"Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan İslami muhalefetin birikimi, 1960’ların sonundan süregelen yasal siyasi parti tecrübesi, iç ve dış ortamın sunduğu uygun şartlarda, “politik islamı” AKP adıyla iktidara taşıdı.
ABD’nin Ortadoğu konsepti içinde Hükümete getirilen ve desteklenen AKP, bu durumu, Türkiye devletini ele geçirme amacında ustaca kullandı. Gerektiği yerde geçmişini inkâra varan “esnek” yaklaşımla; Machivelli’in bile yüzünü kızartacak ilkesizlikle, kurnaz imam politikalarıyla, herkesi ve kesimi kullanarak, her çelişki ve fırsattan yararlanarak, 12 Haziran 2011 itibariyle, TC Devletini ele geçirdi. N.Erbakan, bu hedefi defalarca ilan etmiş, “kanlı ya da kansız” fetih hareketini muhakkak başaracaklarını söylemişti.
Paslanmış ittihatçı zihniyeti, Kürt hareketinin güçten düşürdüğü ve yıprattığı Kemalist orduyu bertaraf etmeleri çok zor olmadı. Asla karşısına almadan, her fırsatta uzlaşarak, Kürt hareketi ile çatıştırarak ve 2007 sonunda ABD’nin tam desteğini alarak, yargı kılıcıyla doğradı.2010 Yaş toplantısını “küçük devrim” olarak değerlendiren Cemaat, 2011 YAŞ toplantısında Kemalist ordu tarihine noktayı koydu. Cemaatçi Polis ordusu, yeni “özel ordu” ve burnuna hakla takılmış Kemalist orduyla tek güç durumunda.
Direnen ve son ana kadar “hukuk” kılıcıyla çatışan ittihatçı Yüksek Yargı Kurumları da 12 Eylül referandumu ile birer birer düşürüldü. Bizzat Gülen, referandum için, “Türkiye tarihinin en önemli olayı” dedi.Yani özetle APK için net, tartışmasız bir hedef vardı;”ne pahasına olursa olsun, derini, yüzeyseli ile devleti ele geçirmek”.
Demokrasi tartışmasını asla yapmayacağım; zira onlar zaten “küfür rejimi” olarak gördükleri bu kavrama karşıdırlar. Onlar için kullanma vardır. Bu konuda “liberal aydın”ların günahı çok büyüktür.
Kürt hareketine yaklaşımı, 12 Haziran 2011 öncesi : “devrime kadar, gerekirse uzlaş, ez, oyala, görmezden gel, yıprat, kullan, ele geçir ve (gücü keşfedilen) ‘hukuk kılıcı’ ile biç”, şeklinde özetlenebilir. Bu süreci oldukça da başarılı idare ettiğini teslim etmeliyim.12 Haziran sonrası Kürt sorunu karşısındaki posizyonu değişti; artık devlet kendisidir ve tek muhatap konumundadır. Önünde üç seçenek duruyordu; bir, geçmişte İttihatçı milliyetçi hükümetlerin yaptığı gibi yeni bir topyekûn savaş başlatmak; iki, uzlaşarak çözmek; üç,”yok etmek”.
Hâlihazırdaki tablo üçüncü seçeneği gösteriyor. Acaba gerçekten stratejik yaklaşımı bu mu?
Şu anda yürürlükte olan gerçekten çok boyutlu bir paket politika. Hüseyin Gülerce’nin meşhur “katliam perspektifi” niteliğindeki yazısından da anlaşılacağı gibi. Kandil’i “Srilanka tarzı” imha et, yasal alanda etkili, yetkili olan, olabilecek olan herkesi içeri at, İmralı’yı tecrit et ve sorunun bittiğini ilan et. “AKP Kürdü”nü parlatarak öne çıkar ve seksen yıllık Kemalist iktidardan, Kürt İşgalini devralarak, Cemaat sömürgesi olarak güncelle. Bu plan bir aydır uygulanıyor. AKP bu işi İran devleti ile ortak yapıyor. İran üzerinden saldıran bu koalisyondu. Tutmadı. Ardından hemen İmralı tecridi geldi. Ve Kürt siyasi partisine dönük, İttihatçı CHP’ye yaptıkları gibi “sıradanlaştır, hiçleştir, bitir” saldırıları devreye girdi. Son olarak da otuz yılın en büyük, daha daha büyük hava saldırıları, İran ile ortak Obüs ve havan atışları başladı.
Sonuç; tam bir belirsizlik hâkim.
“Açılım” adı verdikleri paket de çok basit bir stratejiydi ;“alicengiz oyunlarıyla gerillayı dağdan indirmek” olarak özetlenebilir. (kanımca AOÇ görüşmeleri dâhil birçok boyutu halen karanlıkta). Olmadı. Kimse Öcalan’ın, “bir tek kişi dağdan inmeyecek” açıklamasına, bazı siyasi operasyonlara da, çok anlam veremedi.
Şimdi ne olacak?”Yok et” stratejisinin başarı şansı “yok”tur. Kürtler en az cemaat kadar güçlü bir dirence sahipler. Sorun Kandil değil, bu hareket toplumun kendisi ve yaşayan bir organizma gibi örgütlenmiş,”tırpanlamakla” bitmez. AKP’nin “toplumsal mücadele” mantığını bilmesi lazım. “Bu süreçte her kes, söylediği her söze dikkat etmeli” derim; zira geçici bir dönemdir ve halklar zor anlarında sergilenen tutumları asla unutmaz. Bu dönemde en devrimci ve onurlu duruş, katliamla tehdit edilen, KÜRT HALKININ YANINDA YER ALMAKTIR.
Çatı partisi büyük umut, büyük proje, çünkü cemaatin gerçek yüzüyle karşılaşan toplum, şaşkın, çaresiz ve arayış içinde olacak. “Türkiye İran olmasın” diyorsak yirmi dört saat “Çatı Partisi”ni örgütlemekle geçirmeliyiz.
Gelecek geçmişin köhne zihniyetinden daha güçlü olmalıdır.
N.Mehmet Güler
n.mehmetguler@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder