7 Temmuz 2011 Perşembe

ABD, AKP ve Selefi Karşıdevrim Cephesi

25-27 Haziran tarihlerinde Beyrut’taydık. Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi çalışmaları kapsamında sağlık meslek örgütlerinin Filistinli sağlıkçılarla dayanışma buluşmasına eşlik ettiğimiz Beyrut ziyaretinde, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Lübnan Komünist Partisi (LKP) üye ve yöneticileri ile bölgede yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin pozisyonu üzerine görüşmelerde bulunduk. LKP’nin dış ilişkilerden sorumlu Politbüro üyesi Samir Diab, Tunus ve Mısır’da yaşanan gelişmeleri “devrim” olarak niteliyor. Bunun elbette Bolşevik devrimiyle kıyaslanamayacağına, eksik ve henüz başlangıç aşamasında olduğuna değinen Diab; ABD, Türkiye ve Selefilerden oluşan karşıdevrim cephesinin bu devrimi maniple ederek boğmaya çalıştığına dikkat çekiyor

Sendika.Org: Tunus ve Mısır’dan başlayarak bölgeye yayılan Arap halk hareketlerinin gelişimi ile ilgili olarak Lübnan Komünist Partisi’nin değerlendirmesi nedir?


Samir Diab:
Arap devriminin temelleri üzerine konuşalım biraz. İlk aşamada bu ölçekte devrimlerin olacağına dair çok fazla öngörü yoktu.

Bizce, devrimden önce hareketi tetikleyen üç temel unsur var. Birincisi, Irak'taki direniş. Direnişin kendi içindeki açmaz ve ayrımlarını bir kenara bırakarak Irak halkının işgale karşı direnişinden söz ediyorum. Irak'taki direniş halkın direnişiydi. Projesi yok ama halkın direnişi.


İkincisi, Lübnan'da 2006'da yaşananlar. Elbette bunun arkasında İsrail'in Lübnan'dan çekildiği 2000 yılından başlayan bir birikim var. 2006'da İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırısıyla Yeni Ortadoğu Projesini tamamlamaya ya da uygulamaya çalıştılar. 2006'da bu saldırıya karşı gelişen direniş de bir halk direnişiydi. Aynı şekilde Filistin'de 2008'de Siyonist kuşatmaya karşı Gazze direnişi. Bu üçü, gayriresmi, yani “sistem içi olmayan” anlamında gayriresmi halk direnişleriydi.


Ilımlıların yeni Ortadoğu’su

SSCB’nin yıkılmasının ve Irak’ın işgal edilmesinin ardından şekillenen Yeni Ortadoğu Projesi, bölgeyi ılımlı rejimlere böldü. Ilımlı derken ABD’nin Yeni Ortadoğu Projesi için sunduğu ekonomik ve askeri bütün koşulları kabul eden rejimleri kast ediyoruz. Körfez ülkeleri, Mısır, Tunus gibi…

Bu rejimlerin kalkınmayı, yoksulluğun azaltılmasını, aydınlanmayı vs sağlaması beklendi ancak tam tersi gerçekleşti. Tamamında tek parti ya da tek adam yönetimleri açığa çıktı. Bu da politik sistemle halk arasında büyük bir uçurum yarattı. İster “ılımlı” olsun ister Suriye gibi “ılımlı olmayan” olsun, bu rejimler sözde Filistin’den yana oldu ama gerçekte Filistin'e destek çıkmadı. Kalkınmadan söz etmelerine rağmen neoliberal ekonomi politikaları izleyerek, ekonominin kilit sektörlerini yöneten bir grup sermaye yarattılar. Ve bu da halkla rejimler arasındaki uçurumu büyüttü.


Diğer yandan bu durum karşısında bütünlüklü projesi olan bir muhalefet yoktu. Bu politik sistemler karşısında net ve bütünlüklü bir projeye sahip olan ne solcu ne de bir başka muhalefet vardı.


Türkiye rolünü oynuyor

Politik düzlemde, Ortadoğu'daki savaş ve mücadeleyle ilgili olarak, Irak'ın işgalinden sonra bir direniş var. ABD'nin kendi istediği koşulları bütün Ortadoğu’ya dayatması karşısında bölge üçe bölündü.

Birinci eksen Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, Kuveyt, Amman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar) ile Mısır, Tunus, Fas... Diğer yandan Türkiye var. Buna bir eksen diyemeyiz. Bu bir rol. Amerikan ekseninden çok da farklı bir şey değil. Amerika'ya yakın ancak İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas'ın temsil ettiği üçüncü eksenle de temas ederek iki tarafla birlikte oynamak istiyor. Diğer yandan Yeni Ortadoğu Projesi’nin temel bir amacı da bölgeyi etnik, mezhepsel ayrımlarla bölmek.


Bir yanda İran, Suriye ve Hizbullah’ın başını çektiği Şiiler ve diğer yanda merkezinde başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez'in yer aldığı Sünniler.


Diğer taraf da ılımlı İslam denen Türkiye, yani Recep Tayyip Erdoğan'ın partisi AKP var. Bölgedeki mücadelenin politik çerçevesi buydu.


Nasrallah’ın ve Erdoğan’ın fotoğrafları

Görünüme bakarsak, 2006'daki Lübnan direnişi Hizbullah'tır. Hizbullah, İran-Suriye ekseninin bir parçasıdır. Lübnan'a yönelik 33 günlük saldırının ardından zafer elde edilince bütün Arap halkı Nasrallah'ın fotoğraflarını taşıdı. Arap halkları Nasrallah'ı bir Şii partisi lideri olarak düşünmedi. Onu İsrail'le savaşan bir direnişçi olarak gördüler. Burada Arap halkının hissiyatından bahsediyorum. Çünkü Arap halkı Filistin'in kurtuluşunu istiyor. Diğer yandan rejimler, halkları Filistin'in kurtuluşuna giden yoldan uzak tutuyorlar.

Diğer bir model Erdoğan'ın fotoğrafları. Neden Erdoğan fotoları taşınıyor, Erdoğan'ın bunu neden yaptığını analiz etmiyorum. Orada verilen genel fotoğraftan söz ediyorum. Erdoğan, Türk tarafından Siyonist devlete karşı ilk meydan okumaydı. Bu nedenle fotoğrafları taşındı. Yine hissiyata dair konuşuyorum, nedenlerin politik analizini yapmıyorum. Erdoğan Sünni ve Türkiye’den. Ama Arap halkı fotoğraflarını taşıdı. Türkiye'de Amerikan üsleri vs olabilir ama ben hissiyattan bahsediyorum.


“Çocuk oyunu”

Olaylar yıllar içinde bu şekilde gelişirken Tunus hareketi gündeme geldi. Hareket Bolşevik devrimi gibi ön hazırlığı olan bir süreçte gelişmedi, toplumsal çelişkiler nedeniyle başladı. Bu çelişkilerden doğan hareket kırsal bölgelerden kentlere doğru hızla gelişti. Hareketin bileşenleri içinde sendikalar çok güçlü bir yer tutuyorlardı. Bu iki unsur “Bin Ali ülkeyi terk et” sloganını çıkardı. Bin Ali ile ordunun rolü arasında bir çelişki vardı. Ordu tarafsız kaldı ve Bin Ali destek istediğinde ne Bin Ali'yi ne de devrimcileri destekledi. Bu koşullarda hareket örgütlendi ve ne istediğini açıkça ortaya koydu. Hareketin hızı karşısında sistem çöktü.

ABD tam anlamıyla şaşırmıştı. Neler olup bittiğini takip edememişlerdi. Bin Ali'nin devrilmesinden önce Mısır'da çeşitli hareketler başladı.


Hüsnü Mübarek Tunus'tan ders almadı. 2 bin genç sokağa çıkınca “çocuklar oyun oynuyor” dedi. Bunun öncesinde yer alan Mahalla gibi emek hareketlerini unutmamalıyız. Ama an olarak gösteriler başladığında bunlar sadece örgütlü bir grup gençti. Müslüman Kardeşler hareketin içinde değildi. Gençliğe ek olarak kimi STK’lar vardı. Sistem saldırıya geçince hareket de hızla gelişti.


Sistemin kafası koptu

Mısır'da sistem, çöküşün mümkün olduğuna inanmıyordu. Ordu tarafsız kaldı. ABD de devrimin başarıya ulaşacağını ummuyordu. Çünkü bu Mısır'dı, Camp David'di, orduydu, Mübarek'ti, ABD'nin bir numaralı destekçisiydi. Mübarek'i kurtarmaya zamanları yoktu. Obama'dan olsun yönetiminden olsun aynı gün içinde 5 ayrı açıklama duyabildik. Sonuç olarak Tunus ve Mısır’da iki devrim, sistemin kafasını koparmak olan ilk hedeflerini başardılar.

Lübnan hariç bölgedeki bütün politik sistemler birbirine benzer. Bu nedenle Mısır ve Tunus'ta devrimlerin ilk aşamasının kazanılmasının ardından olaylar Bahreyn, Yemen, Ürdün, Libya’ya doğru yayılmaya başladı.


Emperyalizm devrede

Tunus ve Mısır’da devrilen hükümetlere ABD'nin dayattığı bütün koşulları yerine getirdikleri için ABD hükümetleri diyebiliriz. Bu nedenle de ABD kendi planlarını güvenceye almak için bir karşı strateji geliştirdi. NATO üzerinden Avrupa’nın müdahalesi geldi. Gerici Körfez rejimlerini desteklediler. Bahreyn'de başlayan devrim, Suudi Arabistan ve ordu tarafından bütünüyle bastırıldı.

Tunus'ta ve Mısır'da ise yeni yönetimlerle anlaşmaya giderek düzeni bütünüyle yıkılmaktan kurtarmayı hedefleyen adımlar attı. Şu anda Libya'da karmaşık bir durum var. Libya'daki hareket de Tunus ve Mısır'daki gibi başladı. Bir halk hareketiydi. Karşıdevrim şimdi devrime meydan okumak için hazır hale geldi. “Bahreyn kralı demokratik biri” ve dünya ona devrimi bastırması için yardım ediyor. Muammer Kaddafi ise “bir diktatör” ve ona da devrimi kurtarmak için müdahale ediyorlar. ABD projesi ve karşıdevrim giderek daha açık hale geliyor. ABD Irak'ı işgal ederek başaramadığını şimdi iç meseleleri kullanarak başarmaya çalışıyor. Bir ülkede devrimin, demokrasinin yanında; bir başka ülkede ise karşısında olabiliyor.


Peki Suriye’de yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye'de Dera’da başlayan olaylar da diğer Arap ülkelerindeki gibi gelişti. Dera Ürdün ve Filistin sınırında bir kent. Bu reform ve özgürlük isteyen bir halk hareketiydi. Yönetimin tepkisi de, diğer diktatörlükler gibiydi. Halk ve ordu arasında çatışmalar başladı. Burada aynı zamanda olayları büyütmeye çalışan bir dış unsur var. Neden? Çünkü ABD Suriye'yi, kendi koşullarını kabul etmesi için baskı altına almaya çalışıyor.

2003'te Colin Powel Irak'tan Suriye'ye geçerek bir ziyarette bulundu. Esad'a “koşullarımız bunlar, Ortadoğu planlarımız bunlar, bunun bir parçası olur musunuz” dedi. Suriye o zaman Amerika'nın istediği bu koşulları reddetmişti.


Esad son yıllarda özellikle ekonomi alanında emperyalizmle bütünleşme yolunda adım atmadı mı?


Evet, oraya geliyorum zaten. 2005'te Beyrut'ta Refik Hariri öldürüldü. Suriye suçlandı. Uluslararası mahkeme kuruldu. Suriye ordusu Lübnan'dan çekildi. Bütün bunlar elbette Suriye'nin Amerikan koşullarını kabul etmesini isteyen bir başka türden basınçtı. Suriye Irak'ta Sünni direnişi destekliyordu. Lübnan'da Hizbullah'ı destekliyordu. Suriye böylece elini güçlendirmeye çalışıyordu. ABD ile müzakere edebilmek için elinde üç koz vardı. Birincisi, Irak'taki varlığı ve İran’la koalisyonu. İkincisi Lübnan'daki varlığı ve Hizbullah'ın 2006'daki zaferi. Üçüncüsü Filistin ve Hamas. İran'la koalisyonunun yanı sıra pek çok alanda Türkiye'yle sorunlarını çözmeye başlaması da bir başka ilerlemeydi. Böylece Suriye ve Türkiye arasındaki ilişki çok iyi bir noktaya geldi ve gelişti. Türkiye'nin bölgede kendi çıkarları vardı. Böylece Suriye bir bölgesel oyuncu haline geldi.


Dera'da hareket başladığında silahsız ve barışçıl bir halk hareketiyken, Arap dünyasındaki diğer politik sistemlerin bir benzeri olan bu sistemin hatası hareketi bastırma yolunda yaptıklarıydı. Bu da Amerika'ya ve Müslüman Kardeşlere koz verdi. Suriye hedef haline geldi. Türkiye modeli fikri genelleşmeye başladı.


“Türkiye modeli” derken Arap dünyasında bu nasıl algılanıyor?


Ordu kontrolünde laik bir devlet, Bin Ladin gibi köktenci olmayan, ılımlı İslamcı Erdoğan... Öyleyse Türk modelini bütün Arap dünyasına yaygınlaştıralım, dediler. Laik devlet, güçlü ordu, ılımlı İslamcı yönetim.


Bu Suriye'de Türkiye müdahalesinin neden bu kadar açık olduğunu gösteriyor. Suriye'de üç muhalefet unsuru var. Özgürlük, demokrasi ve reform isteyen halk muhalefeti. Yine burada bütün Arap rejimlerinin yaşadığı şey karşımıza çıkıyor. Neoliberal ekonomi politikaları bir kez başlatıldı mı bundan küçük bir azınlık faydalanıyor ve yönetimle halk arasındaki uçurum büyüyor. Suriye'deki muhalefete dönersek halk muhalefeti, sokakta bir kitle tabanı olmayan aydınlar, solcular; üçüncüsü de baba Esad döneminden kalma tarihsel bir hesapları olan Selefi İslamcılar, yani Müslüman Kardeşler.


Yine burada da karşıdevrimle yüz yüzeyiz: Amerikalılar, Selefiler, Türkiye.
 

Politik sistemin hatası yine aynı. İşkence, tutuklama... Esad hala Mübarek gibi “devrilemeyeceğini” düşünüyor. Mübarek de Bin Ali gibi düşünüyordu... Kaddafi de öyle…

Suriye farklı. Karşıdevrim Dera'yı Bingazi gibi yapmak istedi. Bunu Türkiye'ye yakın Cizr-el Şuhur bölgesinde de yapmak istediler ama başaramadılar. Suriye'de uzun ve tehlikeli bir süreç kapıda. Bugüne kadar Esad orduyu kontrol edebildi. Çünkü Suriye ordusu Camp David'e göre konumlanmış Mısır ordusundan bütünüyle farklı. Biz Suriye'de yaşananların Lübnan'da doğrudan yansımaları olacağını düşünüyoruz. Lübnan 2005'ten bu yana bölünmüş durumda. Suriye'yi destekleyen 8 Mart koalisyonu bir yanda, ABD'yi destekleyen 14 Mart koalisyonu diğer yanda. Hükümet şu anda 8 Mart’ın elinde. Suriye'de koşulların iyileşmesi ya da kötüleşmesi Lübnan'a doğrudan yansıyacak. ¬


“Lübnan şu anda iki kampa bölünmüş durumda. Lübnan Komünist Partisi olarak bizim hareketimiz bu bölünmüşlük karşısında bir tavır alıyor. Mezhep ayrımına dayalı sistemin yıkılmasını istiyoruz. Lübnan'da bizim de bir demokrasi ve özgürlüğümüz var ama bu sahte. Çünkü sistem mezhep esasına dayanıyor.


Arap devrimleri ile ilgili bir değerlendirme yapmak ve neler yapılacağını tartışmak üzere Arap solunu bir araya getirdik.


Devrime sahip çıkmak için

Karşıdevrimi nasıl yanıtlayacağımızı konuştuk. Arap devrimleri Paris Komünü, Bolşevik devrimi ve 1968’in ardından bize yeni bir model sunuyor. Bunlardan kendimize dersler çıkarmalıyız. ABD ve AB’deki insanlar dahi bunların faydasını görecek. Bu devrim tek kurşun atmadan iki lider devirdi. Bu bir ilk. 50 yıl önce de mücadele vardı ama çok farklı bir durumdayız.

Amerika savaşlara yol açmak isteyecek. Filistin meselesi önemini koruyacak. Filistin hala meselenin kalbidir. Bunu unutmamalıyız. İsrail hala Arap dünyasının kalbine saplı. Irak’ı bölecekler. Hatta bu yıllar sürmeyecek, aylar içinde olacak. Bu durumun genelleşmesi muhtemel. Bu süreçte gençlik, sendikalar ve toplumsal düzeyde örgütlere ihtiyacımız var.


Yeni bir tarih yaşıyoruz. Sınıf eksenli yeni bir direniş yaşıyoruz. Yeni bir plan oluşturulmalı. Devrimi korumak için, diğer yollara sapmaktan kurtarmak için…


27 Haziran, Beyrut

Sendika.Org

Hiç yorum yok: