7 Haziran 2011 Salı

Seçim İzlenimleri - Amed

Bloğun Amed adayı Hatip Dicle Meclis'e girdiği 1992 yılındaki yemin krizini ve 20 yıl sonra yeniden seçildiğinde bu yemine karşı tavrının ne olacağını yazarımız Ayşe Batumlu'ya anlattı

» HALKIMIZI İNKAR  ETMEMİZ İSTENİYOR

"Darbe anayasasının yemin metni tam bir felaketti. Halkımızı inkar ederek yemin etmemiz isteniyordu. Arkadaşlara 'Bu yemini hiçbir açıklama yapmadan edersek, yarın yemine uygun davranmamakla itham etme hakları doğar, buna tavır koyalım' dedim. Bu metni anayasal baskıyla okuduğumuzu deklare ettik. Adaylık bana o günleri düşündürttü."

» 20 YIL SONRA BU METNİ OKUMAK ZOR


"Bu yüzden 20 yıl sonra bu metni okumaya karar vermek zor. Arkadaşlarla görüşüp bu metni gönüllü okumadığımızı yine deklare ederiz, ortak bir çözüm buluruz, halk için zehir de olsa içeriz. Neticede bu metne benim kadar örneğin, Sırrı Süreyya Önder'in de Ertuğrul Kürkçü'nün de itirazı vardır diye düşünüyorum."

 
Meclis'ten cezaevine, cezaevinden Meclis'e bir serdengeçti!

Başbakan, bir ara Diyarbakır Zindanı'nı okul yapma fikrini ortaya atmış, tepkiler üzerine; bu kez yıkma taahhüdünde bulunmuştu. Ama amacı, sistemin kendisine tehdit olarak algıladığı düşünce ve eylem insanlarını cezaevlerine tıkan zihniyeti yıkmak değildi. Nitekim daha eskisi yıkılmadan yenisi inşa edildi ve tıka basa Kürt politikacılarla dolduruldu.
Diyarbakır D Tipi Cezaevi'nde, hem eskisinin hem yenisinin sakinlerinden olan bir 'serdengeçti'yle görüşeceğim. KCK adıyla yürütülen davanın duruşmasında, anadilde savunma taleplerini reddeden mahkemeye: "Bu dava siyasi bir davadır. Burada bulunan pek çok kişi, zaten mücadele ettikleri değerler uğruna onlarca yıl cezaevinde kalmıştır. Bizler zaten serdengeçtileriz" diyen Hatip Dicle'yle.

Hatip Dicle'yle görüşüyor olmak heyecan verici. Tabii, keşke bu görüşme dışarıda olabilse, Sülüklü Han'da bir menengiç kahvesi içerken mesela... O, tüm Türkiye halkları için çok önemli değerlerden biri. Tam bir entelektüel sorumluluğu taşıyan, halkın içinde ve önünde yer alan bir mücadele neferi. Sıcacık, dost bir gülümsemeyle karşılıyor beni. Yarattığı duygu çok sıcak ve tanıdık bir güven duygusu. Aslında yanıtını tahmin ettiğim bir soruyla başlıyorum sorularıma:


Aday gösterilmeniz sizde nasıl düşünceler uyandırdı?


"Cezaevleri, elbette insan doğasına aykırı, hatta hiçbir canlıya göre değil. Ama mücadelenin bir parçası. Dolayısıyla bizler gibi insanlar, beyniyle kendisini hazırlıyor. Bu özgürlüğün bedeli. Seçim söz konusu olunca, özellikle de Emek, Demokrasi Özgürlük Bloku gündeme gelince, arkadaşlar mutlaka parlamentoda olmalısın dediler. Hem içeriden hem dışarıdan teşvik ve yönlendirmeyle oldu.


92'de parlamentoya girdiğimde orası bir sınav yeriydi. Darbe anayasasının yemin metni tam bir felaketti. Kendi halkımızı inkar ederek yemin etmemiz isteniyordu. Ben arkadaşlara 'bu yemini hiçbir açıklama yapmadan edersek yarın o yemine uygun davranmamakla itham etme hakları doğar, buna bir tavır koyalım' dedim. Bu yemin metninin faşist 12 Eylül ideolojisinin özünü taşıyıp Kürt halkını inkar ettiğini ve bu metni gönüllü değil anayasal baskıyla okuduğumuzu deklare ettik. Bu adaylık bana o günleri düşündürttü.


82 darbe anayasasındaki yemin metni, tamamen devletin faşist özünü, Kürt halkını inkar eden bir içerik taşıyor. Bu metinde en az 2 önemli sorun var. İlki Atatürk İlkelerine bağlılık kısmı. İlkelerin tümüyle değil elbette ama özellikle Milliyetçilik ve Devletçilik ilkeleriyle görüşlerimizin örtüşmesi mümkün değil. Devlet, Sümerlerden itibaren toplum üzerinde baskı aracıdır. Milliyetçilik, ister ezen, ulus ister ezilen ulus milliyetçiliği olsun, sosyalistlere yabancıdır. Bir de metnin sonundaki 'Yüce Türk Milleti' olgusu var. Bizim Türk halkına saygımız sonsuzdur. Önünde diz de çökeriz. Ama Kürt halkının inkarı ve tüm halklara Türk kimliği dayatılmasına itirazımız var.

Bu yüzden 20 yıl sonra bu metni okumaya karar vermek zordu. Arkadaşlarla görüşüp bu metni gönüllü okumadığımızı deklare ederiz, ortak bir çözüm buluruz, halk için zehir de olsa içeriz dedik. Neticede bu metne benim kadar örneğin, Sırrı Süreyya Önder'in de, Ertuğrul Kürkçü'nün de itirazı vardır diye düşünüyorum. Bu arada 2007'de hiç tepki gösterilmeden bu metnin okunması halkta ve Sayın Öcalan'da da tepki yaratmıştı.


Gözlüğümü ve saatimi korudum


Sizi hep mücadeleci kimliğinizle tanıdık. Bu yolculuktaki dönüm noktalarınız neler oldu?


Yaşamım mücadeleyle özdeşleşti. 19 yaşından beri mücadelenin içindeyim. Tabii önceleri çok bilinçli değildim. Ben çok dindar bir ailenin çocuğuyum. Ailem şeyh ailesidir. Dedelerimin Lice'de türbesi var. Aynı zamanda çok da yoksuldu ailem. Köyümüz, Gozerek köyü, Şeyh Said İsyanı'nda yakıldıktan sonra, ki iki dedem de o isyana katılmış, ailem Diyarbakır'a yerleşmiş. O köy ikinci kez de 1993 yılında yakıldı. Şimdi bile yol gitmez.


Ben okulda çok başarılıydım, hep birinciydim. İlkokul son sınıftayken Alevi bir öğretmenimiz vardı ve o tarihte babamla görüşerek, 'din eğitimini yine alsın ama iyi bir eğitim de alsın' diyerek, babamın beni İmam Hatip Lisesi'ne değil normal okula göndermesini sağlamıştı. Sonra 1970 yılında, ortaokul 1. sınıfta, Amerika'nın bir sınav yapacağı, kazanan 2 öğrencinin lise ve üniversiteyi Amerika'da parasız okuyacağı haberi geldi. Ben o sınavda birinci oldum. Ama babam çok dindar olduğundan göndermedi. Sonradan düşündüm, belki de gitseydim bir Hikmet Çetin yapılacaktım, iyi ki gönderilmemişim.


Ben Diyarbakır'dan İTÜ'yü kazanan tek kişiydim. Tesadüf ya, devrimcilerin bol olduğu meşhur Vezneciler yurdunda kalmaya başladım. Mali sorunlar nedeniyle gündüz Zetina Fabrikası'nda çalışıyor, gece okuyordum. 1975 Mayısı'nda sınavlarım nedeniyle izin almıştım. Yurtta ders çalışırken, silah sesleri  geldi. Koridora çıktığımda 'faşistler saldırdı, odanızdan çıkmayın' dediler. O saldırıda, yurt işçisi Abdi Gönen öldürüldü. Uzunca bir süre polis gelmedi, daha sonra da gelip yurdu sardılar. Bir yandan da faşistlerin saldırısı sürüyor. O gün 120 kişi varız yurtta, normalde 2000 kişilik ama gündüz olduğu için azız. Abilerimiz gelip, 'yurdun avlusuna çıkın, bir arada duralım, odalarda infaz edebilirler' deyince avluda toplandık. Aniden arkamdan bir polis copla enseme vurdu. O zaman o elektrikli denilen coplar yeni gelmiş. Yere düştüm. Sonra 60 metrelik polis koridoru yapıp bizi oradan geçirdiler. Bir yandan da her birisi o coplarla ve demir çubuklarla vuruyor. Ben gözlüğümü ve saatimi korudum. Çünkü bir daha alabilmem mümkün değildi. Kafamda 9 kırık oldu ama gözlükle saati korumayı başardım. TRT benim kanlı görüntülerimi vermiş. Tedaviden sonra yurda geldim. Kapıda, o gün orada bulunan 120 kişinin yurttan atıldığı yazılıydı. Gittim tüm gazeteleri aldım. O zamanlar, inancım nedeniyle kendimi sağda ifade ediyordum. Baktım ki Tercüman vs. tüm sağcı gazeteler, olayı 'solcular kendi aralarında çatıştı, bir kişi öldü' diye vermişler. Bu olay devrimcilere sempati duymama neden oldu. Bu arada kalacak yerim de yoktu tabii. Vefa Lisesi'nde öğretmenlik yapıp bir yandan da üniversitede okuyan bir arkadaşım sayesinde, Vefa Lisesi'nde, etüt hocası oldum. O arkadaşım da faşistlerce öldürüldü. Uzunca süre Diyarbakır yurdunda kaldım. Bu sıralarda Dev-Genç'le, ardından da DDKD ile buluştum.


Okulu birincilikle bitirdim. Okulda kalabilirdim, ama ben Diyarbakır'a gidip politik mücadele yürütmeyi seçtim. TMMOB çatısı altında il koordinasyon kurulu üyesi oldum. Benim görevim gayrıresmi olarak Kürdistan'daki tüm mimar ve mühendisleri örgütlemekti. 12 Eylül darbesi ile tüm kurumlar gibi, odalar da baskı altına alındı. Odadan ayrılarak karayollarında çalışmaya başladım. Derken Kapalıçarşı olayı oldu. Bunu bir ASALA militanı yapmıştı. 'Bu kişiye silahı Kürtler verdi' iddiasıyla büyük bir operasyon yapıldı. Ben de, ASALA'ya yardım ettiği iddia edilen KİP'in üyesi olmakla suçlanarak gözaltına alındım. Meşhur DAL'da 30 gün boyunca falakadan askıya, türlü işkencelere maruz bırakıldım. Suçlamaları işkenceyle kabul ettirmeye çalıştılar. 30 gün boyunca her gün işkence gördüm, çözülmedim. Hiç uyumadım da. Çünkü buz gibi betonda uyursam ciğerlerimi de kaybedebilirdim. Bu arada tam karşımdaki odada da sürekli işkence yapılıyordu. Örneğin bir TKP'li işkenceye müthiş direndi. Ama daha sonra 15 yaşındaki kızını getirdiler ve soymaya başladılar. Dayanamadı. Daha sonra Mamak'a götürüp 15 gün kafeste tuttular. Kış günü etrafı açık kafestesin ve gelen geçen askerler de dövüyor. Mamak'taki koğuşun yarısı MHP'li, yarısı devrimci. Hepimiz dayak yiyorduk. Aralarında Muhsin Yazıcıoğlu da vardı. Onlar, Türkeş'in ABD'nin bir parçası olduğunu fark ederek BBP'li oldular. Mamak'ta 1 ay tutulduktan sonra askeri savcıya çıkarıldım ve bırakıldım. Bunlar yaşamımın dönüm noktaları sayılabilir. Bir de Meclis'ten cezaevine gidişimiz var tabii.


Şimdi de cezaevinden Meclis'e gideceksiniz. Tutuklu arkadaşların sizden beklentileri neler?


Arkadaşlarımız, en başta, Sayın Öcalan'ın durumu ile ilgililer. Onun, özgür olmasını, en azından şimdilik, ev hapsine alınmasını ve müzakere koşullarının daha iyi hale getirilmesi için uygun ortamın sağlanmasını öncelikli olarak istiyorlar.


Ancak bundan sonra diğer tutuklular için talepler geliyor. Ölüm eşiğinde 50'ye yakın mahpus var. Bunların serbest bırakılmasını istiyorlar.


KCK operasyonlarıyla tutuklananlar 2500 civarında. Bundan 3 yıl önce toplamda 3500 iken, bugün 6000 PKK tutuklusu var. Bunların serbest bırakılarak siyasal yaşama katılmalarını istiyorlar. Özellikle çocuk, yaşlı, hasta olanların acilen serbest bırakılmasını istiyorlar. Genel afla çıkıp sürece katılmak da, herkesin ortak dileği olur herhalde.


Operasyonlar AKP'nin bilgisi dahilinde


Askeri ve sivil operasyonlar tırmanıyor. Son süreçte yaşananları nasıl yorumluyorsunuz?


Ben bunları, bazı çevrelerin iddia ettiği gibi ordunun AKP'yi zor durumda bırakmak için yaptığı eylemler olarak görmüyorum. Bunlar AKP'nin bilgisi dahilinde oluyor. Askeri ve siyasi operasyonlar beraber yürüyor. Daha yeni KCK adı altında 500 kişi alındı. Partimiz halk gücüne dayandığı için buna rağmen ayakta. AKP'nin Kürt listelerine baktığınızda savaş hazırlığında olduğu görünüyor. Çünkü Başbakan kendisine kayıtsız şartsız bağlı listeler oluşturdu. Savaşın sonuçları MHP'ye yaramasın diye de hem MHP'ye kaset bombardırmanı yapıldı hem de AKP liderleri MHP jargonu ile konuşmaya başladı. Bir yandan da 'savaş AKP'ye zarar verir, BDP ve  MHP'yi yükseltir' yanılsaması piyasaya sürüldü. Oysa BDP'yi baskılamak, savaşın rantını da MHP'ye yedirtmemek hesabıdır bu. PKK-Ergenekon bağlantısı iddiaları da tamamen bununla ilgili uydurulmuştur. Bundan 5 yıl önce AKP, 'orduya hakim değilim' dese anlardık. Ama şimdi istese askeri operasyonları derhal durdurabilir. Bugün AKP'nin ordu ve yargı üzerinde denetim ve hakimiyeti tamdır.


YSK kararını da Cemil Çiçek başkanlığında Terörle Mücadele Yüksek Kurulu planladı bence. Başbakan da bunu biliyordu. Türkiyeli demokratik güçler, kamuoyu ve medya sert çıkınca, Cumhurbaşkanı devreye girmek zorunda kaldı. Böylece bu vaka bir ölü ve yüzlerce yaralıyla atlatıldı. Ben, medyanın, Kürtlere yapılan haksızlığa böyle karşı çıkışına ilk kez tanık oldum. Gerçekten artık Türkiye toplumu bu sorun çözülsün istiyor. Bunun savaşı kışkırtacağı kaygısıyla böyle refleks gösterildi. Eğer demokratik muhalefet sürerse savaş önlenebilir.


En akılcı yol müzakere


Demokratik Özerklik, sizin üzerinde çokça çalışma yürüttüğünüz bir konu. Bu konuda da yorumlarınızı alabilir miyim?


Bunun çerçevesi ancak demokratik anayasa içinde mümkün olur. Hükümet verdiği sözleri gerçekleştirmek yönünde adım atmak istiyorsa, parlamentoda bir komisyon oluşturulur, yeni anayasanın temel ilkeleri belirlenir, tüm toplumu ve toplum örgütlerini içine katan hem parlamento içi hem dışı bir tartışma süreci ile bir taslak çıkar, tartışılır, ilerletilir. Özerklik konusunda Kürtlerin tavrı çok açık. Bizler statüsüz bırakılmayı reddediyoruz. Bu konuda müzakere olabilir. Bizim projemiz nettir. Ama tartışılmaz demiyoruz, müzakereye açıktır.


Demokratik Özerklik projesinde 3 konuyu çok önemsedik:


1-
Her ülkenin çözümü kendi tarihsel sürecinden çıkarılan koşullara dayanır. Mesela, tarihte hep Kürtlere muhtariyetten söz edilmiştir.

2-
Dünyanın bugünkü koşullarında yaşanmış benzer yöntemlerden daha demokratik bir şey öneriyoruz. Devlete değil topluma, toplumun her kesimine dayanan bir çözüm.

3-
Ülkenin ve bölgenin koşullarına uymalı. Durum ne İran ne Irak ne Suriye'ye benziyor. Çok iç içe geçmişiz. Bizim projemiz, kendi özgünlüğümüzde olmalı. Herkes bulunduğu coğrafi bölgede anadilde eğitimini alabilsin, yerleşik olduğu bölgede yüzde oranında bölgesel parlamentolarda temsil edilsin.

Ulusal, sınıfsal, dinsel, cinsel hangi açıdan bakılırsa bakılsın en doğrusu bu projedir.


Diyarbakır için neler söylemek istersiniz?


Diyarbakır halkı politiktir. Devrim sürecinin yükünü her anlamda omuzlamıştır. Halk bu süreçte doğru olanı çok iyi bilir. Biz halkımıza güveniyoruz. İradesini seçim sandığında ortaya koyacaktır. Biz halka hizmet için varız, halkımız da bizi tanır ve bunu bilir. Onlara saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.

 
O halkın adayı

Hatip Dicle'nin seçim çalışmaları 11 kişilik bir koordinasyon tarafından yürütülüyor. Çalışmaların nasıl gittiğini ve izlenimlerini, Diyarbakır İl Başkanı Mehmet Ali Aydın'a sorduk.


"Mehmet Hatip Dicle Kürt kamuoyu ve Bölge insanları tarafından çok iyi bilinen, çok güçlü destek gören bir isim. Geçmiş mücadele pratiği, DEP dönemindeki çalışmaları ve uğradığı haksızlıklar, siyasi mücadele süreçlerinde istikrarlı tutumu halkta çok büyük bir sahiplenme yaratıyor. 11 kentte aday adaylarının değerlendirilmesi esnasında merkezi komisyon ön seçim yaptı. Diyarbakır'daki ön seçimde Dicle birinci çıktı. Bu da Diyarbakır dinamiklerinin, M. Hatip Dicle'yi ne kadar sahiplendiğini gösteriyor. Zaten genel anlamda da cezaevindeki adayları sahiplenme çok güçlü. Halk, KCK davalarında devlet ve AKP'nin gerekçelerinin hukuki değil siyasi bir yaklaşım olduğunun bilincinde ve tüm KCK tutuklularının, Kürt meselesine yaklaşım   tarzları nedeniyle tutuklandıkları biliniyor.

Üstadımızdır, saygı duyduğumuz, sevdiğimiz değer verdiğimiz bir ağabeyimizdir. O, Kürt mücadelesinde olduğu kadar Türkiye demokrasi mücadelesinde de fedakarlık ve kararlılık gösteren bir arkadaşımızdır. Her bir çalışma arkadaşımız müthiş çabalıyor. Biliyorsunuz Din Adamları Kurulu var (Diyader). Bu kurul, biz daha başvurmadan bize başvurarak çalışmalara heyetler şeklinde katılmak istediklerini söylediler. Bu anlamda kanaat önderi olan ya da temsil rolü olan birçok insan geliyor. Özellikle kadınların, annelerin, genç ve çocukların yoğun ilgisi var.


Hedefimiz 2 milletvekili yeterliliğinde oy alarak gitmesi.

Hiç yorum yok: