15 Ağustos 2011 Pazartesi

Kader Ayları


Kürt halkına ve kazanımlarına yönelik saldırıların ardı arkası kesilmiyor. En son İran’ın Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırıları...

Kürt halkına ve kazanımlarına yönelik saldırıların ardı arkası kesilmiyor. En son İran’ın Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırıları, güney Kürdistan’ı işgal girişimiyle bu saldırılar yeni bir boyut kazanmış durumda. Fakat sanıldığı gibi bu saldırı tek aktörlü ve Güney Kürdistan’ı işgalle sınırlı bir hareket değil. 

 
İran’ın böylesi bir harekete girişebilmesi için Irak’ın, ABD’nin, Türkiye’nin ve Güneyli güçlerin onayı ve desteğini almak zorunda olduğunu az da olsa siyasetten anlayan herkes görebilir. Birbiriyle oldukça ciddi çelişkiler yaşayan güçlerin bu saldırılarda bir araya gelmesi tabii ki hepsinin ortak çıkarlarına hizmet ettiğini gösteriyor. Her birinin çıkarı, beklentileri tabii ki Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesinde buluşuyor. Yıllarca kendi kulvarlarında Kürtlere karşı savaşan, Kürdistan’ın özgürlüğünü engelleyen bu güçler otuz yılı aşkın bir süre içinde gerçekleştiremediklerini bugün birleşerek, ortak mücadele yürüterek başarmayı düşünüyor. 

Böylesi kapsamlı bir saldırıyı biz 1998-99 sürecinde de görmüştük. Uluslar arası komplo olarak adlandırdığımız ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yakalanarak İmralı’ya götürülmesi ile sonuçlanan bu saldırılarda adı geçen güçlerin dışında oldukça geniş bir coğrafyaya yayılan farklı güçler de etkili olmuştu. Avrupalı, Afrikalı devletler, Rusya gibi çok geniş bir alanda bulunan güçler ortak bir saldırıyı ABD koordinesinde yürütmüştü. Sonuçları açısından bu güçlerin beklentilerinin yerine gelmediği, planlanan saldırının istenen sonuçları yaratmadığı bugünden rahatlıkla görülüyor. 
 
Bu saldırının gelişmesindeki temel nedenlerden biri Öcalan’ın Ortadoğu’ya kader olarak belletilen öl-öldür çıkmazından kurtularak demokratik-barışçıl bir siyasi çözüme meyletmesiydi. Kapitalist modernitenin, ulus devlet sisteminin halklara reva gördüğü milliyetçi, dinci, cinsiyetçi eğilimlerin dışında özgür tercih ve iradeli duruşa dayalı bir çözümü geliştirme çabasını engelleme amacı taşıyan karanlık, çirkin bir saldırıydı bu. Nitekim İmralı’da Öcalan’ın geliştirdiği savunmalarla bu sistemin tüm temeli, araçları, felsefe ve mantığı çözülmüş, kendi savunmasında sıkça söylediği gibi çıplak krallar dönemine geçiş yaptırmıştı. Bunun bugünden etkileri çok net görülmüyor olsa da sistem sahipleri, tekelci kapitalist patronlar bunun kendi sonlarını getirebilecek yegâne teori olduğunun farkındaydı. Saldırının temel nedenlerinden biri bu ideolojik alan mücadelesiydi. 

 
Aradan geçen 12 yıla rağmen saldırılar somut sonuçlara ulaşmadığı gibi bu ideolojik mücadelenin örgütsel, kitlesel alana taşırılmasıyla cisimleştiği, somutlaştığı bir dönem yaşandı. 2011 yılı itibarıyla Ortadoğu’da başlayan halk ayaklanmaları biraz da bu dönemin bir eseriydi. Kürt halkının demokratik konfederal örgütlenme, serhıldan hareketi ve her alandaki meclis ve kurumlaşmalarıyla alternatif bir sisteme doğru ilerleyişi bölge halklarında da alternatiflik arayışını gündeme taşıdı. Siyasi alanda devlet dışı bir örgütlenme modeliyle demokratik özerklik ilanını gerçekleştirmesiyle de halkların baharı somut bir proje sahibi oldu.

Bu gelişmelerin tek bir anlamı vardı. Binlerce yıldır süren devletçi sistemin aşılması. Tabii ki en fazla da bin yıllardır Ortadoğu halklarına kan kusturan statükocu, dogmatik, dikta rejimler bu gelişmelerden rahatsızlık duydu. Bu, günümüzdeki saldırıların aktörlerinin öncelik sıralarının değişmesine neden oldu. Bu nedenle 1998-99 sürecinde Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı uluslar arası komployu örgütleyen ABD-İsrail gibi dünya devleriyken bugünkü saldırıların örgütleyenleri bölgesel statükocu devletlerdir. Bu yeni saldırı dalgasında ABD’nin çıkarları olmakla birlikte esas belirleyici konumda bulunan güçler Türkiye, İran ve Irak devletleri. Ve tabii ki bunlarla bağlantılı tüm çıkar çevreleri.
 
Buradan çıkarılacak sonuç yeni, kapsamlı ve ciddi bir saldırı konseptinin pratikleşmeye başladığıdır. İran’ın Kandil’e yönelik başlattığı saldırı ise bu pratiğin ilk adımı konumundadır. Bunun Türkiye ayağının askeri açıdan geç kalmasının, destek vermemesinin nedeni içte yaşanan kimi çelişkiler. Ama bu çelişkiler de herkesin gözlediği gibi savaş kliği tarafından halledildi. Sorunu artık sadece zamanlama. 

Bu saldırının başarı elde etme şansı direniş aktörlerinin rolleriyle bağlantılı. Böylesi bir konsept ve ittifak karşısında direniş güçlerinin başında gelen Kürdistan gerillaları ilk saldırıları bertaraf edebildi. 2000’li yılların başında YNK ile 2007 ve 2008 yılında ABD ve Türkiye ile yürütülen saldırıları başarısız kılan, yenilgiye uğratan Kürdistan gerillaları bugün de İran’ın saldırılarını kırdı. Sanıldığı gibi PKK/PJAK/KCK zayıf pozisyonda olsaydı kesinlikle böyle bir ittifak ile saldırı gündeme gelmezdi. Bu anlamda saldırı güçleri ne kadar güçlü görünüyor olsalar da geçmiş pratiklerden çıkarılacak sonuçlara göre Kürdistan gerillalarının bu saldırıdan da başarıyla çıkma ihtimali oldukça yüksek.
 
Tabii ki bu kesin bir sonuç değil. Kürt Özgürlük Hareketi’nin en büyük güç kaynağı halk desteğidir. Türkiye, İran, Irak, Suriye ve yurtdışında yaşayan Kürtlerin bu saldırılar karşısında takınacağı tutum bu saldırıların kırılmasında en önemli etkenlerden bir tanesi olacak. Serhıldan hareketi, demokratik tavır ve tutum bu saldırıların bir halkın taleplerine yönelik gerçekleştirilen kirli bir ittifak olduğunu gösterecektir. Bunun dışında salt gerillaların askeri direnişine endeksli bir direniş kısa vadede etkili olsa da uzun vadede gerekli başarıyı yakalayamayacaktır. 

Bu anlamıyla Kürtlerin ve onların mücadelelerine sempatiyle bakan dostlarının bu kirli ittifak karşısında takınacağı tutum bu dönemde oldukça önem kazanıyor. Türkiye’de yürütülen demokratik anayasal mücadele, demokratik özerkliğin kurumlaşması, demokratik konfederalizmin tüm ayaklarının pratikleştirilmesi görevleri gibi uzun vadeye dayalı mücadelenin yanında etkili halk eylemsellikleri de bu dönemde oldukça aciliyet kazanmış durumda. Suriye’de Kürtlerin kalıcı kazanımlar elde etmeye oldukça yaklaştığı, Güney Kürdistan’da demokratikleşmeye evirilen kazanımlar, İran’da kültürel ve siyasi özerklik taleplerinin güçlendiği bir dönemde her parçanın kendi mücadelesinin yanında ortak reflekslerle hareket etmesi gerektiği ortada.

Bunun nedeni saldırının hedefinin tüm Kürtler olmasından kaynaklanıyor. İran ile başlayan saldırı salt PJAK veya PKK karşısında bir mücadele değil, tüm Kürtleri ve kazanımlarını hedefleyen bir saldırının başlangıcı. Bu anlamıyla tüm parçalarda yaşayan Kürtler, dünyanın dört bir tarafına yayılan Kürtler önümüzdeki bu kader aylarını iyi değerlendirebilmeli, sürekli mücadeleye endeksli bir tempo yakalayabilmeli. Bu saldırının başarı kazanmaması için her Kürt tüm uğraşlarını, planlarını askıya alarak anı anına, günü gününe mücadele yürütebilmeli. Kader belirleyici bir süreç, olağanüstü bir süreç olağan yaklaşım ve kişiliklerle kazanılamaz. Bunun bilincinde olarak yaklaşmak her Kürt ve Kürt dostunun en temel görevi. 

Bu son mücadelenin kazanılması durumunda ne bölgesel, ne uluslar arası güçler bir daha Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırma cesareti bulamayacağı gibi Kürtlerin özgürlüğünün kazanılması yolu da sonuna kadar açılabilecektir.

Umut Yeniçağ

Hiç yorum yok: