27 Eylül 2011 Salı

Egemen Türkçülüğün İktidar Çıkmazı

Sömürüye dayanan egemenlik sistemleri genelde büyük çelişkileri ve bir biçimde gerçekten kopuşu yaşarlar. Egemenlik sistemlerinin avantajlarını korumak için gerçeği değil, kendi doğrularını egemen kılmaya çalışırlar. Bunun yolu ve biçimi zamana ve mekana göre değişse de özü aynıdır. Bu gerçeklikten Türk egemen sistemine bakıldığında bu çelişki çok daha açık ve bariz bir biçimde görülmektedir.

Türk ulus-devleti kurulurken Anadolu ve Mezopotamya’daki kültürler ve inançlar yok sayılarak devletin ihtiyaçlarına göre “tek dil, tek millet, tek inanç”a dayalı bir sistem benimsendi. Tarihi ve halkların gerçeği yerine bu tekçi anlayış ideolojik aygıtlarla üretilerek tek doğruymuş gibi topluma dayatıldı. Buna itiraz edenler şiddetle ezildi. Ve bu bilgiyi üreten sistemden yetişen akademisyenler, basın, bürokrasi bu tekçi sistemin üretiminin devamının bir parçası oldular. Günümüzde de bunun ağır faturası ödenmektedir. Bilimin ve teknolojinin geliştiği, giderek sınırların kalktığı zaman kesitinde Türkiye hala 1920’lerin egemenlik zihniyetiyle yol almaya çalışıyor. Kürtlerin direnişinin ve dünyanın geçirdiği değişimin dayatmasıyla Türkiye bir değişim yoluna girdi, ama zihniyetini ve egemenlik anlayışını değiştirmediği için ayak diremeye devam ediyor. Dokuz yıldır tek başına iktidarda olan AKP, sözde Kürt sorununu kabul etmiş, demokratik açılımlarla silahlı çatışmaları devreden çıkaracak ve siyasal yöntemlerle sorunu çözecekti. Bu yönde toplumda ciddi bir beklenti yaratıldı ve destek de gördü. Bir süre İmralı ve PKK yetkilileriyle görüşmeler yürüttü. Gelinen noktada ise Türkiye yine PKK’yi “yok edeceğini, askeri operasyonları şiddetlendireceği ve tutuklanmaları arttıracağını” söyleyip uyguladı.

AKP ve yandaşları özellikle basında büyük bir psikolojik savaşla gerçekleri ters yüz etmeye çalışarak hükümetin Kürt sorununu çözmeye çalıştığını, ama PKK’nin şiddete başvurarak süreci sabote ettiğini propaganda etmeye başladılar. Haftalardır Güney Kürdistan ve Kandil’i savaş uçakları bombalamaktadır. Sınırların bu tarafında da yoğun operasyonlar aralıksız sürmekte şehir ve köyler basılarak binlerce sivil muhalif Kürt tutuklanmaktadır. Türkiye, İran ile ittifak kurmaya çalışıyor. Kandil’e ortak operasyona çekiyor. Güney Kürtlerini baskı altına alıyor. Biryandan da Avrupa ve ABD gezileri düzenleyerek PKK’ye karşı daha fazla destek arıyor.

Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Turgut Özal ve Demirel’den farklı olarak Erdoğan ne yapıyor? Onlar da komşuları daha çok PKK’ye karşı ittifaka çekmeye, Avrupa ve ABD’nin daha çok desteğini almaya çalışıyorlardı. Başbakan Erdoğan’da aynısını yapıyor. Eğer AKP demokratik yollarla Kürt sorununu çözmede kararlı ise bu yönlü bir projesi varsa, Avrupa ve Amerika’dan destek arayışına çıkmaz, içerde Kürtlerle oturup konuşur sorunu hal yoluna koymaya çalışırdı. Ama Başbakan’ın böyle bir zihniyeti ve esaslı bir çözüm projesinin olmadığı çok net ortaya çıkmaktadır. İçerde hepsi tam efendi edasıyla Kürtleri küçük görerek, çok yüksekten bakarak meşru görmediklerini, muhatap almayacaklarını söylemektedirler. Kürtlerin kurdukları bütün örgütleri ve eylemlerini beğenmemekte, gereksiz görmekte ve dışlamaktadırlar. Ve ısrarla devletin “teröristleri, Kürt partilerini” muhatap almayacaklarını yüksek perdeden seslendirmektedirler. Yönettikleri ve egemenlik altına aldıkları Kürtleri tam bir efendi edasıyla hizaya getirmeye, AKP’nin veya hükümetlerin uygun gördükleri gibi hareket etmelerini dayatmaktadırlar.

İçeride bu kadar imhacı, egemenlikçi, mutlak dayatmacı bir yönetim, dışta ise tavizci, kapı aşındırıcı pozisyondadır. Kürtler, direnişlerini geliştirdiği her aşamada Türk yöneticileri Washington’un kapılarını aşındırmakta, istihbarat, teknik, silah ve siyasi destek istemektedirler. Aynı tutumu İsrail ve Avrupa’ya da sergilemektedir. Karşılığında batının Ortadoğu’daki ayağı ve partneri olmayı kabul etmektedir. Otuz yıldan fazladır büyük ekonomik kaynaklar ayırarak, tavizler vererek Kürtleri ezme karşılığında Türkiye’ye büyük kayıplar verdirdiler.

Bu hafta içinde Erdoğan, Obama ile görüşerek PKK’ye karşı bir talepler listesi sunduklarını ve destek istediklerini açıklamıştır. Herhalde Obama da Erdoğan’ın hatırına, karşılıksız bu talepleri kabul etmeyecektir. Görüldüğü gibi Kürt sorununun özünde bir hak ve adalet sorunu olarak görmek yerine devletin tamamen bir egemenlik alanı olarak görmekte, boyun eğdirip kontrol altın almak için de her türlü gizli-açık işbirliğine ve savaş stratejilerine meyledilmektedir.

Ayrıca şunu sormak gerekiyor; Avrupa’da PKK’lilerle ve İmralı’da Sayın Öcalan’la yapılan görüşmeler neden kesildi? Kim görüşme masasından çekildi? Bu sorular basında da ciddi biçimde sorulup tartışılmıyor. PKK’nin yaptığı bazı eylemlere dayandırılarak bu egemenlikçi bakış açısının basit propaganda yöntemi deneniyor. ABD’den destek almakla da övünüyorlar. Ellerinde bir milyonluk ordu var. Yarısına yakın polis ve korucu var. Camiler ve tarikatlar da yedek ordu olarak kullanılmaktadır. Karşılarında da yoksul bir halk, üstelik kendi egemenlikleri altında, birkaç bin de gerillası var. Ek olarak arkalarında kahramanlıklarla dolu şanlı bir tarihleri var! Bu dev güce rağmen kendileri adeta mağdur, işgale uğramış gibi batılı devletlerinin kapıları aşındırılıyor. Habire daha fazla yardım isteniyor. Ne büyük bir çelişki.

Kürtlerin hala anadilini kullanmalarına izin verilmemektedir. Kürtler yüzyıldır ağır bir asimilasyon ve inkâr kıskacındadır. Kültürel jenoside tabi tutulmuşlardır. Bu haksızlıkları gidermek, adilce barış içinde yaşamak varken, hala o tekçi ve hükmedici egemenlikçi zihniyette ısrar edilmektedir. Bu da çatışmalara, can ve mal kaybına mal olmaktadır. Bu topraklara barışın ve huzurun gelmesini geciktirmektedir.

Hiç yorum yok: