21 Eylül 2011 Çarşamba

İmralı’nın Kapılarını Açmak Çözümün Önünü Açmak Olacaktır!

Ayşe BATUMLU
AKP’nin ilk İktidar oluşundan, liberallerin ve bazı Kürt muhafazakarların da desteğiyle son iktidara gelişine kadar olan tüm süreçte izlediği iki yüzlü politikaların farkına varan ve sürekli bu tehlikeye dikkat çeken en güçlü ses, hep İmralı’dan yükseldi.

Ülkenin, belki de dünyanın en yoğun tecrit mekanizmasına tabi tutulan, ama kitleler üzerindeki tesiri asla azaltılamayan bir politik aktör olan Sayın Öcalan, bugüne dek kamuoyuna ancak çok sınırlı bir kısmı ulaştırılabilen görüşlerinde, ısrarla AKP’nin “yeni” bir kılık ve üslupla da olsa, eskinin devamı olduğu,  hatta eskiyi aratacak inkar ve imha politikalarını benimsediği ve giderek bu konuda daha da keskin olabileceği uyarılarında bulunmuştu. Hatta bu tutumun  iç savaş trajedisi yaratacak boyuta gelebileceğini de ifade etmişti. Pek çok görüşmesinde, işaret ettiği tehlikenin ve karşısında atılması gereken adımların  yeterince anlaşılamadığını da sitemle ifade etti.


Ancak yine de çözüm konusunda ısrarlı davrandı. AKP’nin krizi ve çözümsüzlüğü körükleyen politikalarına rağmen; yalnızca Türkiye halkları için değil, tüm Ortadoğu halkları için eşit, özgür ve kapitalizmin sömürü mekanizmalarından kurtulacak bir sistemin oluşturulabilmesi üzerine projeler geliştirmekten vazgeçmedi. Nitekim sondan bir önceki aşamada artık Türkiye’nin hemen tüm politik kesimleri ve uluslararası politik aktörler, Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünde en etkili isim olacağını kah yüksek sesle, kah dolaylı olarak ifade ediyorlar, onun bu konudaki görüşlerini dikkate alıyorlardı.


Basına yansıyan Mit-PKK görüşmesinden anlaşılıyor ki, hükümet bu görüşmeleri gidişata ve dönemsel gereksinimlerine göre, yani işine geldiği gibi: “sorunu çözmek için yapılan görüşmeler” ya da “oyalama taktiği” olarak lanse edebileceğinin hesabını yapmış. Ama sayın Öcalan da bu görüşmeleri hem önemseyen ve çözüm için üzerine düşeni yapmaya hazır olan hem de hükümetin olası bir ikili oynama taktiği karşısında tedbiri elden bırakmayan bir yaklaşım benimsemiş. Tabiri caizse bu görüşmeler yürütülürken gayet “uyanık” davranmış. Sorunu 1 haftada çözebileceğini ifade etmesi ancak adım atmak için hükümetin bu konuda olumlu bir mesaj vermesini beklemesi, hem sorunun çözümü için kendisinin üstlendiği rolü göstermek hem de AKP’nin çözümü gerçekten isteyip istemediğinin anlaşılabilmesinin test edilmesi açısından önemli. Nitekim bu aşamadan sonra AKP’nin çözümün “başka bahara” kalmasında sorumluluğunu yok saymak artık mümkün olmayacaktır. Zira AKP, sorunun 1 haftada, barışçıl yollarla çözülebilmesi fırsatında üzerine düşeni yapmamıştır.


Çözüm için istekli olmadığı hatta çatışmalı sürecin “işine” geleceği anlaşılan hükümet, aynı zamanda kamuoyu tarafından açıkça bu sürecin sorumlusu olarak görülmek de istemediğinden suçu kendi dışındaki aktörlere, zaman zaman PKK, zaman zaman BDP’ye atıyor. Bu yaklaşımı bir kısım alıcı bulabiliyorsa da, İmralı’dan gelen çağrıyı yanıtsız bırakan tavrı kendi yandaşlarınca bile izah edilemiyor.


Çünkü sayın Öcalan’ın “bir haftada çözebilirim” dediği noktada, 30 yıllık ve 50 bin diye yuvarlanan rakamla çokça cana mal olmuş bir sorunun çözümünden kaçmak için hükümet cephesinden ileri sürülebilecek hiç bir esaslı bahane yok.


Bu güne dek Ergenekon süreci, Anayasa’da kısmi değişiklikler, devletin “köklü” vesayet kurumlarına karşı giriştiği “ayıklama” operasyonları ile özellikle liberal çevrelerin gözünü boyayabilen AKP, Sayın Öcalan’ın çözüm gayret ve önerileri karşısındaki negatif tutumu ile artık kamufle edilebilir bir noktadan epeyce uzaklaşmış durumda.


Meclisteki tüm partiler ve siyaseten etkili medyanın da PKK-MİT görüşmelerini de devlet-Öcalan görüşmelerini de esastan problemli görmediği açık. Görüşmeleri kimin basına sızdırdığının da “hükümet mi devlet mi görüştü” polemiğinin de esasa hiç bir tesiri yok. Önemli olan bunun kabul edilebilirliğinin, dolayısıyla sürdürülebilirliğinin açığa çıkmış olması.


Buna ilaveten, DTK, BDP, “Türkiye’de Kürdistan Konferansı” ve son örneğini Ankara’ya binlerce kişiyle akın eden kadınların sergilediği halk gösterileri de temel olarak sayın Öcalan’ın çözümde baş aktör olacağını ifade ediyor. Hükümetin, başbakanın temsilcisi de Oslo’da bunu ifade ediyor. Sayın Öcalan da  önü açıldığında bir haftada çözebileceğini söylüyor. Yani çözümün önündeki tek engel, hükümet. Artık hükümet çözümü engellemekten vazgeçmeli, çözümün en önemli aktörünün özgürleştirilmesi için yüz binlerden gelen çağrıyı dikkate almalıdır.


Altını çizerek söylüyorum: çözüm isteyen herkesin birinci şiarı Öcalan’ın özgürlüğü olmalıdır.

Hiç yorum yok: