KCK Dosyası Tutukluları, ‘rehin’ tutuldukları davalarına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. 14 Nisan 2009 tarihinden günümüze değin Kürtlerin demokratik kurumlarına ve yöneticilerine yönelik polis, yargı ve hükümet terörü sonucu binlerce kişi tutuklanarak rehin haline getirildiği hatırlatılan açıklamada şunlar ifade edildi:
İRADE KIRMA OPERASYONU
“Kürt Halkının demokratik siyasal mücadelesine dönük bu saldırı konsepti AKP’nin ve bizzat Başbakan Erdoğan’ın onayıyla Gülen Cemaatinin militanlarından oluşan polis zoru ve yargı eliyle gerçekleştirilmiştir. Yandaş basın ve onun apoletli kalemşorlarının tüm çarpıtma, manipülasyon ve saldırılarına rağmen gerçeklik tersyüz edilememektedir. Demokratik kamuoyunun bildiği gibi bu operasyonların esas amacı Kürt halkının iradesini kırarak öncü kurum ve yöneticileri şahsında teslim almaktır. Kürtlerin dil, kültür, kimlik ve taleplerine her türlü özel savaş yöntemleriyle saldırma, büyük bir öfkeyle bastırmaya çalışma, 12 Eylül’ün başaramadığını kesin bir sonuca götürme istemidir. 12 Eylül darbesi uyanan Kürt iradesini imha etmeye çalışıyordu. 14 Nisan darbesi ise; Kürtleri örgütsüz ve iradesiz hale getirerek eritmeyi amaçlamıştır. Zihniyet, anlayış ve amaç olarak birbirinin devamı niteliğindedir. Bu nedenle yargılandığımız dava stratejik amaçları olan bir planın konjektürel sonucudur. Bundan dolayı hukuki olmadığını; siyasi bir komplo olduğunu defalarca dile getirdik. Şahsımızda bir halkın özgürlük ve eşitlik mücadelesi, demokratik siyaset ve bu zeminde yaratılan tüm kazanımları yargılamak istemektedir. Bu gerçeklik davaya siyasal yaklaşımı zorlamaktadır.”
Dosyalarına yaklaşımın ilk günden itibaren özel ve özgün uygulamalarla sürdüğü belirtilen açıklamada, 14 ay gibi uzun bir tutukluluk durumundan sonra entrikalarla, iftiralarla dolu hakikatlerden uzak bir yalanlama belgesi olmaktan öteye bir anlamı olmayan iddianame hazırlandığı vurgulandı.
Açıklamada, “Her şeye rağmen, gerçeklerin gizli kalmaması adına ısmarlanmış iddianameye cevap vermek, tersyüz edilmiş gerçekleri ayakları üzerine doğrultmak ve siyasal komployu deşifre etmek amacıyla tek tek bireyler olarak kutsallığına inandığımız savunma hakkımızdan istifade edebilmek için savunmalarımızı Kürtçe ve Türkçe yazılı bir şekilde hazırladık. Aynı şekilde hepimizi bağlayan ve ortak düşüncelerimizi yansıtan savunma hazırladık” dendi.
KÜRTÇE SAVUNMA
Tutuklu bulundukları 18 aydan sonra çıkarıldıkları ilk mahkemede savunmalarını anadillerinde yapma istemlerinin engellendiği ifade edilen açıklamanın devamında şunlar belirtildi:
“Dilimiz hakir görüldü. “Anlaşılmayan dil” olarak hakarete maruz kaldık. İnkar ve yok sayma politikasını çıplak yüzüyle bir kez daha karşı karşıya kaldık. Tercüman talebimiz reddedildi. Buna rağmen, mahkemelerde günlerce sabahtan akşama kadar sabırla oturduk. Konuşma sıramızın gelmesini bekledik. İstemediğimiz halde günlerce iddianame okundu. Burada haksız ithamlarla, yalanlarla dolu iftiralara ve hakaretlere maruz kaldık. Söz sırası geldiğinde mahkeme heyeti ısrarla anadilimizde kendimizi ifade etmemize izin vermedi. Sözlerimizi tamamlamamıza müsaade etmeden mikrofonu kapattı. Bizlere “ dilinizden ve kimliğinizden vazgeçin” dayatmasıydı. Halkımızı ve onurumuzu bir kenara bırakmamız istendi. Kürt Özgürlük Hareketi yürüttüğü mücadele ile inkarcı, faşist kurum ve odakların maskesini düşürüp tümünü yenilgiye uğratmıştır. AKP’nin de başarabilme ve Kürtleri tasfiye etme umudu-inancını kırmıştır.”
KATLİAM PLANLARI
Açıklamada, uzun bir zamandır Kürtlere karşı yürütülen mücadelede arzuladığı sonucu elde edemeyen AKP’nin şimdi de “yeni stratejisi” adı altında topyekun saldırı konsepti ile Çiller – Güreş zihniyetiyle Kürt halkının değerlerine ve güvencelerine saldırdığı ifade edildi. “AKP Kürt halkına karşı topyekun bir savaş kararı almıştır. Askeri, siyasi, hukuki ve psikolojik cephelerden en faşizan yöntemleriyle katliam planları yapmaktadır” denilen açıklamada devamında şunlara dikkat çekildi:
“Özgürlük Hareketi ve Kürt Halk Önderi Sayın A.Öcalan’ın tüm barışçı ve çözümden yana olan çabalarını ucuz tüccar anlayışı ile suistimal eden AKP hükümeti artık Kürtlerinde sabrının sınırlarını zorlamaktadır. Tek yanlı ateşkesler döneminde bile askeri operasyonları kesintisiz sürdürmüş, onlarca Kürt evladını ve Türk yoksul emekçi ailelerin çocuklarının yaşamlarını yitirmesine neden olmuştur. 7’den 70’e tüm Kürtleri hedefleyerek zindanları tıka basa doldurmuştur. Eskiden gizli ve kuytuluklarda yapılan sistematik işkence artık Kürdistan’ın çarşı ve sokaklarında aleni bir şekilde yapılmaktadır. Kürt siyasetçileri sadece konuştukları ve düşüncelerini açıkladığı için 10 yılları aşan cezalara maruz kalmaktadır. Ağzını açan her özgürlükçü Kürt zindan tehdidi ile susturulmaya çalışılmaktadır. Bir tarafta bunları yapan AKP diğer tarafta işbirlikçi, teslim olmuş Kürdü yanına alarak maşa olarak kullanmanın çabası ve gayreti içerisinde olmaktadır.
TESLİM ALMA, İRADE KIRMA VE TASFİYE KONSEPTİ
Dışarıda bu saldırıları yapan zihniyetin cezaevlerine yansıması daha katmerli ve faşizanca olmaktadır. Başta İmralı Cezaevi olmak üzere tüm cezaevlerinde kendi köhnemiş yasalarını çiğneyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Son zamanlarda Kürt Devrimci tutsakları Kürdistan’ın en uzak batı illerine sürgün edilmektedir.
Bu teslim alma, irade kırma ve tasfiye etme konseptinin temel bir parçası durumundaki siyasi soykırım davası olan KCK ana davasının ilk günden itibaren hiçbir hukuki, ahlaki ve insani yan ile izah edilemeyecek tarzda sürdürülmesine tüm demokratik kamuoyu tanıklık etmektedir.
İnkar ve asimilasyon politikalarına karşı sergilemiş olduğumuz direniş tutumumuz karşısında her geçen gün daha fazla sıkışan sistemin yargı erki de salgınlaşmaktadır. Dilimize, kültürümüze, inançlarımıza, kişiliğimize kadar saldırmak, hareket etmek yetmiyormuş gibi yeni bir hukuksuzluğa ve skandala yenilerini ekliyor. Bizleri adeta dilsizleştiren mahkeme 2,5 yıldır tek kelime savunma yapmamıza imkan tanımamıştır. Adeta 12 Eylül faşizminin ruhunu şahlandırarak “Türkçe konuş çok konuş” zihniyeti trajikomik bir şekilde güncelleştirerek uygulanmıştır. Bu anlayışla yargılama sürecini tıkayan mahkeme heyeti ve perde arkasındaki esas güçler mevcut tutum, tavır ve direnişimiz karşısında sıkışınca her geçen gün yeni taktiklere başvurmaktadırlar. Hukuksuz bir şekilde dosyamızda yargılama gruplara bölünmüş 8 aydır sadece 6 arkadaşımız duruşmalara katılmış geriye kalanlarımız (98) duruşmalara götürülmemekteyiz. 25 arkadaşımız suni gerekçelerle Bingöl’e sürgün edilmiştir. Aynı şekilde avukatlarımızın ilk günden beri ileri sürdükleri tüm talepleri reddedilmiş, itirazları kabul edilmemiştir. Mesleklerini icra etmelerine fırsat tanınmamıştır. Bunların yanında tehdit ve şantajlara maruz kalmışlardır. Duruşma salonunda operasyonu yapan polislerce açık bir şekilde defalarca tehdit edilmişlerdir. Avukatlarımızın bu yönlü şikayet ve talepleri mahkeme heyetince dikkate alınmamıştır.
‘DİRENİŞİMİZİ SÜRDÜRECEĞİZ’
12 Ağustos tarihli duruşmamızda mahkeme savcısı tarafından duruşmalarımızın dosyamızın başka bir ile nakil edilmesi talep edilmiştir. Bu durum çaresizliğe düşmenin açık ifadesidir. Böylesi tehdit ve şantajlarla dayatılmak istenen teslimiyettir. Bizleri yargılama kudreti olmayan faşist mahkemelere karşı her şart ve koşul altında direnişimizi sürdüreceğimiz bilinmelidir. Hangi il ve hangi mahkeme olursa olsun “teslimiyet ihanete direniş zafere götürür” şiarıyla hareket edeceğimizi duyuruyoruz. Yargı sisteminin ve bir bütün olarak devletin inkarcı ve imhacı anlayışı var oldukça direnişimizi daha da yükselterek sürdüreceğiz. Bize dayatılan teslim olma ve diz çöktürme politikalarına karşı her zemin ve mekanda sonuna kadar direneceğimizi kamuoyunun bilmesini istiyoruz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder