17 Haziran 2011 Cuma

İslam ve Karşı-İslam

“Biliyorsunuz, Hz. Muhammed’in cenazesi daha ortadayken ihtilaf başlıyor, ayrışma başlıyor. İktidar yanlısı, saltanat yanlısı İslam ile gerçek İslam-Medine İslamı arasında ayrışmalar, çatışmalar başlıyor. Daha Hz. Muhammed’in cenazesi yerdeyken, ki biliyorsunuz üç gün yerde kalıyor, kendini çok iyi gizleyen saltanat yanlısı Emevi anlayışı ile başını Hz. Ali’nin çektiği dürüst Müslümanlar arasında kavgalar başlıyor. Bu dönemde Emevi anlayışı kendisini çok iyi gizlemiştir. Hz. Muhammed’in çok sevdiği torunlarını, Hz. Hüseyin’i  çok vahşi bir şekilde katlettiler. O günden bu yana iktidar İslamı ile gerçek İslam arasında süregelen bir çatışma var. Bugünkü iktidar da iktidar İslamı geleneğinden geliyor. Gerçek İslam, Medine İslamı’dır. Medine sözleşmesi diyoruz buna. Medine Sözleşmesi, Medine’de yaşayan tüm toplulukların, toplum birimlerinin üzerinde anlaştığı bir toplumsal sözleşmedir.” (Bilge)

İslam Arapça “se-le-me” kökünden türemiş olan bir sözcüktür ve anlamı “barış”tır. Bir diğer anlamı da “teslimiyettir”. Yine aynı kelimeden türemiş olan Müslüman da “teslim olan” anlamına gelir; burada ifade edilen teslimiyet, tek Tanrı olarak kabul edilen ‘Allah’a teslimiyettir.


İslam dini 7. yy’da peygamberi Hz. Muhammed’in insanları bu dine davet etmesi üzerine yayılmaya başlar. Hz. Muhammed’in ilk tebliği İslam dininin son din ve kendisinin de bu dinin peygamberi olarak kabul edilmesi olmuştur. Bu çağrıyla Hz. Muhammed’in geleneksel toplumun inanç dünyasına ve onun üzerinde şekillendiği kurumsal yapılara karşı bir savaş başlattığını söyleyebiliriz. İslam dininin itirazlarının nedenlerini veya neye karşı olduğunu anlayabilmemiz için öncelikle İslam öncesi topluma yani “cahiliye çağı” denen döneme bakmamız gerekiyor.


Cahiliye dönemi: Sosyal ve ekonomik yapı


İslam öncesi Arap toplumu sınıflı bir yapıya sahiptir. Toplum, hürler, mevaliler ve kölelerden olmak üzere üç tabakadan oluşmaktadır. Mevaliler azat edilmiş kölelerdir. Bunlar azat edilmiş olsalar da, hürlerle aynı haklara sahip değillerdir ve o tabakaya giremezler. Köleler ve cariyelerse hiçbir hakka sahip olmayıp panayırlarda alınıp satılırlar. Bir diğer fark ise Bedeviler yani göçebeler (ki Arap yarım adasının büyük bir bölümü Bedevilerden oluşmaktadır) ve kentliler yani medeniler arasındadır. Bununla beraber Arap toplumu kabile yapısına göre örgütlenmiş olan bir toplumdur. Ataerkil yapısı ve bu yapıdan doğan hukukla tanzim edilmiştir. Kadın bu yapı içerisinde değersiz görünen bir varlıktır. İstisna olsa da saygın ve kendisine hürmet edilen kadınlar da vardır. Hz. Muhammed’in ilk eşi ve İslam tarihinde çok önemli bir yer kaplayan Hz. Hatice, yine Hind buna örnek olarak verilebilir. Toplumun inanç ve düşünce sistemi de çok tanrılı inanca dayalıdır. Bu inanç biçimi cahiliye çağı Arap toplumunun bütün özelliklerini yansıtan bir niteliğe sahiptir. Toplumun siyasi ve ekonomik kurumlaşması çok tanrılı inanç sistemine göre şekillenmiştir. Ya da ekonomik yapı bunda çıkarları olan Arap aristokrat sınıfınının bu inanç sistemine sıkı sıkıya sarılmasına neden olmuştur. Çünkü Mekke dönemin bir ticaret kenti olma özelliğini, kutsal mekanlara ya da putlara ev sahipliği yapmasına borçludur. Bu özellik dört bir taraftan hacıların Mekke’ye akın etmesini beraberinde getirdiği gibi kentin ticaretini de canlandırmıştır. Tüccarlar hac mevsiminde Mekke panayırlarında mallarını sergiler, kabileler ihtilaflarını bir tarafa bırakırlar. Savaş hac döneminde haramdır ve hacılar silah taşıyamazlar. Her yılın üç ayı böyle geçer. Bu ticaret mevsiminden en fazla yararlanan kesim ise Mekke ileri gelenleri ve onların içerisinde de en güçlü kabile olan Kureyş kabilesidir. Bu kabile kentin siyasi otoritesini elinde bulundurduğu gibi hac mevsiminin güvenli ve sorunsuz geçmesinden de sorumludur. Çünkü çok tanrılı dönemde de  kutsal olan Kabe’nin anahtarları bu kabilenin elindedir. Kabe’nin idaresinden onlar sorumludur. Dolayısıyla tüm Mekke’nin de idaresi onların elindedir. Kabe’nin anahtarına sahiplik siyasal, toplumsal ve ekonomik egemenliği de sembolize ediyor. Yarım adanın diğer iki önemli kenti olan Medine ve Taif’de ise ekonomik yapı daha çok tarım ve hurma yetiştiriciliğine dayalıdır. Böyle bir sosyal ve iktisadi yapı yukarıda da belirtildiği gibi sınıflar ve eşitsizliklere dayanmadan var olamaz. Tüm maddi ve manevi zenginlikler bir kabileler federasyonu biçiminde örgütlenmiş olan aristokratlar sınıfının tekelinde toplanıyor. Toplumun yoksul kesimleri tefeci tüccarlara mahkum olmuş ve yaşamını sürdüremez düzeye gelmiştir. Çokça anlatılan kız çoçuklarının diri diri gömülmesi olayının arkasında yatan neden bu tefeci ve soygunculuk düzenidir. Yoksul insanlar tefecilere olan borçlarını ödeyemedikleri zaman, borçlarına karşılık kız çocukları genelevlerde çalıştırılmak üzere ellerinden alınır. Böyle bir onursuzluğu yaşamamak içinde borçları olan insanlar kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek zorunda kalırlar. İslamiyet öncesi Arap toplumu incelendiğinde adı anılan kadınların büyük bir bölümünün “soylu” sınıfına ait olduğu görülecektir. Yani diri diri gömme olayı sınıf ve zümre gözetilmeden tüm kız çocuklarına uygulanır. Bütün bu nedenler birleştiğinde İslamiyet öncesi Arap toplumunda çelişkilerin iyice belirginleştiği söylenebilir. Adeta bir “mesih” beklentisi ezilen kesimlerde hakimdir. Hıristiyanlık ve Yahudiliğin de etkisiyle toplumda bu düşünce iyice olgunlaşmıştır. Hz. Muhammed’in çıkışını hazırlayan da bu maddi zemindir.


Hazreti Muhammed’in devrimsel eylemi: İslamiyet


Hz. Muhammed eylemini gerçekleştirmeden yani İslam dinine daveti başlatmadan önce uzun bir hazırlık dönemi yaşar. Toplumsal sorunları, nedenleri ve muhtemel çözüm yollarının neler olabileceğini değerlendirir. Hira mağarasında yaşam, inziva bu hazırlıkların yapıldığı dönemdir. Bir nevi ideolojik hazırlık dönemi de denebilir bu döneme. Hira’da yapılan toplum çözümlemesidir. Bu çözümlemenin dinsel olması İslamiyet’in tekabul ettiği tarihsel momentle ilgilidir. Dönemin düşünüş biçimi dinseldir. Daha seküler bir ideoloji geliştirmesini beklemek anakronik bir düşünce olurdu. Bundan dolayı Hz. Muhammed toplumsal kurtuluşu tek tanrılı dini inançta arar. Hira magarası da bu inanç sisteminin formüle edildiği yer olur. Bu hazırlık evresi tamamlandıktan sonra Hz. Muhammed  MS 610 yılında kendisinin son peygamber olarak Allah tarafından görevlendirildiğini ilan eder. İlk önce eşi Hatice ve yakın çevresinden olanlara açıklar bu düşüncesini. İdeolojik hazırlıktan sonra şimdi de üç yıllık bir gizli örgütlenme dönemini başlatır. Bu evrede daha sonra İslam tarihinde önemli bir yer edinecek olan Hatice, Ali, Ebubekir, Osman, Zeyd, Talha, Zübeyr, Sad gibi ilk Müslümanlar İslam dinine geçer. Gerekli hazırlıkları tamamlayan Hz. Muhammed, çağrısını açıktan açığa yapmaya başlar. Sosyal adaleti merkeze alan bu yeni çağrı Mekke’nin ileri gelenlerinde de rahatsızlık yaratır. Çünkü Hz. Muhammed onların tüm varlıklarını borçlu olduğu çok tanrıcılığa karşı bir savaş başlatmıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Mekke tüm zenginliğini ticarete borçludur. Bu ticari zenginlik de Kabe’nin yani içerisinde kabilelerin tanrılarının olduğu kutsal mekandan kaynağını almaktadır. Müesses nizamlarının yıkılacağı korkusuna kapılan bu sömürücü sınıf, ilk önce Hz. Muhammed’le anlaşmak ister. Ona çağrısını geri çekmesi karşılığında servet, şöhret ve Mekke’nin en güzel kadınlarını vermeyi teklif ederler. Fakat Hz. Muhammed bu tekliflerin hiçbirisini kabul etmez ve mücadelesini sürdürür.


Medine’ye hicret


Hazreti Muhammed’in adalete ve müminler arasında eşitliğe yaptığı vurgu kısa sürede toplumun alt kesiminden insanların İslam dinine geçmesini sağlarlar. İslamiyetin toplum tarafından kabul gördüğünü gören Kureyş ileri gelenleri Hz. Muhammed’e karşı savaş ilan ederler. İlk önce ilk Müslümanlara va Hz. Muhammed’in kabilesi olan Haşimoğulları’na karşı boykot uygularlar. Bu boykot Hz. Muhammed’e inananlar üzerinde belirli bir etki göstermeye başlar, yılgınlığa düşenler olur. Çünkü insanlar boykottan dolayı çocuklarına bile yiyecek ekmek bulamaz duruma düşmüşlerdir. Mallarına uygulanan ambargodan dolayı pazarda ürünlerini satamamaktadırlar. Bu sıkıntılı durumun önünü almak isteyen Hz. Muhammed çözümü kendisine inanan insanlara kalacakları güvenli bir yer bulmakta arar ve 615-616 yıllarında iki grubu Habeşistan’a gönderir. Bu boykot uygulaması Hz. Muhammed ve Mekkeli müşrükler arasında başlayacak olan zorlu mücadelenin ilk evresidir. Müminleri sağlam bir yere yerleştiren Hz. Muhammed, Mekke’de kalarak mücadelesini sürdürür. Kendisine yönelik her türlü küçük düşürücü muameleye aldırmadan insanları putlara tapmaktan vazgeçmeye çağırır. Amcası Ebu Talib’in de ölümünün ardından himayesiz kalan Hz. Muhammed’e karşı Kureyşlilerin baskısı iyice artmaya başlar. Bunun üzerine Hz. Muhammed mücadelesini daha iyi örgütleyebileceği bir yer aramaya başlar. Kabe’ye gelen hacılarla bu amaçla görüşür, onları İslam’a davet eder. Bu davetlerden birinde Akabe denilen bölgede Medine’nin Hazrec kabilesinden olan altı kişiyle görüşür. Bu görüşme Birinci Akabe Biadı diye geçer kayıtlara. Bu görüşme İslam tarihinde bir dönüm noktası olan Medine’ye hicretin temellerinin atıldığı ilk görüşmedir. Bir sonraki yıl yani 622 yılında yapılan ikinci görüşmede ise 75 Medineli, bunlardan ikisi kadındır, İslamiyet’e geçer ve Hz. Muhammed’e de onu Medine’de himaye etme sözü verirler. Medine’ye Hicret Dönemi böylece başlamış olur.

 
Yazının devamı haftaya Genç Gündem sayfasında...

Hiç yorum yok: