20 Haziran 2011 Pazartesi

BDP İspanya’da Olsaydı Sorun Bitmişti...

Yeni_Özgür_Politika Marmara Üniversitesi uzman öğretim görevlisi Akın Özçer: “Eğer ilk 3 madde değişmeyecekse, yeni bir anayasa yapmanın gereği yok. Eğer değiştirilemez maddeleri tekrar alırsak, ideolojik olarak eski anayasayı almış oluyoruz. Yeni bir başlangıç bölümü yazılması lazım. Esas olan evrensel insan hak ve özgürlüklerine dayalı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti.”
Başbakan Erdoğan, seçim süreci boyunca kullandığı çatışmacı ve milliyetçi dili, bir ‘balkon’ konuşmasıyla noktalayıp, “1 Ekim’e kadar anayasa taslaklarınızı getirin” çağrısıyla, sayfayı çeviriverdi! Böylece neredeyse üç yıldır farklı kesimlerin üzerinde çalıştığı ve tartıştığı anayasa meselesine dönüverdik. Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’nun, seçim başarısını “Demokratik Özerlik”in onayı olarak kabul ettiği göz önüne alınırsa, yeni anayasanın temel tartışma noktalarının Kürtlerin talepleri ve sistemin ‘kırmızı çizgi’leri olacağı açık.

15 Haziran’da sona ermesine rağmen ‘sözsüz’ olarak uzadığı varsayılan eylemsizlik sürecinin yarattığı ‘barış’ fırsatının bu kez kullanılıp kullanılmayacağı ise halen belirsizliğini koruyor. ‘Barış’ı sağlayacak bir toplumsal uzlaşma metninin temel niteliklerini, Meclis’in sorumluluğunu, ‘Demokratik Özerklik’i ve ‘muhataplarını’, emekli diplomat, Türkiye’nin Madrid Büyükelçiliği eski Müsteşarı ve eski Lyon Başkonsolosu, “İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği” ve “Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Ayrılıkçı Terörle Mücadele Modeli” kitaplarının yazarı, Marmara Üniversitesi uzman öğretim görevlisi Akın Özçer’le konuştuk.

Seçim sonuçlarına, oy dağılımına bakınca bu Meclis, anayasanın ilk 3 maddesini değiştirilebilir mi?
AKP’nin ilk üç maddede değişiklik yapabileceğini düşünüyorum. CHP bu konuda direniyor. Eğer ilk 3 madde değişmeyecekse yeni bir anayasa yapmanın gereği yok. Çünkü giriş bölümünde ideolojik devletten söz ediliyor. İkinci madde de oraya atıfta bulunuyor. Bu değişikliği yapmanın önemi; ilerde yapılabilecek değişikliklerin önünü açmak. Çünkü milli iradeye ipotek koyamazsın. Yarın daha farklı eğilimler de ortaya çıkabilir. Seçim sonuçlarına göre yeni bir anayasayı yapmaya en yatkın parti elbette BDP ve bir ölçüde AKP. CHP de biraz yanaştı ama kırmızı çizgilerini de belirledi. AKP henüz belirlemedi. O yüzden ilk üç maddenin değişebileceğine olan ümidi taşıyorum.

AKP’nin ‘tek dil, tek bayrak’ söylemi kırmızı çizgisini ortaya koymuş olmuyor mu?
Seçim propagandasını bir tarafa bırakıp, balkon konuşmasından sonraki dönemi ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü seçimden önce söyledikleri arasında çok saçma şeyler var. Başbakan, “yeni bir dönem, yeni anayasa, herkes gelsin ama kırmızı çizgisiz gelsin” falan dedi. Eğer değiştirilemez maddeleri tekrar alırsak ideolojik olarak eski anayasayı almış oluyoruz. Yeni bir başlangıç bölümü yazılması lazım. Esas olan evrensel insan hak ve özgürlüklerine dayalı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti.

Seçimlere katılım oranının yüzde 95’lere ulaşması, bu Meclis’in yapacağı anayasaya meşruiyet kazandırır mı?
Meşruiyet tartışması olmayacak anlaşılan. AKP sivil toplumun da katılması gerektiğini söyledi. CHP’nin de itirazı yok sanıyorum. BDP de itiraz etmez. Belki MHP toplumsal uzlaşının içinde yer almayabilir. Burada en çok talep BDP den gelecek ve AKP’nin içindeki Kürtlerden gelecektir. Bu iki kesimin ortak noktası anadilde eğitimdir.

Ama tartışma en çok buradan çıkıyor…
Mevcut anayasanın 42. maddesine göre Türkçenin dışında bir dil anadil yapılamaz. Türkçe hem resmi dil hem de devletin dili çünkü. Oysa kimsenin resmi dile itirazı yok. Ama Türkçe herkesin anadili değil. Kürtçe var, Çerkesce var, başka diller var. 42. maddenin anayasadan çıkarılması lazım.

Anayasa hazırlama süreçleri dünyada çok farklı işliyor. Mesela İzlanda da internet üzerinden taslak paylaşılıyor ve bireylerin katılımı sağlanıyor. Türkiye’de bu yöntem nasıl olmalı?
Bir çok grup var bu konuda çalışan. Demokratik anayasa platformu, yeni anayasa platformu... Mesela benim de içinde bulunduğum platform yeni bir şey yapıyor. Anadolu’da yurttaşı dinleniyor, herkes kendi fikirlerini dile getiriyor. Görüyoruz ki; insanlar kendi özgürlüklerini savunurken başkasını özgürlüğünün sınırlanmasını savunmuyorlar. Bu, Türkiye toplumunun olgunlaştığını gösteriyor.

Konda’nın araştırması tam tersini söylüyor. Seçimlerde AKP milliyetçi söylemi o kadar tırmandırdıktan sonra, şimdi Kürtlerin de içinde bulunduğu bir uzlaşıyı tabanına nasıl anlatabilecek?
AKP’nin birinci parti olacağı belliydi. Kürt sorununu içermeyen anayasanın da olamayacağı da belliydi. Dolayısıyla Kürtlere karşı dışlayıcı olmaması gerekiyordu. Bunlar seçim stratejileri olabilir ama bir anayasa yapılacaksa AKP’siz yapılamaz. MHP’siz yapılabilir, belki CHP’nin de bütünüyle olmayacağı bir anayasa da yapılabilir. Şunu kabul etmek gerekiyor. AKP’ye oy vermiş Kürtler açısından da anadil konusu çok önemli. Bu noktada çeşitli kesimlerden insanlar fiili bir uzlaşı içinde. Bu noktadan gerisi düşünülemez. Özerklik meselesi ise; yerinden yönetim anlayışından, federatif anlayışa kadar giden bir yelpaze var. Yerinden yönetimde minimumun yapılması şart.

‘Minimum’u nedir?
Minimumun bugün Fransa’da olduğunu düşünüyorum. Ondan daha aşağısı olamaz. Fransa’da 1982’de yapılan bir reform var. İl genel meclisi gibi meclisleri bir araya getirip bölgeler oluşturmuşlar. BDP’nin getirdiği öneriye benziyor. Fransa’da 22 tane bölge var, o bölgelerin başında da valiler var. İçişleri bakanı, bölge valilerini atıyor. Ama merkezdeki yetkilerin bazıları bölge valiliklerine veriliyor. İllere değil bölgelere bırakılmış. Mali kaynaklarla birlikte devredilen bir sistem. BDP’nin önerisine baktığımızda da bu minimumu görüyoruz. BDP’nin önerisinde buna ek başka şeyler de var. Mesela İspanyol anayasasının 3. ve 4. maddesindeki hususları da istiyor. 3 .maddede bölge sınırlarıyla ya da özerk topluluk sınırlarıyla çerçevelenmiş bir ikinci resmi dil söz konusu oluyor. BDP, resmi dil bazına gitmese de sanıyorum buna yakın. Bir de bayrakla ilgili benzer bir durum var. İspanya’da bölge valilikleri yerine özerk yönetimler var. Özerk parlamentodan çıkan özerk hükümetler var. İçişleri bakanlığından yani merkezden atanmayan kişiler, yerel başbakan yani özerk başbakan oluyor. Öyle bir sistem var. BDP onun biraz berisinde. Fransız sistemiyle İspanyol sistemi arasında bir talebi var gördüğüm kadarıyla.

Ama seçilmiş belediye başkanlarının, validen hem mali hem hukuki açıdan daha yetkili olduğu bir statü talebi var?
Zaten yerel yönetimler şartında da bir takım yetkilerin ve mali kaynakların da aktarılması lazım. Merkezden mali kaynak aktarımından çok genelde toplanan vergilerin bir kısmının yerinden toplanması gibi öneriler dile getirilebilir. Böyle bir sistem öngörülebilir. Bir kere BDP’nin böyle bir projeyi savunma hakkı var. Bunu savunduğu için de partisinin kapanmaması lazım. Bu da ifade ve örgütlenme örgütlülüğünün gereği. Bir kere bunun yeni anayasada yer alması lazım. Ama tabi ki yeni bir anayasa yapılırken BDP’nin söylediğinin mutlaka diğerleri tarafından kabul edileceği diye bir husus yok. Toplumsal mutabakatın o noktada en geniş halini bulacağını sanmıyorum.

Seçilmişlerin siyasi nedenlerle görevden alınabilmesi, milletvekilliklerinin düşürülmesi gibi konular, demokratik anayasalarda nasıl düzenleniyor?
Mesela Ahmet Türk’le Aysel Tuğluk’un milletvekilliklerinin düşürülmesi gibi. Şimdi bir kere önemli olan şu. Partiler kapatılsa dahi seçilmiş olanların milletvekillikleri düşmüyor. Bu seçime saygı, önemli olan seçilmiş olması. Seçilmiş olan, atanmış olanın önündedir. Bu demokrasinin kuralı. Görevden alma hususu da aynı şekilde. Mahkeme kararıyla, ağır suçların işlenmesi halinde görevden alması söz konusu olabilir. O ayrı bir konu. Ama ifade özgürlüğü anayasamızda kısıtlı olduğu için genelde, suç isnat edilmek suretiyle görevden almalar oluyor.

AKP sürekli ‘bireysel haklar’ın altını çiziyor, kolektif hakları reddediyor. En temel sorunlardan biri bu. Uzlaşma nasıl sağlanacak bu durumda?
Şimdi burada bir kargaşa var. Ben bireysel haklardan yanayım, derken anadilde eğitimin de bireysel hak olduğunu söylüyorum. Bütün azınlık haklarının olduğu gibi, yani grev hakkının olduğu gibi, topluca kullanılan bireysel hakların, bireysel hak temelinde olduğunu kabul ediyorum.

Katalanlar ve Basklar bireysel haklarını mı kullanıyor?
Kendi kaderini belirleme hakkını İspanyol anayasası da vermiyor. Zaten o nedenle de Bask ve Katalan sorununu çözemiyor. Çünkü hem Basklılar hem Katalanlar kendi kaderini belirleme hakkının olmasını istiyorlar. Ama böyle bir hak tanındığı zaman, beraber olma hakkı yanında ayrılma hakkını içeren bir anayasa olur. Mesela İspanya kabul etmiyor bunu. Dolayısıyla bu söylediğim kolektif hak, tek bir kolektif hak. Bu kolektif hak tanındığı zaman konfederal bir sistem öngörmüş oluyor. Evet bölünme tehlikesi var. Ama özerklikte bölünme tehlikesi yok. Evrensel hakların tümü de bireysel. Mesela biri toplu hakları ‘kolektif hak’ diye sunarken, bini de ‘bizi bireysel haklar kesmez’ diyor ve sağırlar diyalogu çıkıyor ortaya. Genelkurmay da, “tüm bireysel haklara evet ama kolektif haklara hayır” dedi. Oysa anadilde eğitim de ya da grev hakkı da bireysel haktır. Aslında aynı şeyi söylüyorlar. Kendi kaderini belirleme hakkı kolektif hak genellemesinin içinde olduğu için, kolektif haklara karşı çıkıyorlar.

Demokratik Özerklik?
Demokratik Özerklik, bireyin bir hakkı değil. Ama Demokratik Özerklik’i ben bir ülkede ‘yerinden yönetim hakkı’ diye tanımlayabilirim. Uluslararası sözleşmelerde, Avrupa Konseyi’nin sözleşmesinde belki çok geride kalıyor ama minimum bir düzeyi gösteriyor. Bunun ilerisindekiler zaten toplumsal mutabakatla yani devletin şekliyle ilgili şeyler.

Tabi ki, Bask ve Katalanlar bireysel haklarını kullanıyorlar. Yönetimde de anayasa ülkeyi on yedi özerk topluluktan oluşturmuş. Ama ucu açık. Sayısı artabilir. Bunları bölge yapmaya çalışmışlar ama Basklılar ve Katalanlar ‘bölge’ye karşı çıktığı için o ‘milliyet’ terimi girmiş. Şimdi bu yüzden Basklılar ve Katalanlar bu ‘milliyet’i, ‘millet’ olarak değiştirmek istiyorlar.

Niçin millet yapmaya çalışıyorlar?
‘Millet’ olduğu zaman kaçınılmaz olarak ‘kendi kaderini belirleme hakkı’ içine girecek. Ayrılmam ama o hak bende olsun istiyor. Yani şimdi BDP’nin ‘bölge’ kavramı aslında uyumlu bir kavram. Eğer İspanyol partiler yerine BDP olsaydı, İspanya bugün Bask ve Katalan sorununu halletmişti, o anayasayla.

BDP’nin 2011 yılında dile getirdiği öneri Basklıların daha 1978’de kabul etmediği şey. Şu anda aslında siyasi unsurlar BDP’nin önerisinde az. Sadece bu ana dil ile ilgili olan var ki o da resmi dil olmadığı için pek siyasi de sayılmaz. İkincisi bayrak konusu. Bunlar küçük semboller. Yani bölge terimini kullanıyorsa Kürtler, zaten bölünmeyi gündeme getirmiyor demektir. Ama o kadar geriyiz ki; bölge terimi üzerinden bile tartışıyoruz. Özerklik lafına bile tahammül edemiyoruz. Halbuki belediyelerin bile belli bir özerkliği var. Bugüne kadar aşırı milliyetçi bir propagandanın eseri bu sonuç.

Anayasada ‘vatandaşlık’ tanımı nasıl olmalı?
Vatandaşlığın tanımı ile ilgili olarak anayasaya bir hüküm konulması gerektiğini düşünmüyorum. Bunu vatandaşlık kanununa koyarsın. Şu anda en azından ülkenin yüzde on beşini veya yirmisini oluşturan bir kitle ‘bu bizi kapsamıyor’ diyorsa, onları kapsayacak bir kavramın bulunması lazım.

Avrupa kriterlerini örnekliyorsunuz ama AB ile ilişkiler askıda, Hükümet, AB’den uzaklaşmış görünüyor…
Demokrasi adımları atılıp yeni anayasaya yapılırsa bir kere ilişkiler çok düzelecek. Şu anda donmuş vaziyette. Ülkenin demokratikleşmesi, yolu önemli oranda açar.

Operasyonlar ve KCK davaları sürerken ‘mutabakat’ sağlanabilir mi?
Sadece siyasi nedenlerle tutuklanmış olanlar için bir şeyler yapılmalı. Yargı yapıyorsa da belirli mesajların verilmesi lazım. Anayasa sürecini, demokratikleşme sürecini açmak ve konuyu olgunlaştırmak lazım. Nasıl bir anayasa olacağını kamuoyuna anlatmak, alıştırmak lazım. Kimisi için acı reçete olabilir ama acı reçetenin nelerden oluştuğunu anlatmak lazım. BDP’nin de üslubunu yumuşatması ve nelerin yapılabileceğini dile getirmesi gerekir. Yani ‘ben fiilen yaparım’ değil, ‘birlikte inşa edeceğiz’ türünden bir dil kullanması gerekir ki kamuoyundaki kutuplaşmayı önleyebilelim. Ekime kadar böyle bir hazırlık yapılması lazım.

15 Haziran’da eylemsizlik süreci fiilen uzamış görünüyor. Bu sürecin kalıcı barış dönemine dönüşmesi için yeni Meclis’in, özellikle de hükümetin hangi adımları atması gerekir?
Bir kere AKP ile BDP arasındaki gerginliğin ortadan kalkması lazım. Kesinlikle diyalog kurulması gerekli. Seçmenler arasında en önemli dinamik iki partiye, BDP ve AKP’ye ait olduğunu düşünüyorum. Ama AKP ile BDP arasında gelişecek diyalog da diğerleri tarafından istismar edilebilir. Onun için CHP unsurunun katılması şart. Yoksa ‘ülkeyi bölüyorlar’ propagandası başlayacak. Bu kez AKP de söylemini sertleştirecek. Ve yine çözüm fırsatı kaçacak. Bütün partilerin yumuşama göstermesi gerekli. MHP’yi bilemiyorum tabii. İdeolojisi imkan vermeyebilir.

O zaman ‘Akil adamlar’ önerisi çözüm için önemli olabilir mi?
İspanya’da yeni anayasa süreci 1.5 yıl sürdü ve akil adamlar aracılığı ile yaptılar. Ama 7 kişilik akil adam grubunun yanı sıra 2 parti rol oynadı. İkisi de taviz verdi. Sosyalist Parti, federalist tavrının gerisine gitti. Öteki merkezci olduğu halde açıldı. Yani biri biraz geri çekildi, öteki biraz ileri adım attı. Bir uzlaşma sağlandı. En önemli konu ‘topluma yeniden kazandırma’ boyutu. Anayasa görüşmeleri 1 Ekim’e atıldı ama herhalde İmralı’daki görüşmeler sürüyor. Dağdakilerin indirilmesi yolunun açılması lazım. Bu yolun açılmasında da CHP’ye de iş düşüyor. Geçen sefer o yolun açılması çabaları gösterilirken CHP ve MHP ortalığı ayağa kaldırdılar. Dolayısıyla diyalog önemli. Elinde silah olanların silahı bırakıp siyasete yönlendirilmesi lazım.

Bu noktada kim muhatap alınacak?
Silahların susturulmasında muhatap İmralı. Eğer bir örgütün lideri ise muhatabın İmralı olması, Türkiye açısından önemli. Silahların susturulması isteniyorsa onunla görüşülmesi gerekli. Ama ‘anayasaya şunu koyun’ diye siyasi pazarlık da yapılmaması gerekir. Sivil toplum örgütlerinin çoğu Kürt sorunun demokratik bir şekilde çözülmesi noktasında hemfikir. Bunu yaparken ayrıca oradan şartlar öne sürülmemesi lazım. Silahların nasıl susacağı konusunda alt yapının hazırlanması lazım. İspanya ETA’yla bu konuları görüşüyor. Yürürlükte olan bir yöntem var; silah bırakırsan siyasete gireceksin. Hakkında şiddet eylemlerinden tutuklama kararı olanlar bir tarafa konulacak. Diğerlerinin nasıl kazandırılacağı konuşulacak. Silahlar nasıl bırakılacak, nereye bırakılacak, bütün bunlar yeni anayasa çalışmalarıyla parelel olarak yürümeli. Bunun muhatabı bence Öcalan’dır. Meclis’te de BDP ve diğer partiler ve ayrıca sivil toplum temsilcileridir.

Erdoğan, anayasa sürecini ‘başkanlık’ hayalini gerçekleştirmek için zorlar mı?
Başkanlık, bence gündemden düştü. Fransa örneğinde yarı başkanlık var. Bunu, bölgesel yönetimlerle paralel düşünmemek lazım. Fransa 1982’de yaptı, 1985’te Avrupa Konseyi yerel yöntemler şartına imza attı. Onların hazırlıkları vardı. İkisinin bir ilişkisi yok. Ben Türkiye’de başkanlık sisteminin taraftarının çok olduğunu zannetmiyorum. Liberal demokrat kesim dahil hepsi klasik parlamenter rejimi savunuyor. Ki bunlar AKP’ye oy verenlerdi. Liberal demokratlar burada aktif rol alıyorlar, bunları karşısına almaması lazım. Çünkü desteklerini çekerlerse, AKP zor durumda kalır. Dolaysıyla AKP mecburdur demokratikleşmeyi sürdürmeye. Onun için oy verildi.
İNCİ HEKİMOĞLU

Hiç yorum yok: