15 Ağustos 2011 Pazartesi

Rehine Şairlik ve Yandaşlık Hukuku

Büyük çatışmalara gebe sıkıntılı günler başladı yine. Türk devletinin Kürtleri ayırarak sevmesinin; birini sevip ödüllendirirken ötekisine bomba ve kurşun yağdırmasının bedelini Kürt ve Türk halkının çocukları daha uzun bir süre ödeyeceğe benziyor.  Benim, “Türk devleti Kürt sorununu çözemez” dediğim  tamamıyla budur. Türk ırk devleti, yurttaşlık ve vatandaşlık hukuku yerine “yandaşlık” ve “taraftarlık” hukukunu geliştiriyor. Bunu her alanda yapıyor. Sadece siyasetçide değil, yazarda, aydında, ses sanatçısında, işçide ve köylüde de bu ayrımı yapıyor. Doksan yıldır yaka silktiğimiz ne varsa, şimdi kimlik kabulü adı altında, iktidar önünde kişiliksizleşmiş bir Kürt toplumu yaratmayı hedefliyor. Bu tarzı askerlikte, okullarda, devlet dairelerinde, sokakta, havaalanlarındaki karşılamalarda; kısacası her alanda uyguluyor. Böyle olunca tabii Kürt sorunu çözülmüyor. Yandaş Kürtlerin sorunları çözülmüş oluyor. Önümüzdeki günlerde bu konuları tartışmayı sürdüreceğiz. Konu ile bağlantılı olduğu için de Kemal Burkay’ın Türk iktidarı karşısındaki tavrını gerekli olduğu için bir kez daha ele alacağız.
 
***

 
Önceki gün Haber Türk’ün Kemal Burkay ile yaptığı röportajı izledim. Kemal Burkay kendini çok özgür hissettiğini ve AKP’nin çok iyi bir parti olduğunu söylüyordu. Kemal Burkay özgür olup ve Türk basınında özgürce konuşabilince demek ki, her yer “Akdeniz İklimi” oluyordu. Türkiye’yi bütün kurum, kuruluş ve olanaklarıyla ele geçirmeyi demokrasi sayan AKP’lilerle, bir kaç taraftarıyla birlikte kendisini özgür hisseden Burkay’ın demokrasi anlayışında pek bir fark yok. Kemal Burkay’ın,”daha yapılacak çok iş var” diyerek AKP’ye ufak tefek eleştiriler yöneltiyor görünmesi de sıkı ilişki ve dayanışmayı gözden kaçırmak için başvurulan kurnazca bir yol.
 
Yazılarını hep ilgiyle okuduğum Yıldırım Türker, Kemal Burkay’ın Türk bayrağı altındaki tavrını şöyle tarif etmiş:
 
“Rehine Şair”
 
Türk-İslam gericiliğinin iktidarını“demokrasi ve özgürlük” diye destekler ve topluma yutturmaya kalkarsan, o gericiliğe karşı mücadele veren bir Türk de, Türk bayrağı önündeki devletli resmi “siyaset ve şair rehineliği” olarak adlandırır.
 
Kemal Burkay’daki Kürtlük, yurttaşlık ve demokrasi anlayışı, sürgünleri kendinden ve bir kaç arkadaşından ibaret saymanın ötesine geçmiyor.
 
Haklı. İçeride tutuklu tek adamları yok. Avrupa’dan alacaklarını aldıktan sonra sürgünlerinin hepsi dönmüş. Nasıl bir dönem erken gitmiş olmalarıyla Avrupa’daki iltica haklarını dibine kadar kullandılarsa, şimdi tam zamanıdır diye devlet tarafından çağrıldıkları Türkiye’de Kürdistan Yetimlerinin canları pahasına elde ettikleri fiili kazanımların üzerine oturup, onu da dibine kadar kullanacaklar. Tam bir mülteci tarzı…
 
Bu açıdan AKP’ye minnettarlar. Bu nedenle Kemal Burkay, doksanlı yıllardan itibaren Avrupa’ya çıkmak zorunda kalmış yüzbinlerce Kürdü sürgün saymıyor.
 
Önceki yazılarımın birinde artık “bedel ödeme” konusunu tartışmayacağımı söylemiştim. Evet biz hiç birimiz bedel ödemedik. Herkes kendi inancının, vicdanının ve karakterinin bedelini ödedi. Bu nedenle kimse kimseye artık ne borçludur, ne de Kürtlerden alacaklıdır. Kemal Burkay da bir bedel ödememiştir. Otuz yıllık sürgün hayatı turistik bir gezi gibi geçmiştir. Benim de 12 yıllık hapishane hayatım okul eğitimi şeklinde geçti. Kürtlerin İsmail Beşikçi ye de herhangi bir borçları bulunmuyor. İsmail Beşikçi, ulus devletlerinin yasakladığı çaresiz Kürtlerin varlığını dile getirdiği için ağır hapis cezalarına çarptırıldı. İsmail Beşikçi’nin bir alacağı varsa o da Türk devletindendir.
 
Biz hepimiz Türklerin ulus devletinden alacaklıyız.
 
Ödenen bedelleri konuşmayacağız, ama dağda, sokakta, işkencede, hapishanede Türklerin ulus devletiyle neler yaşadığımızı anlatacağız. Tecrübe olsun, Kürt nesilleri bir daha o numaralara düşmesin diye anlatacağız.
 
Kemal Burkay ve arkadaşları 12 Eylül’de sürgüne çıktıklarında, bizler çok uyanık davranamayıp hapishaneyi boylayanlardandık. 12 Eylül ile birlikte hapishanelerde neler yaşadığını tekrar anlatmanın lüzumu yok. Orada devletin acımasız kuralları vardı. Devlet görevlileri şöyle diyordu:
 
“Tamam, solcu ve asi olabilirsiniz, ama bu devletin solcusu ve asisi olun. Bayrağına, kurallarına saygısızlık etmeyin.
 
Kural denen şey, ırkçı marşları okumak ve korku abidesi ırkçı simgeler önünde diz çökmekti. Bizler bu kurallara uymuyorduk ve sık sık işkencelere tabii tutuluyor ve uzun süreli hücre cezalarına çarptırılıyorduk. Hücre cezası bazen çok sürerdi. Sararır solardık, nemli hücrelerde döşeklerle birlikte çürürdük. İrademizi kırmak için cezaevi idaresi bazen kurallara uyan koğuşlardaki arkadaşlarla karşılaştırırdı bizi. Çoğu mahcup olan o arkadaşların içinde cezaevi yönetimi tarafından ayartılmış olanlar da vardı ve şöyle derlerdi:
 
“Koğuşlarda her şey var. Havalandırma gün boyu açık. Gökyüzü pırıl pırıl… Avluda istediğimiz kadar güneşleniyor, istediğimiz gazeteyi okuyoruz. Televizyonumuz dahi var....”
 
Kemal Burkay’ın AKP hükümetini öven konuşmalarını dinleyip demeçlerini okudukça güçsüz düşmüş arkadaşlarımızın hücre direnişlerine karşı koğuşları övmesi aklıma geldi.
 
Kemal Burkay Kürt halkına AKP’ye tutsaklığını öğütlüyor.
 
Bence Kemal Burkay Kürt halkını tanımıyor.
 
Türkiye Kürt sorunuyla birlikte serseme dönmüş garip bir noktaya savruldu. Devlet olanaklarından kendilerine rüşvet verilen Kürt ve Türk solcuları ve liberaller, Türkçü ve dinci iktidar muhafazakarlığıyla kader birliğine gittiler. Kendilerinin ekonomik olanakları ve konuşma alanları açıldıkça her fırsatta AKP’ye olan minnet duygularını dile getirdiler.
 
Böylece yeni bir devlet çeteciliği ve onun işbirlikçiliği türedi.
 
Kemal Burkay, AKP iktidarında kendini çok özgür hissediyor. Devletin kurallarının tümüne uyan arkadaşlarımız da koğuşlarda kendilerini çok özgür hissediyorlardı.
 
Koğuş avluları bol güneşliydi.
 
Fakat kişilikli bir yurttaşlık hukuku isteyenlerin karanlık ve nemli hücrelerden zorbalığın temellerini titreten direniş şarkıları yükseliyor, özgürlüğün kullanım alanını da direnenlerin çelik iradesi belirliyordu.
 
İçinde olmaktan gurur duyduğum Kürdistan’ın direnen damarı ne pahasına olursa olsun bu kez diz çökmeyecek. Son sürgün, son gerilla ve son tutsak özgürlük şarkıları eşliğinde özgür Kürdistan sokaklarına katışmadıkça sorun çözülmüş sayılmayacak… Yandaşlığa ve taraftarlığa dayanmayan normal vatandaşlık hukuku zaten bunu gerektiriyor…
 
bildiricihasan@hotmail.com

Hiç yorum yok: