17 Mayıs 2011 Salı

Ordu AKP ittifakı


AKP seçim öncesi gerilimi tırmandırarak, askeri ve siyasi operasyonları arttırarak seçim sonrası politikalarını açıklamış bulunuyor. Kürt Özgürlük Hareketi 13 Ağustos’tan bu yana eylemsizlik içinde bulunarak çözümün önünü açmak istedi. Ancak AKP hükümetinin bir çözüm politikası olmadığı için çözüm için yürütülen demokratik mücadeleyi ve çabaları bastırmaya yöneldi. Demokratik çözüm çadırlarına saldırılması, her demokratik eylemin polis zoruyla ezilmek istenmesi bu politikanın sonucuydu.

Son günlerde yapılan değerlendirme ve tartışmalar Türk devletinin askeri ve siyasi saldırılarını neden arttırdığını izah ediyor. Hatay’da, Maraş’ta, Dersim’de ve Şırnak’ta HPG’lilere yönelik imha operasyonlarının neden yapıldığını açıklıyor.


Başbakan’ın danışmanları ve AKP yandaşı basın BDP’nin taleplerinin kabul edilmeyeceğini söylüyor. Bireysel haklarla yetinmiyorlar, Kürt toplumuna statü istiyorlar, Demokratik Özerklik’te ısrar ediyorlar diyerek BDP suçlanıyor. Bunun anlamı AKP’nin öngördüğü tasfiye politikasını kabul etmeyenlerin şimdiden haksız ve suçlu ilan edilmesidir.


Çözüm konusunda BDP’nin düşündüğüyle AKP’nin düşündüğü farklıymış! Bu yönlü değerlendirmelerle AKP’nin tasfiye politikası bir çözümmüş gibi sunulmaya çalışılıyor. BDP ise kabul edilmeyecek taleplerde bulunarak çözüme engel olan güç olarak gösteriliyor. Böylece tasfiye politikasını kabul etmeyecek Kürt halkı üzerinde uygulanacak terör şimdiden meşrulaştırılmaya çalışılıyor.


Şu andaki operasyon ve çatışmalar 12 Haziran’dan sonra kopacak fırtınanın habercisidir. AKP hükümeti seçim öncesi Kürt Özgürlük Hareketi’ni yıpratıp seçimden sonra topyekün bir saldırı planlıyor. Hazırlayacağı restorasyon anayasasını da bu saldırının meşruiyet aracı olarak düşünüyor.


AKP’nin düşündüğü restorasyon anayasası dışında önerilen her şey kabul edilmeyecek dayatmalar olarak ele alınırsa bu saldırılar da normal görülür. Açıkça Kürtler siyasi irade olmayı ve özyönetim talep etmeyi unutsunlar; bu talepler demokrasi içinde kabul edilemez diyorlar. Bunun bir cümle ötesi ise, “bu talepte bulunanlar ezilir” denilmesidir. Demokrasi içinde kabul edilmeyen şeyler dayatılıyor tanımlaması bunun için yapılıyor.


Başbakan bu seçim kampanyasında her fırsatta BDP’ye yükleniyor. Kürt sorunu kalmamıştır dendikten sonra bu saldırılar daha da artmıştır. Bununla birlikte danışmanları ve yandaş yazarları da aynı minvalde BDP’ye ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı bir karalama kampanyası başlattılar. Asker ve polis saldırıları bunlardan bağımsız ele alınırsa yaşanan sorunlar anlaşılamaz.


Gerçekleşen; demokrasi ve özgürlük talebinde bulunan Kürt halkının direnişinin bastırılma harekatıdır. Çünkü yeni anayasada Kürtler için bir statü düşünülmüyor; toplumsal haklar reddedilecek. Kürtler bu süreçte askeri ve siyasi operasyonlarla ezilerek böyle bir anayasa kabul ettirilmek isteniyor. Siyasi ortam böyle bir anayasa için uygun hale getirilmeye çalışılıyor. AKP yandaşı basın BDP kabul edilemez taleplerde bulunuyor diyerek bu saldırılara zemin hazırlıyor. Bu açıdan AKP yandaşı yazarların yazdıkları, söyledikleri iyi takip edilmelidir.


Mesut Yeğen AKP’nin yeni dönem politikalarını değerlendirdi. Yeni inkarcılığın teorisi yapılıyor dedi. Saldırılar bu yeni inkarcılık teorisinden ayrı düşünülebilir mi? Murat Yetkin, AKP ile BDP’nin çözüm için düşündükleri ayrıdır, yapılan görüşmelerden hiçbir sonuç çıkmayacağını, söylüyor. Murat Yetkin, AKP’nin Kürt sorununda düşündüklerini doğru buluyor ve bunların CHP’nin söyledikleriyle örtüştüğünü vurguluyor. Anlaşılıyor ki AKP hükümeti böyle bir destek bulduğu için BDP’ye karşı saldırısını arttırmaktadır. AKP bu yönlü propaganda saldırısı altında BDP çözüm istemiyor; oyun bozuyor diyerek saldırılarını meşrulaştırıyor.


Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı, AKP ile ordunun Kürtlere karşı ittifak yaptığını söylüyor. Hatta bir süredir bizim söylediğimiz seçim sonrasında Ergenekon davasından yatanların çoğunluğu bırakılacak ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yeni bir milli mutabakat sağlanacak değerlendirmemize yakın şeyler söylüyor. Bu değerlendirmeler doğrudur. Ancak bu değerlendirmeleri ilginç kılan, Cumhuriyet yazarı Bursalı tarafından yapılmış olmasıdır. Bu durumda demokratlar ve cumhuriyetçiler hangi safta yer alacak diye bir soru soruyor. Ne var ki kafası karışık olduğu için bu soruya cevap veremiyor. Demokratik Ulus Bloku yanında yer almalıyız diyemiyor.


AKP yandaşları demokrasi maskeleri düşecek ve Kürt sorununa çözüm demagojileri tutmayacak kaygısıyla tüm askeri saldırıların arkasında başka güçleri arıyorlar. Zaten her konuyu Ergenekon’a ya da bir yerlere bağlamak AKP yandaşlarının her sıkıştıklarında kullandıkları sihirli bir argüman haline gelmiştir. AKP psikolojik savaşını ve toplumun kafasını bulandırıp yönlendirmeyi bu eksende yürütüyor. Ancak bu ucuz söylemin de sonuna gelinmiş bulunuyor. Çünkü Orhan Bursalı’nın dediği gibi ordu ile AKP bir ittifak içindedir.


AKP Kürtleri benden iyi hiçbir güç bastıramaz diyor. Ordu da Kürt Özgürlük Hareketi’ni bastırmak için AKP ile savaş ittifakı kuruyor. Başbakan “terör varsa operasyon da vardır” diyerek orduyla aynı çizgide olduğunu ortaya koymuştur. Bu sorun şiddetle çözülür, yani ezilir çizgisini bugün AKP savunmaktadır.


AKP politikasını temsil eden birinci kişi Başbakan’dır. Bu politikayı açıkça dışa vuran ise Cemil Çiçek’tir. Diğer AKP’lilerin ve yandaşlarının dillendirdiklerinin çoğunluğu duruma göre söylenmiş sözlerdir. Herhalde Galip Ensarioğlu’nun Kürtleri aldatmak için söylediği sözler AKP’nin esas politikaları olarak ele alınamaz. Galip Ensarioğlu gibi bireysel çıkar için politika yapanların görevi AKP’nin Kürtleri ve demokrasi güçlerini rahatsız eden söylem ve tutumlarının üstünü örtmek ya da amiyane deyimle şerbetlemektir.


Devlet ve AKP’nin yanıldığı bir nokta var; artık Kürtler için ölüm yılma etkeni değildir. Çünkü Kürtler için her ölüm ve zulüm direniş gerekçesi haline gelmiştir. Bu hareketin kırk yıllık tarihi ölümler ve zulmün direnişi daha da derinleştirdiğinin kanıtıdır. Öfke artıyor, bu da direnişi güçlendiriyor. Kürtler ölümlerle susturulsaydı faili meçhul cinayetlerle, yüz binlik ordularla yürütülen bastırma hareketleriyle sonuç alınırdı. Faili meçhul cinayetler ve HPG ölümleri halk içinde öfkeyi ve direniş iradesini büyütmekten başka bir sonuç vermemiştir.


Birçok çevre, hatta devlet içinde yer alanlar 1990’lı yıllardaki politikaların bugünkü direnişe yol açtığını söylemektedir. Eğer bu değerlendirmeler doğruysa AKP politikaları için bu ne perhiz bu ne lahana turşusu denilebilir.


Ancak Kürt halkı ve demokrasi güçleri Türkiye halkları için bir komplo olan bu oyunu bozacaktır. Demokratik Ulus zihniyeti ve bunun ortaya çıkardığı blok bu çözümsüzlük politikalarına ve yarattığı acılara son verecektir. 12 Haziran seçimleri bu açıdan daha da önemli hale gelmiştir.

Hiç yorum yok: