24 Ağustos 2011 Çarşamba

Kürtçe Eğitim Üzerine Ropörtaj: 'İki Dil Bir Çözüm'

 
Mardin’e gidip gördüklerini “İki dil, bir bavul” filmine benzeten Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü’nde Yrd. Doç. Dr. Mine Göl Güven, ‘asıl sorun Kürtçenin okullarda yasaklı olması’ diyor. Türkçe bilmeyen çocukların kendilerini ifade edemediklerine dikkat çeken Güven, Türkçenin Kürtçe üzerinden öğretilmesini öneriyor.

Yrd. Doç. Dr. Mine Göl Güven, Boğaziçi Üniversitesinde Barış Eğitimi ve Uygulama Merkezi ile Kürt çocuklarının eğitimdeki başarısızlığını araştırmak ve çözüm önerileri sunmak amacıyla “Altınterin Beşte Beş: Erken Çocukluk ve Erken Beceri" adlı bir proje hazırladı.

En önemli sorunun öğretmenler ile öğrenciler arasındaki iletişimsizlik olduğunu, bunun da doğrudan doğruya Kürtçe yasağından kaynaklandığına dikkat çeken Güven, yasak karşısında çocukların ya umursamaz bir tavır aldığını, ya anlamak ve anlatamamaktan dolayı saldırganlaştığını yada sessizleştiğine dikkat çekti. Kürt illerindeki öğretmenlere Kürtçe’nin öğretilmesi gerektiğine dikkat çeken Güven hazırladığı raporu ve çözüm önerilerini ANF’ye anlattı.

* Bu proje fikri nasıl doğdu?

- İstanbul Üniversitesinde okudum ancak doktoramı Amerika’da yaptım ve orada kaldığım sürece yüksek sosyo-ekonomik seviyeden olan çocukların, herhangi bir etnik kimliği olmayan, şehir hayatı yaşayan, parası olan ailelerin çocuklarının erken çocukluk eğitimi denilen okul öncesi eğitimden diğer çocuklara kıyasla daha az faydalandıklarını gördüm. Çünkü onlar gereken materyallere zaten sahip, ama diğer çocuklar aynı durumda değil. Ancak Doğu ve Güneydoğu’da ekonomik olarak sıkıntıların olması, oraya yatırım yapılmaması, sürekli savaş koşullarının yaşanması, ailelerinin tam olarak eğitimli olmaması bu koşulları yaratamıyor. Çocukların burada yakaladıkları fırsatlar daha çok az. Çocuklar elverişli bir ortamda değiller. Buradaki çocuklar diğer çocuklara nazaran daha çok dezavantajlı oluyor. Bu projeye çok istekli başlamam da bu nedenledir.

* Projeye ABD’de okurken mi karar verdiniz?

- Eğitimimden sonra İstanbul’a geldiğimde burada ne yapılabilir diye sorguladım. Bütçeyi devletin sağladığı Sosyal Destek Projeleri (SEDEP ) vardı. Projelerinizi yazıyorsunuz valilik kabul ederse Ankara’ya gidiyor. Ankara onaylarsa, hayata geçiriliyor. Bir senelik projeler bunlar. 2008’den bu yana ben bu projelerin takipçisi oldum ve projelerin içeriklerine baktığımda bana çok basit geldi. Mesela basketbol sahası veya spor tesisi veya oyun parkları vs. Tamam bunlar da gerekli ancak, oradaki ailelere ve öğretmenlere bire bir destek vererek çocuğa ulaşmak gibi bir formülasyon yoktu. Bir çocuğa bir basketbol sahası yaparsın ama aile o bilinçte değilse, öğretmen bunun gerçekten pek faydasını görmüyorsa o öyle boş kalır.

‘EKİPTE TEK TÜRK BENDİM’
* Dil konusuna nasıl karar verdiniz?

- Projenin başlangıcında benim kafamda hiç dil yoktu, sadece aile eğitimi, öğretmenlerin hizmet içi eğitimine destek verilmesini düşünüyordum. Sınıfların çocuklara daha iyi koşullar sağlayacak biçimde düzenlenmesi, oyuncaklar, malzemeler, öğretmeni daha iyi bilgilendirme gibi kafamda bir oluşum vardı. Çocuklarda görülen saldırganlık ve öfke tarzındaki davranışların nasıl pozitife çekilebileceği gibi sorunlar vardı. Çünkü sonuçta sınıf da küçük bir toplumdur aslında. Okul öncesinde bizim en çok üstünde durduğumuz nokta, çocukların bu küçük toplumda iyi yaşayıp iyi bir şekilde modellenmeleridir daha sonra öğrendikleri değerleri farklı ortamlara taşıyacaklardır. Bir insana teşekkür ederim demek, lütfen demek; çocuk bir şeye başladığı zaman ‘Sen yapamazsın’ veya ‘Bu güzel olmamış bir daha dene’ demek yerine öğretmenlerin ‘Sen de yapabilirsin’ , ‘Bu iyi güzel devam et’ gibi teşvike yönelmesi. İşte 2010’da proje bu amaçlara ulaşmak üzere başladı.

* İstanbul’dan Mardin’e nasıl taşındı proje?

- İlk önce şunu belirteyim, bu projeyi tek başıma yapmadım. Boğaziçi Üniversitesinde Barış Eğitimi ve Uygulama Merkezi var. Çok iyi niyetle açılan, çok küçük bütçelerle çalışan bir merkez. Onlar da İstanbul’da veya bölgede okul öncesi eğitim gibi yine bu tarz konularda çalışıyorlar. Biz onlarla birlikte bu projeyi geliştirdik. Mardin olması aslında tesadüf. Ben bu SEDEP projelerini kovalarken, bağlantılar araştırdım. Bu ilişkiler sonucunda Mardin olabilir dediler, projeyi kendilerine yollamamı istediler. Mardin’de sürekli iletişim halinde olduğumuz GAP Kadın ve Çocuk Derneği vardı. Oradaki insanlar çok yürekten çalışan insanlardı, çok kültürlüler. Aralarında Kürt, Arap, Süryani var. Türk var diyemeyeceğim, çünkü tek Türk bendim takımda. Etnik mozaik çalışmaları daha da zenginleştiriyordu. Onlar bizim projeye pozitif yaklaşınca Mardin’e gittik.

‘ÖĞRETMENLER KENDİLERİNİ GÜÇSÜZ HİSSEDİYOR’
* Dil konusunun önemini o zaman mı fark ettiniz?

- Çünkü ben gayet saf bir şekilde çocukların, yani o küçük toplumun sınıfta yaşadıklarına, kazanmaları gereken değerlere bakıyordum. Değerler olarak da saygı duymak, birbirlerine saygı duymaları, karşısındakini anlamak, farklılıkların farkındalığını yaratmak gibi bir konsepti öne çıkarıyordum. Çünkü çocuklar durup dururken birbirlerini tekmeliyorlar, küfür ediyorlar, iletişimde saldırgan bir vücut dili kullanıyorlardı. Ben ilk bunun üzerinde çalışılmasını gerektiğini düşündüm; öğretmen ve veli yoluyla bilinçlendirme yaratarak çocuklarda olumlu davranışların pekiştirilmesini istedim. Ama oraya gidip baktığımız zaman, öyle olmadığını fark ettim. Boğaziçi Üniversitesi diğer üniversitelere nazaran daha elit, daha ulaşılmaz gibi göründüğü için projemizi sunup, sınıflara bir dizayn yapmak ve çocukların sosyal ve duygusal gelişimiyle ilgili kendilerine destek vermek için geldiğimizi söylediğimizde çok şaşırdılar. Daha sonra biz bu işin gönüllülük çerçevesinde olmasını istedik: Okulları tek tek ziyaret ederek, orada projeyi anlattım ve gönüllü olan öğretmenlerle ve okullarla devam ettik.

* Nasıl bir yöntem uyguladınız?

- Metot olarak sürekli irtibat halinde olmak, sadece bir kereliğine içeriği verip bırakmamak, oradaki insanlara devamlı gitmek ve onlara da söz hakkı vermek. Mesela bizim başlangıçta Kızıltepe’de iki günlük seminerimiz oldu . Ama hiçbir şekilde öğretmenler not almadı. Çünkü monolog şeklinde yapmadık bu semineri. Öğretmenleri hep beraber sorgulamaya ittik. Mesela dedik ki bir okul düşünün, bu okulun değerleri ne olmalı? Bu değerlere ulaşmanızda size yardımcı olabilecek veya size engel çıkarabilecek faktörler neler gibi sorular sorduk.

* İşe yaradı mı peki?

- Bu tabii öğretmenleri müthiş bir düşünce pratiğine yöneltti. Biraz da rahatsızlık uyandırdı. Çünkü şuna alışılmış, bu aslında sadece öğretmenlerde yok hepimizde var, biri bize gelsin doğruları anlatsın, hatta bizim sorunlarımıza çözüm bulsun istenir. Sihirli değnek ile her şey güzel olsun böyle bir şey yok. Çaba göstermeden, düşünmeden, sorgulamadan, kafa yormadan olmuyor. Çünkü bu sorunu onlar yaşıyorlar. Bu sorun bizim değil, bunu siz yaşıyorsunuz, Bölgeyi siz tanıyorsunuz, ya bu sorunla yaşamaya devam edersiniz ya da biz sizin için buradayız bizden destek alırsınız. Ama bunu bize sizin sunmanız gerekiyor diyerek bu konuyu öğretmenlerle defalarca konuştuk. Paylaşım toplantılarının ötesinde ben öğretmenlerle bire bir de konuştum. Projeyi değerlendirmelerini istediğimde, bu açık ortamın ve onları hem projeye katmamız ve güç vermemizin çok şaşkınlık yarattığını söylediler.

* Ne gibi sorunlar yaşıyorlar?

- Öğretmenler kendilerini çok güçsüz hissediyor. Bir kere maddi olanaksızlık var. İstedikleri malzemeleri bulamıyorlar. Sınıflar kötü durumda. Bölgede de ise koşullar çok kısıtlı. Bir bakıyorsunuz sınıf, ama sınıf gibi görünmüyor. Öğretmenler konusunda da sıkıntı var. Genelde kız meslek okulunu dışardan bir şekilde diploma alıp bitirmişler. Gerçi 4 yıllık mezun olmaları gerektiği konusunda bir kanun çıkarıldı, ama oluyor mu o da tartışılır.

‘BÖLGEDE DENEYİMLİ ÖĞRETMENLER YOK’
* Öğretmenler ve öğrenciler arasında nasıl bir iletişime tanık oldunuz?

- Biz öğretmenlere eğitim seminerleri verdik, ancak sürekli sınıflardaydık. Sınıf gözlemleri yapıyorduk. Bu daha çok ana sınıfında gerçekleşen gözlemlerdi. Kızıltepe’de bir batıdan gelen, bir de Kürt öğretmenler var. Batıdan gelen öğretmenlerin çoğu KPSS ile bir şekilde zorunlu hizmet için gözüne kestirdiği herhangi bir yeri yazıyor, puanı tuttuğu için oraya gönderiliyor. O da dişini sıkıyor bir sene iki sene, İstanbul gibi yerlere tayinini çıkarmaya bakıyor. Orada zaten üç seneden fazla kalan Batılı öğretmen görmedim. Sorduğumda hep 2008, 2009 mezunuyum diyorlar. Halbuki orada deneyimli, bu işi gerçekten bilen öğretmenlerin bulunması lazım. Bir de bunların Batılı öğretmen olduğunu düşünün. Kültürel çatışma, yaşam koşullarına alışamama, insan davranışındaki farklılıklar bunlar çok önemli şeyler. Çünkü kabul edilse de edilmese de Türkiye’de bir kültür farklılığı var.

* Esas sorun; öğretmenin bu görevi bir zorunlu hizmet gibi görmesiyle başlamıyor mu?

- Devletin bölgeye yönelik politikası bunun nedeni. Oranın şartları düzeltilirse bu sıkıntılar da yaşanmaz. Şartlar kötü diye oraya kimse gitmek istemiyor. Ancak idealist öğretmenlerden söz edilecek olunursa istemeyerek gitseler bile orada bir şeyleri değiştirebileceklerini görüyorlar. Bir şeyleri değiştirdikçe de kalma isteği uyanıyor. Ama ailelerini Mardin’e götüremiyorlar. Batıdan gelen öğretmenler bana hep şunu söylüyorlar: ‘Ben burada bir sene içersinde yaptığımın yüzde 1’ini İstanbul’da yapamıyorum. Oradaki çocuklarla kat edeceğim mesafe çok küçükken, ben burada en büyük tatmini yaşıyorum diyorlar. Ama onlar için birinci tatmin çocukların Türkçe konuşması. Önce onunla gurur duyuyorlar.

* Okullarda Kürtçe yasak nasıl uygulanıyor?

- Kürtçe konuşan çocuğa öğretmen cevap vermiyor veya anlamıyorum seni diyor. Çocuk bir şekilde neyi istediğini gösteriyor. Çocuk mesela tuvalete gitmek, su içmek, yemek yemek, dışarıya çıkmak istiyor. Bunları Türkçe söyletmeye çalışıyorlar. Mesela çocuk Kürtçe ‘su istiyorum’ dediği zaman, öğretmen en azından günlük konuşmaları anlayacak kadar Kürtçeyi sökmüş oluyor, ancak Türkçe ‘Su içmek istiyorum de’ veya ‘ tuvalete gidebilir miyim de’ diye düzeltiyor hemen. Diyelim ki çocuk diyemedi, o zaman çocuğa ‘tuba de o zaman ‘gidebilirsin’ diyor.

* Bu doğru bir metot mu sizce?

- Hiç doğru bir metot değil. Zaten öğretmenler de bu durumdan hiç hoşnut değil. Hiç istemedikleri bir şeyi yapıyorlar. Bizden istedikleri bu konuda akademiden ve devletten istedikleri kendilerine bir metod, bir yöntem önerilmesi bu konuda. Çünkü dört senelik fakülte hayatlarında da, okul öncesi öğretmenlik programında da, sınıf öğretmenliği programında da iki dillilik veya ikinci dil diye bir ders bulamazsınız. Halbuki böyle bir ders şart. Ayrıca öğretmenlerin psikolojik, sosyolojik ve pedagojik açıdan hazırlıklı olmaları lazım. Öğretmenlerin en çok şikayet ettiği nokta dil konusudur. Biz böyle olduğunu tahmin edebiliyorduk ancak tam durumu bilmiyorduk. Elimiz çok boştu.

‘ÇOCUKLAR SESSİZLEŞİYOR’
* Boş derken?

- Araç metot, yöntem ve pedagojik bilgi anlamında iki dil konusu hiçbir şekilde verilmediği için bölgeye gidince çaresizlik içine düşüyorlar. “İki Dil, Bir Bavul” filminde seyretmişinizdir, aynen bu şekilde. O filmdeki öğretmen de Kürtçe konuşan çocuklara elini dudağına koyarak şişt deyip yasaklıyor. Öyle konuşmayacaksın diyor.

* Hep öğretmen açısından konuşuyoruz ancak anadilini konuştuğu zaman böyle bir tepkiyle karşılaşan çocukta bu durum bir travma yaratmıyor mu?

- Elbette ki çocuk bu durumu sorguluyor. Ancak ne yazık ki ben Türkiye’de bu konuda bir araştırmaya hiç rastlamadım. Çocuklarda benlik açısından, psikolojik açıdan ne gibi travmalara yol açtığını okumadım. Ama bu bana yapılsaydı diye düşündüğüm zaman, annem ve babamın konuştuğu dili, benim evde konuştuğum dili bu öğretmen niye bana yasaklıyor diye sorgulardım. Çünkü çocuklar bunu anlamıyorlar. Anadilinin bu şekilde yasaklanarak bir başka dilin öğretilmesini kimlik gelişimi açısından da benimsemiyorum. Zaten çocuklar da Kürtçe konuşulmaması gerektiğini bir zamandan sonra anlıyorlar ve bu çekimserlikle okula geliyorlar. Bazı çocuklar sessizleşiyor. İçine kapanıyor. Burada üç türlü tepki var: Yaşamın kurallarını öğrenmiş, o düzende hareket eden çocuk; anlaşılamamak anlatamamaktan dolayı saldırganlaşan çocuk; bir de sessizleşen çocuk.

* Nasıl sessizleşiyor?

- Aslında o çocuğun elinde bir araç var sessizleşmemesi için. O da Kürtçe. Ama bu araç kullanılamayacağı için bunu kabullenmiş ve kendini suskunluğa itmiş. Mardin’de sınıfları gözlemlerken bire bir yaşadığım bir olay var. Sınıfta serbest resim dersi yapılırken bir kız çocuğu o kadar sinik, o kadar isteksiz bir şekilde resim yapıyordu ki, ben yanına gittim, ismini öğrendim. Aramızda hiçbir konuşma yok, ben Kürtçe bilmediğim için sürekli Türkçe konuşuyorum, Kürtçe bilsem Kürtçe konuşurdum. Ne kadar güzel oldu dedim. Hangi rengi sevdin, haydi bu kuşu da bu renkte boyayalım dedikçe çocukta bir cıvıldama başladı. O da anlamıyor ama psikolojik olarak kendini iyi hissetti bence. Çünkü bir yetişkin onunla ilgileniyor. Kendisiyle ilgilenilmediği zaman yaptığı resim ve ilgilendikten sonra yapılan resim arasında inanın dağlar kadar fark vardı. Ama öğretmenler bunu da yapmıyorlar. Çocuk yapmıyorsa, ‘O kadar yapıyor ben ne yapayım’ diyor mesela öğretmen bana.

ÖĞRETİM FAKÜLTELERİNDE KÜRTÇE ŞART
* Siz bu gözlemler sonucunda projenizi değiştirerek dil üzerine ağırlık verdiniz. Nasıl bir çözüm öneriyorsunuz?

- Bence öğretmenlerin psikolojik, pedagojik eğitimin yanısıra Kürtçe öğrenmeleri gerekiyor ve öğretmenler bunu istiyorlar. Çünkü biliyorsunuz bir dil en güzel konuşulduğu yerde öğrenilir aslında. Ama buna bir hazırlık da çok iyi olur. Bir öğretmen oraya gitmeden önce, Kürtçeye hakim olursa onun büyük faydalarını görür. Onun kendi adaptasyonu için de iyi bir gelişim olur. O nedenle öğretmenlerin Kürtçe öğrenmesi önemli. Üniversitelerde de özellikle Doğu, Güneydoğuda Kürt kültürü, geçmişi, edebiyatı, oluşumu içerikli bir tarih, sosyoloji, pedagoji paketinin sadece bölgeye gidecek öğretmenlere değil tüm öğretim üyelerine verilmesi gerek. Bölgeye gitmezse de İstanbul’daki okullarda da bundan yararlanabilir sonuç itibariyle. Çünkü Türkiye’de hep Kürtlerde şu yok, bu yok, veya Alevilerde şu yok, bu yok gibi konuşuyoruz. Hep bir kötüleme.

* Peki öğretmenler çocuklara Kürtçe üzerinden mi Türkçeyi öğretecek?

- Evet, ben Kürtçenin bizim için araç olabileceğini düşünüyorum. Yani Türkçe anadil üzerinden öğretilirse çocuklar da iyi kavrar ve öğrenir. Çünkü Türkçe çoğunluk dili. Nereye giderseniz gidin, bir devlet dairesine gittiğiniz zaman örneğin, yada başka yerde bu dili bilmek gerekiyor. Bölgedeki aileler de çok ilginç bir şekilde bunu çok istiyorlar. Ben veli toplantısına katıldığımda aileler öğretmene teşekkür ediyordu.

Ben mesela bir Kürt öğretmene ‘Kürtçe biliyorsun, neden konuşmuyorsun?’ diye sordum. Bana çocuklukta bunun çok sıkıntısını çektiğini, Türkçe öğrendiği zaman üçüncü dördüncü sınıfta olduğunu bu nedenle de hiçbir zaman o açığı kapatamadığını, sınav sisteminde geri kaldığını, öğretmenlerin yeterince ilgi gösteremediğini, kendisinin bunun dezavantajını çok yaşadığını belirterek çocukların aynı şekilde bunu tekrar yaşamasını istemediğini söyledi. Ben oraya gittiğim zaman öğretmenler bu işe el atmanız gerekiyor diye topu akademiye attılar, ben de topu tekrar onlara atıyorum.

* Her şey öğretmenlerin elinde mi?

- Belki de korkudan tepeden bir beklenti var, ama burada bunu kendileri de yapabilir çünkü sınıfta devlet yok. Sınıfta kendileri var. Hiçbir şeyden korkmalarına gerek yok bence. Eğer sınıfta bir Kürtçe kitap alıp çocuklara okusan daha sonra onu Türkçeye çevirsen çocuklar bu çaresizlik psikolojisinden çıkacaklar. Kürtçeyi bir araç olarak kullanmak da bu anlama geliyor. Yöntem aslında buradan geçiyor.

Amerika’da mesela birçok kesim için dil İspanyolcadır. Mesela onlar İngilizceyi daha sonra öğrenirler ancak çocuk kitaplarında her sayfa birer cümledir ve o tekstte hem İngilizce hem de İspanyolca vardır. Çocuğa bir İngilizce bir İspanyolca verilir eğitim, ama İspanyolca daha çok bir iletişim dili olarak kullanılır. Mesela kitapta bir kuş hikayesi varsa öğretmen okur, onlara İspanyolca kuş şimdi ne yaptı, kuşun adı neydi gibi sorular sorar. Çocuk hikayeyi kendi dilinde bildiği için, bağlantıyı çok çabuk kurabiliyor. Kelime öğreniyor, grameri bu şekilde öğreniyor. Kendini ifade etmeye başlıyor. Ama hiçbir şekilde çocuğa ‘Sen burada İspanyolca konuşmayacaksın. Eğitim dilimiz İngilizcedir ’ diye bir yaklaşım yok.

‘KÜRTÇE DİL BİLİMCİLER ŞART’
* Peki Kürtçe diline yönelik yasakçı zihniyetin kaldırılması aslında genel eğitimde de baştan sona bir değişim gerekmez mi? Örneğin Kürtçenin eğitim dili olarak okullara girmesi gibi.

- Tabii bence olmalı. Üniversiteler de gayet rahat koyulabilir zaten. Çünkü her üniversitede bir sürü dil seçeneği koyuluyor. İngilizce, Almanca gibi. Kürtçenin nesi var? Tabii ki konmalı genel olarak aynı fikirdeyim. Bizde şu an Japonca bile var, kredili ders olarak alınan. Aynı şekilde Lazca da, Kürtçe de, Süryanice de, Çerkezce de olabilir. Şimdi Belediyelerde, STK’larda veya enstitülerde Kürtçe öğretiliyor. Ama bunlar yaşamıyor, çünkü gerçekten resmi bir kurum içersinde öğretilmiyor. Hakkari’de bir bölüm açıldı Kürtçe dilinde, bu daha genele yayılabilir. Ama bunu hadi şimdi yapalım diyerek yapamayacağız. Çünkü insan kaynağımız yok. Bir dili biliyor olmak o dili öğretebilmek anlamına gelmez. Burada dil bilimci olmanız lazım. Dil pedagojisini bilmeniz lazım, yöntem bilgisine sahip olmanız lazım.

* Bu konuda Milli Eğitime ne gibi bir görev düşüyor?

- Milli Eğitim ilk önce hiçbir şeye söz vermeden sadece şunu yapabilir: Başka alanlarda olduğu gibi Kürtçe dili için de bir çalışma grubu oluşturabilirler. Şu anda uzmanları toplarlar bunun yöntemi nasıl olmalı diye, ne yapılmalı diye bir formülasyon bulabilirler. Ben mesela Milli Eğitimin hazırladığı 100 sayfalık raporu okudum ve bu raporda sadece bir tespit olduğunu fark ettim. Mesela bu raporda sadece 15 sayfalık bir bölüm var okul öncesine ait. Bu 15 sayfada basının da dikkatini çeken iki madde var. Biri Türk dilinin öğretilmesine ihtiyaç duyulan bazı bölgelerde okul öncesi öğretmenleri bu konuda yeterli bilgi ve deneyime sahip değildir tespiti. İkincisi ise dilin doğru ve güzel kullanılması ve bilinmesine yönelik yerel ihtiyaçlar belirlenmemekte ve ihtiyaçlarla ilgili planlı çalışma yapılmamaktadır tespiti. ‘Öğretmenler bilgi ve deneyime sahip değil, biz de ihtiyaçları belirleyip ona göre plan yapmadık’ demek bu. Bu rapordan sonra ben şunu beklerim: Madem durum bu, bununla ilgili bu işi bilen insanlarla çözüm üretilmesi gerekir.


* Siz projenizi Milli Eğitime sunmayı düşünüyor musunuz?

- Şu anda benim projem bire bir dil çalışması değil. Ancak ben şu anda başka bir amaçla bölgeye gidip durumun böyle olduğunu görüp, bire bir deneyimleyip kendi çapımda bir çözüm üretmeye çabalıyorum. Ama proje tamamlandıktan sonra tabii sunarım.

‘ASIL OLAN SORUNU ÇÖZMEK’
- Hem Milli Eğitim Bakanlığının itirafı, hem de çalışmalarınızda gündeme getirdiğiniz sıkıntıların temelinde politik bir sorun yok mu? Asıl konu bir halkın dilinin yasaklanması ve asimilasyona uğratılması değil midir?

- Benim bir politik görüşüm var, ama onun dışında olaya bir eğitimci olarak bakmam beni birçok konuda kurtarıyor. Çünkü metaforik açıdan baktığınız zaman, mesela bir doktorun karşısına bir hasta geldiğinde doktor onu iyileştirmeye çalışır değil mi? Onun kim olduğu, ne olduğu, iyileştikten sonra ne yapacağı hiç umuruna gelmez. Ben de eğitimci olarak burada ne yapılabilir diye düşünüyorum. Röportaj yapmaya gelen gazeteciler illa da bu proje politik anlamda nereye gidiyor konusuna gelmeye çalıştılar. Ben projemi anlattığımda hemen ‘Bu proje olursa ülke bölünmez mi?’ dedikleri zaman, ‘Durun bir dakika orada’ dedim. Bunlar benim hiç umurumda değil. Tabii ki bizim yaptıklarımız veya yapmadıklarımız ülkenin politik anlamda bir yere gitmesine yol açacaktır. Ben demiyorum ki yaptıklarımız kavanozda kalacak hiçbir şekilde ülkedeki politikayı etkilemeyecektir.

Biliyorsunuz ki politikalar ya üsten alta etkilenir ki bir çoğunluğu böyledir, mesela yarın Milli Eğitim Bakanlığı dese ki tamam şu bu yapılacak o yapılır. Bu daha çabuk bir süreçtir. Ama bizim gibi eğitmen olur, akademi olur, sivil toplum örgütleri olur alttan gelen insanlar ve kurumlar veya yaptırımlar devrim niteliği taşır ve üstü etkileyebilir. Bence burada Sivil Toplum Örgütlerine, üniversitelere büyük bir rol düşüyor. Sizin yaptığınız gibi medyaya yansıtılmasıyla herhalde politik çevrelerde de güç sahibi olan insanlar da sorgulamaya başlayacaklardır veya ne yapalım diye düşünmeye başlayacaklardır. Benim veya benim gibi insanlar için önemli olan bu soruna nasıl bir çözüm üretilebilir sorusu.


ZEYNEP KURAY -ANF

Hiç yorum yok: