14 Haziran 2011 Salı

İslami Kesim veya Zavallı Zalimler!



Türkiye’de İslami kesim; helal gıdadan Filistin’de taş atan çocukların göğüslerine isabet eden kahpe kurşunların alışverişlerimize kadar sinen kaynağına, Usame Bin Ladin’in öldürülmesinden toplumdaki ahlaki erozyona, TBMM’ye girmenin meşruiyet sorunundan kime niçin oy verip vermeyeceğimize kadar daha birçok sosyal, politik, ekonomik ve kültürel sahaya delilleriyle birlikte karışıyor!

İslami kesim, bütün bu alanlarda bile düpedüz kaba bir İslam anlayışı sergiler. Kimi kimini tekfir eder, kimi de kimini fitnecilikle itham eder! Kimi, İslam’ın ne kadar barışçıl ve anlayışlı olduğunu ispatlamak için Papa’nın elini öpmeye kalkışır, kimi de İslam’ın ne denli özgürlükçü olduğunu göstermek için domine edilmeye rıza gösterir. Velhasıl, bu (bereketsiz) toplumların topraklarında İslami kesim o denli zavallı kalmıştır ki, zalimler ile anılmaktan veya zalim olmaktan kendini bir türlü kurtaramıyor: Zalimlerle anılmaktan veya zalim olmaktan onu özgürleştirecek babayiğitlere bir türlü sahip olamıyor!


Kürt sorununu mitolojileştirme


Münhasıran “Kürt sorunu”nda (hasetsen örgütlü) İslami kesimin tümünün dini, ahlaki, ilkesel, pragmatik, oportünist veya popülist zihni ve ameli bütün edimleri çok açık verilerle şu sonuca varmamızı mümkün kılıyor: “Kürt sorunu”, efsanevi tarihin derinliklerinden çıkıp bir biçimde talihsizce topraklarımıza musallat olmuş mitolojik bir büyü, bir göz boyama veya mitolojik bir olgunun aptalca gerçekleştirilmeye çalışılmasıdır. Mitolojik bir haberle gerçekmiş gibi ilişki kurmak böylesine koca bir yalanın etkin olmasına katkı sağlamak olacaktır. Bir mitologya olarak kendi başına bırakılması icap eden “Kürt sorunu”, kendi yalnızlığında gerçek dışılığını eninde sonunda gösterecektir. Onun bir gerçekliğinin olduğunu düşünmek ve bu düşünce üzerinden onunla ilişki kurmak büyük bir yanlışı yapmak veya bu yanlışa ortak olmaktır. Bu toprakların insanı da, marazi bir imge olarak “Kürt sorunu”nun mitolojik varlığını görecek ve bu büyü kendiliğinden bozulacak ve büyüsüne kapılmış gidenler derin uykularından böylece uyanacaktır. Öyleyse “Kürt sorunu”yla ilişki, ancak onun bir yalan (söylence) olduğu gerçeğiyle söz konusu olabilir. Yalanın ötesinde, onunla, o bir gerçekmiş gibi ilişki kurmak bizi aldatır. Çünkü biz, mitolojilerle ilişki kuracak kadar gerçekliğimizi yitirmiş değiliz. Oysa asıl gerçek, “Kürt sorunu”nun talihsiz bir biçimde efsanevi tarihten zembille kucağımıza düşmüş bir mitoloji olduğu bilgisidir!

İslami algıda ezilenler


İslami kesimin ilgili algısına, böyle bir ironiyi yapıştırıp pazara vermek belki bizi şu acı gerçeği gerekli kılmaya elverişli hale getirir: Örgütlü ve (memur) entelektüel İslami kesimin, “Kürt sorunu”yla sözüm ona mevcut ilişkisinin hem zihni ve hem de doğal olarak ameli biçimi tümüyle yanlıştır. Bir bütün olarak heybedeki hem zihni hem de ameli birikim tümüyle butlandır. İlişki biçimi fasit ve dolayısıyla batıldır. Öyleyse kişi veya örgüt olarak kaygılı olan İslamcılar mevcut ilişki biçimlerini tümüyle feshedip, etmeyenin heybesindekileri de ret edip Allah ile mustazaf/ezilen arasındaki engeli kaldırmayı amaçlayan kulluk bilinciyle ilişki biçimlerini, hem kavramlarıyla ve hem de kavramların toplumsal gerçekliği ifade edecek yeni muhteviyatıyla mutlaka yenilemelidir. Kendilerini yeniden, ama eskinin aynı olmayan bir yeniden ile mutlaka üretmelidir.


Türkiye’de ahali, tıpkı Firavun’un Mısır’ında olduğu gibi müstekbir-mustazaf/ezen-ezilen diye parçalanmış ve sosyal ve politik ilişki bu parçalar üzerine inşa edilmiştir. Türkiye’deki, iktidarıyla muhalifiyle, mevcut bütün sosyal ve politik unsurlar, muktedir egemenin (istikbarın) aşağılama (istizaf) politikasıyla “Kürt sorunu”na dönük bir düşünüş ve tutum alış biçimine sahip durumdadır.


Resmi paradigmaya uyum sağlamak


Türkiye’deki İslami kesimin hemen hemen tümü, Türkiye Cumhuriyeti’ni hem uluslararası platformda, hem de sosyal ve siyasal literatürde riske edecek hiçbir iddiayı kabul etmiyor: Ermenilerin ileri sürdüğü iddialarda olduğu gibi, uluslararası platformda ve sosyal ve siyasal literatürde Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi paradigmasına paralel bir savunmayı paylaşıyor!


Hasılı müstekbir/ezen toplumsal konseptin, açıkça, müstekbir/ezen Türk toplumsal konseptinin, “Kürt sorunu”nda olduğu gibi, ulusal diye tabir edilen meselelerde önemli bir unsuru olan İslami kesimin, mesela, ümmetçileri diyebileceğimiz kesimindeki bilince göre mustazaf/ezilen toplum yaklaşımı, “Kürt sorunu”ndan önce “Kürt sorunu”nun bulunduğu dönemden farklıdır.


“Kürt sorunu”ndan önce mustazaf/ezilen toplum gerçeğine nakli bir veri olarak doğrudan Kur’an’ın tarihi verileri ile ancak ulaşır ve bu vuslatı, Kur’anî verileri kendi biçimlendirdikleri çağdaş ulusal dışı toplumlarla özdeş kılarlardı. “Kürt sorunu” döneminde ise mustazaf/ezilen toplum, kendileri dışında biçim almış ulusal içi bir mesele olarak, ama Kur’anî verilerin bizzat tarihsel gerçekliğinin ta kendisi olarak ortaya çıkmıştır. Kürtleri mustazaf/ezilen toplum olarak kabul etmek; Kur’an’ın tarihî verileriyle bize iletilen mustazaf/ezilen toplum niteliğiyle bizzat karşılaşmak, bizzat tarihin kendisiyle karşı karşıya kalmak demek olacaktır, ki bu ise, iş başa düşünce asıl olan gerçekliğin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasına vesile olacaktır.


Bu tıpkı savaş isteyip dururken, savaş emredilince, “savaşın sırası mıydı şimdi?” diyenlerin yaşadığı çelişki gibi insanı esir eden bir sıkıntıyı kendine reva görmek şeklindedir. İlk dönem İslam tarihinde; Medine döneminde savaş isteyip dururken, savaş imkanı kendini dayatınca savaştan kaçanlar gibi; mustazaf/ezilen toplum deyip dururken mustazaf/ezilen toplumla karşılaştığında apışıp kalmak Türkiye’deki ümmetçi İslami kesimin bugün gözüken en bariz özelliğidir.


İslami kesimlerin Kürt sorununa bakışı


Uğruna malı ve canı ile adanacakları ulusal dışı mustazaf/ezilen toplum ararlar da, bizzat mustazaf/ezilen olan bir toplumu ulusal içidir diye görmezlikten gelir veya kabul etmezler. Böylece müstekbir/ezen toplumsal konseptin aktif veya pasif bir unsuru olduklarını kanıtlar ve kimi aktif, kimi de pasif zalim olmaktan başka bir seçeneği kendilerine bırakmazlar.

Kur’anî olan kimi tarihi verilerden bahisle arz-ı endam eden hareketlerin gerçek itici güçleri, “Kürt sorunu” döneminde, mustazaf/ezilen kavramını bilinç düzeyine katıksız olarak hiç çıkarmadılar. Hatta bizzat Kur’anî bir veri olan tarihi mustazaf/ezilen toplumla karşı karşıya bulunduklarını dahi kabul etmediler. Hemen hemen hiçbir örgütlü yapı Kürt toplumuna mustazaf/ezilen toplum bilinciyle yaklaşmadı. Kimi ideolojik sıçramalarla yalnız mustazaf/ezilen toplum bilincini iğdiş etmekle kalmadılar, aynı zamanda toplumun içerisinde bulunduğu durumun gerçekliğini de örttüler.


Türkiye’de müstekbir ve mustazaf/ezen ve ezilen  statü, sosyal ve politik olarak tüm ahalinin ayrışık iki toplumunu ele verir. Ve istikbarı tercihen irade eden müstekbirler, kendilerini, aşağıladıkları/istizaf ettikleri halk ile Allah arasına koyar. O halde “Kürt sorunu”nda politik işaretler veren ahalinin tümünü müstekbir/ezen ve mustazaf/ezilen koşullarına uygun olarak tasarlama imkanı doğmaktadır. Çünkü bu koşullar dahilinde fonksiyonel olan toplumsal katmanlar müstekbir/ezen ve mustazaf/ezilen içerikleriyle hareket etmektedir.


Mustazaf/ezilen toplumun özgürlük sorunu


İslami kesimin öncelikli görevi, kendileriyle Kürt toplumu arasında “Kürt sorunu”nun mevcut siyasal taraflarının varlığını engel kılmamaktır. Çünkü Kur’an vahyinin bildirimine göre inananların esas mesuliyeti mustazaf/ezilen toplum ile Allah arasına konan istikbar/ezme engelini kaldırmak ve böylece mustazaf toplumun eline Allah ile ilişkisinde bir bahane bırakmamaktır. Çünkü istikbarın/ezmenin varlığı ve dolayısıyla esaret durumu mustazaf/ezilen toplum için Allah ile arasında bir bahanedir. Yani mustazaf/ezilen toplumun özgürlük sorunu, aynı zamanda Allah ile aralarına sokulmuş şeyleştiren egemenlik engeli yüzünden bir kulluk sorunudur!


Türkiye ahalisinin tümünü müstekbir-mustazaf/ezen-ezilen soyutlamasına dayanarak açıklamamız, ahalinin mutlak iki kategoride bulunduğu ve bunun nihayetsiz olduğu anlamına gelmez. Toplumsal bütünlüğün müstekbir/ezen güç tarafından fesada uğratıldığını ve dolayısıyla toplumsal ilişkilerin gerçekliğini yitirdiğini belirtmemiz anlamına gelir. Öyleyse ahalinin fesada uğramış biçimiyle, yani sosyopolitik alanda olduğu gibi ideoloji alanında da müstekbir/ezen ve mustazaf/ezilen katmanlar birbiriyle ister-istemez yüzleşmek zorunda olan toplumsal katmanlardır. Bu yüzleşme zihni olduğu kadar amelidir de: Dolayısıyla kimsenin istemeyeceği çatışma ortamı müstekbir/ezen itici güçler yüzünden meydana gelmektedir.


İslami kesim ezilen toplumu ezmeye çalışıyor


Müstekbir/ezen Türk toplumsal konseptin aktif ve pasif zavallı zalimleri olan örgütlü ve (memur) entelektüelleriyle İslami kesimin tutumundaki sallantı ve kararsızlık ve netleşmeye ve etkinleşmeye fayda sağlamayan niteliklerinin kaynağı; (münhasıran “Kürt sorunu”nda) hem yaşam biçimlerinin müstekbir/ezen Türk toplumsal konsept süreciyle beslenmiş olması, hem de ahaliyi fesada sokan müstekbir toplumsal konseptle çözümü zor olan örgütsel ilişkilerinin bulunmasıdır. İslami kesimin “Kürt sorunu”ndaki dengesiz konumlanışı, ister-istemez onu ya aktif yada pasif, ama zavallı zalim yapmaktadır. Çünkü ahaliyi fesada sokan asıl motor güç, müstekbir/ezen konsepttir ve bu nitelikteki motor gücün tam karşısında açıkça yer almadığınızda, zalim olmaktan başka tercih edeceğiniz hiçbir seçenek kalmamaktadır.


“Kürt sorunu”nda müstekbir/ezen konsept ile ilişki biçimi, İslami kesimi istikbarı/ezmeyi ezmeye yöneltmemektedir. Bilakis, “Kürt sorunu”nun ilerlemesine, gelişmesine en azından sürekli gündem teşkil etmesine engel olmaya yöneltmektedir. Yani İslami kesim ezen konsepti değil, ezilen toplumsal ivmeyi ezmeye çalışıyor.


Zavallı bir zalim


Müstekbir/ezen konsept ile ilişki biçimleri, onların çıkarlarını, “Kürt sorunu”nun esasını teşkil eden mustazafın/ezilenin lehine gelişmesinde değil, bundan kaynaklandığını belirterek veya belirtmeyerek kısmi ve izafi hak belirtilerine yöneltmektedir. Onlar “Kürt sorunu”na, bir halkın haklı bir varlık sorunu olarak değil, Türkiye ahalisinin parçalı sorunlarından herhangi bir sorunu olarak bakmaktalar. Mesela, başörtüsü sorunu ile “Kürt sorunu” arasında, sorun olmak bakımından hiçbir fark görmemekteler. İslami kesimin önemli kısmı büyük şehirlerde yaşamakta ve dolayısıyla kendi yaşamları müstekbir konsept ile birebir ilişkide bulunmaktadır. Ve doğrudan müstekbir konseptin etkisi altındadır! Mustazafın/ezilenin verdiği özgürlük mücadelesi ziyadesiyle müstekbir/ezen konsept tarafından filtrelenerek ve fitlenerek medyatikleştirildiğinden  ve örgütlü yapıların ve (memur) entelektüellerin de çıkarları müstekbir konsept ile örtüşebildiğinden, İslami kesim, bir zulüm manivelasına veya momentine dönüşmektedir.


Çoğu zaman da İslami kesim, müstekbir-mustazaf/ezen-ezilen karşı(t)laşmasında farklı bir toplumsal biçim olarak bunların üstünde veya ötesinde bulunduğunu belirtir. Bu durumda, ezen ve ezilen diyalektiğini, ama yalnızca Türkiye’de, aşırı iki uç olarak kabul eder. Dolayısıyla ya marjinal radikaller olarak her iki ucu da yok etmeyi gerekli gördüğünü idealize, ama yalnızca idealize eder yada bu iki toplumsal katmanın keskin uçlarını törpüleyerek birbirine uyumlu hale getirmeyi idealize eder. Aslında gerçek şu ki; İslami kesim, “Kürt sorunu”nda müstekbir/ezen konseptin ezme iradesine ve hassaten mustazaf/ezilen taraf olarak Kürt toplumunun kendi iradesine yönelik kararlarına karşı olabildiğince ilgisiz durarak bu mücadelede kimi zaman babacan tavırlar takınan, kimi zaman da müstekbir konsept tarafına yarayacak biçimde yan tutan veyahut bir o yana bir bu yana sürüklenip giden bilinçsiz bir güruh olarak durmaktadır. İşte böylesine bilinçsiz bir güruh olarak İslami kesim, toplumsal davranışlardan ve toplumsal zorunlu sonuçlardan giderek sıyrılmış, kopmuş ve salt ideolojik biçimleri önemseyen işlevsiz bir hareket olmuştur. İslami kesimin bu hali şüphesiz müstekbir konseptin yararınadır. Bu yüzden o zavallı bir zalimdir!


Ezilenin kurtuluşu ‘gerçek’ olanın kendisidir


Mevcut bilinçsizlik haliyle ve toplumsal sorunların öncelikleriyle bütün ilişkisini koparıp kendisini yalnızca bir ideoloji olarak ortaya koyan İslami kesime, bu yüzden, Kürtlerin, yaşamak zorunda bırakıldıkları bu kritik süreçte onlara güvenip sırtını dayayacağı sağlam bir kale olarak bakması mümkün olmuyor. Pek tabi ki, bütün bu daraltıcı ve ümit kırıcı durumların rağmına mustazaf/ezilen toplumu kurtuluşa ulaştıracak esas tema, bizzat “gerçek” olanın kendisidir.


Bir tür problem sarmalında bulunan İslami kesimin hal-i pür melali bu iken, imanlarıyla vicdanları arasında sıkışıp kalmış İslami (veya İslamcı) Kürtlerin durumu da, bütün bu problematiğin doğrudan etkisi altında olduğunu göstermektedir.

Hiç yorum yok: