20 Mayıs 2011 Cuma

Özel Yetkili Mahkemeler ve Boykot!


Cumhuriyetin kuruluşundan beri İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri adı altında kurulan özel mahkemelerde egemenlerin belirlediği kurallar çerçevesinde inanılmaz hukuksuzluklar yaşandı. Yakın tarihimizde 12 Eylül öncesi sistem, azgınca bir sömürüye paralel olarak kendi hukukunu istediği gibi kullandı, bazen tümüyle devre dışı bıraktı, bazen kırıntıları layık gördü. Ancak 12 Eylül faşizmiyle birlikte bütün bu göstermelik hukuk sistemi yerle bir edildi ve askeri yasalarla birlikte sıkıyönetim mahkemeleri yaşama geçirildi. Askeri mahkemeler 12 Eylül hukuksuzluğunu, darbeciliğini, zorbalığını hukuk haline getirmek üzere kurulan mahkemelerdi ve 12 Eylül cuntasının özel araçları olarak görev yaptılar.

Sıkıyönetimin kaldırılmasıyla birlikte hukuk kurumu gibi gösterilen ancak uygulamalarıyla 12 Eylül askeri mahkemelerini aratan DGM’ler devreye sokuldu. Askeri cunta dönemindeki askeri mahkemelerin bile konumları gereği kendi içinde bir disiplini, hiyerarşisi, kurallar bütünü vardı. Bu mahkemelerin yerine “devletin güvenliğini korumak amacıyla” kurulan DGM’lerde ise keyfilikte sınır tanımayan özel kadrolarla eskisinden daha vahim uygulamalara geçildi. Nihayetinde Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde demokratikleşiyoruz görüntüsüyle ve isim değişikliğiyle DGM’lerin yerini alan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri ise bunların hepsini aratır hale geldi.


12 Eylül’ü aratıyor


12 Eylül’den bu yana bütün toplumsal yapıyı ve sistemi saran anti demokratik kurumlar nasıl korunduysa, hukukla bir ilgisi olmayan bu özel aygıtlar da farklı isimlerle varlığını sürdürmeye devam ediyor. Ancak gelinen aşamada artık “ileri demokrasi” sahtekarlığının en çarpıcı örneklerini yaşadığımız bugünlerde demokrasiyle, hukukla ilgisi olmayan bu özel aygıtlar her türlü muhalefete düşman kurumlar gibi çalıştırılmaktadır. Kürt yurtseverlere, sosyalistlere, aydınlara, bir bütün olarak sistem karşıtı güçlere karşı kullanılan özel yetkili mahkemelerin kaldırılması gerektiği konusu artık herkes tarafından tartışılır hale gelmiş, toplumun farklı kesimlerinden tepkiler yükselmeye başlamıştır.


Bu noktada KCK davasında yaşanan gelişmeler büyük önem taşımaktadır. Ayrı ayrı mahkemelerde binlerce Kürt siyasetçinin hiçbir eylem isnadı ve aleyhe delil olmaksızın tutuklu olarak yargılanıyor olmaları ve anadilde savunma hakkının kullanılmak istenmesinin bir cezalandırmaya dönüşmüş olması yetmiyormuş gibi son celselerde duruşmalara sınırlı sayıda getirilmeleri vb. hukuka aykırı uygulamalara karşı avukatlar duruşmadan çekilme kararı almak zorunda kalmışlardır. 19 Nisan’da yapılan duruşmaya girmeme kararıyla birlikte adliye önünde oturma eylemi yapılıp basın açıklamasıyla “Mahkemenin tutumunu devam ettirmesi durumunda özel yetkili mahkemelerin tümüyle boykot edileceği” kamuoyuna duyurulmuştu. Keza özel yetkili mahkemelerin kaldırılması talebiyle bütün davaların boykot edilmesi konusunun Diyarbakır Barosu yönetim kurulu tarafından tartışılarak kabul edilmesi ve diğer baroların da katılımı konusunda çalışmalar yürütüleceği, buna rağmen diğer barolar katılmasa da Diyarbakır ve Van barolarının boykot kararını uygulayacaklarına dair kararlılıkları önemlidir.


Mahkemeleri boykot


Bu anlamda KCK davasında yaşanan son gelişmeler; 10 Mayıs’ta görülen duruşmaya avukatların katılmayışı, mahkemece sanıklara barodan avukat tayin edilmesine karar verilmiş olması ve sanıkların da “Kürt halkına yapılanlar ve anadilde savunma haklarının engellenmesini” gerekçe göstererek bundan sonra duruşmalara katılmayacaklarını açıklamış olmaları ve buna paralel olarak kitlesel bir katılımın varlığıyla birlikte ortaya konulacak direnç ve kararlılık diğer davalar açısından da yol gösterici olacaktır. Ayrıca son dönemde PKK davalarındaki anadil tartışmaları ve sorguların yapılamayışına ek olarak diğer sol örgüt davalarında da sürekli biçimde heyeti ret taleplerinin gündeme gelmesi, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması konusunda Anayasa’ya aykırılık iddiasının yanı sıra bu mahkemelerin uygulamalarıyla hukuk dışı konuma düştüklerinin ve artık kaldırılması gerektiğinin vurgulanması, bundan sonraki dönemde yapılacaklar konusunda fikir verebilir. Esas olarak cezaevlerindeki mahpusların iradesiyle olabilecek bir boykot kararına avukatların da katılımı ve dışarıdan kamuoyu desteğiyle birlikte etkili kampanyalar yürütülmesi şeklinde özetlenebilecek bir dizi öneri getirilebilir. Geçmiş dönemlerde üçlü protokol uygulamasıyla birlikte cezaevindeki mahpusların ve avukatların bir yıl süreyle DGM’leri boykot etmesi bir deneyim olarak ele alınabilir.


Demokratik muhalefete baskı aygıtı


Özel yetkili mahkemelerin, bu işin esas mağdurları olan Kürtler ve sosya-listler tarafından boykot edilmesiyle birlikte kapatılmaları gerektiği konusundaki talep yaygınlaştırılabilir. Geçmiş dönemlerde DGM’lerin kaldırılmasıyla ilgili kampanyaların yürütülmesinde olduğu gibi özel yetkili mahkemelerin de artık toplumun her kesimini tehdit eder hale geldiği, yalnızca Kürtler ve sol muhalif güçler için değil, ezilen, sömürülen, sistemle sorunu olan herkes için bir tehlike oluşturduğu vurgulanarak, olağanüstü yargı yetkisine sahip bu mahkemelerde özel yargılama usulleri ve ayrımcı mevzuata dayanılarak en küçük hak arama talebinin bile sistematik biçimde cezalandırıldığı haksız uygulamalar öne çıkarılarak DİSK, KESK, TMMOB, TBB, TTB, İHD, ÇHD, TOHAV vb. kurumların da içinde yer alacağı geniş kampanyalar örgütlenebilir.


Özel yetkili mahkemeler kaldırılmalı


Geçtiğimiz günlerde Türkiye Barolar Birliği’nin ve İzmir’de toplanan 57 baronun ortak açıklamasında özel yetkili mahkemelerin kaldırılması gerektiği yönündeki tespitleri ile bu işin takipçisi olacakları ve savunmadan kaynaklanan meşru ve demokratik güçlerini gerektiğinde kullanacaklarına ilişkin açıklamaları önemlidir. Keza uluslararası basın kuruluşlarının da yer aldığı “Düşünceye Özgürlük Kongresi”nin sonuç bildirgesinde özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ve mevcut yasaların değişti-rilmesine ilişkin taleplerin yer alması da aynı şekilde önemli bir gelişmedir. Bu noktada özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasına ek olarak, Terörle Mücadele Kanunu’nun bütünüyle ortadan kaldırılması ve Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Kanunu, Ceza İnfaz Kanunu ve Basın Kanunu’ndaki anti-demokratik hükümlerin değiştirilmesini talep etmek de zorunluluk halini almıştır.   


Sonuç olarak, 12 Eylül sonrası devlet terörünün en etkili araçlarından olan sıkıyönetim mahkemelerinin, DGM’lerin ve bir bütün olarak 12 Eylül zihniyetinin devamı niteliğindeki özel yetkili mahkemelerin tümüyle reddedilmesi ve kaldırılması haklar ve özgürlükler mücadelesinin esas hedefi haline gelmiştir. 12 Mart cuntasının devreye soktuğu DGM’ler nasıl ki 12 Mart sonrasında yükselen toplumsal muhalefet dalgasının önünde duramadı ve kaldırıldıysa, özel yetkili mahkemeler de aynı şekilde boykotla birlikte yürütülecek güçlü bir kampanyayla kaldırılabilir.


Av. Gülizar TUNCER 

Hiç yorum yok: