, modern toplumlara göre çok daha az özgürdü ama diğer yandan yalnız ve soyutlanmış da değildi. Orta Çağ’da ahlak kuralları her şeye egemendi; dinin gölgesi her noktaya düşüyordu. İtaat en büyük erdemdi. Her itaat ise insanın kendinde bir şeyleri bastırması, yok etmesi anlamına gelir. Her şey kurallar halinde ona verilmiştir; tek yapması gereken bunlara uymaktır. Bireyin gelişmesi için gerekli olan, sorgulama olgusu din yoluyla böylece ortadan kaldırılmış olur.


Bireyin ortaya çıkamamasında dinin, o her noktaya değen elinin, Orta Çağ açısından çok büyük önemi olmuştur. Şunu belirtmeliyiz ki din, bireyin gelişimi açısından bir olumsuzluktu; ancak onun sayesinde insan, yalnız olduğunu duyumsamıyordu. İnsanlar üzüntülerini, acılarını Adem’in günahının ve herkesin kendi bireysel günahının bir sonucu olarak açıklayarak acıları daha katlanır hale getiriyordu; böyle bir durumda insanın yalnızlıktan geçerek bireyleşmesi çok kolay bir şey değildir elbette. Onu saran dinsel, toplumsal korunak bir güvence yaratıyordu üzerinde, işte böyle bir durumda Orta Çağ’da aforoz en büyük cezadır kişi için. Birey olma da bir bakıma düşünsel aforozluktur. Diğer bir nokta ise yine ahlak ile bütünleşen ekonomik yapıydı. Orta Çağ’da üretimin insan yaşamının devamı için gerekli görüldüğünü ve ahlak dışına çıkan her anlayışın, ekonomik girişimler de dahil reddedildiğini yukarıda belirtmiştik. Çağdaş toplumlarda birey rekabet olgusu ile birlikte vardır. Orta Çağ’da bunun önü ahlaki kurallarla kesilmiştir.


Bu sistemde, ekonomik çıkarlar, yaşamdaki gerçek işten, günahsız yaşamak görevinden daha önemli değildir, ekonomik tutumda da tıpkı parçası olduğu kişisel tutumun bütün yönlerinde olduğu gibi ahlak kuralları geçerlidir. İnsanlar loncalara ahlaki bir bağla bağlıydılar. Dinsel gerçeklik nasıl ki onlara uyması gereken ilkeleri vermişse, bu ekonomik birimlerde de uyulması gereken çerçeve belliydi. İnsana yalnız bunlara kayıtsız şartsız teslim olmak düşüyordu. Bu teslimiyet insanın bireyleşmesinin, özgürleşmesinin önünde bir engelse de onu yalnızlıktan kurtaran bir neden de olmuştur.

Hiç yorum yok: