29 Mayıs 2011 Pazar

Mardin’de Mazlumun Zalimle Yarışı


Yeni_Özgür_PolitikaMardin’deki bağımsız adayların ortak özelliği, her üçünün de ‘devlet mağduru’ olması. AKP listesinin başında polis şefi Muammer Güler var. Yani ‘mazlumların ahını almış’ biri. O nedenle Mardin’de seçimler ‘vicdanlıların vicdansızlara karşı yarışına’ dönüşmüş. Burada ‘ya mazlumdan yanasınız ya da zalimden’…

Mardin’de Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku üç bağımsız adayla seçimlere katılıyor. Fakat bu üç aday özgün. Özgünlük şurada: Adaylardan birisi Ahmet Türk. DTP’nin kapatılmasıyla birlikte Milletvekilliği ‘ikinci’ defa düşürülmüştü. Diğer aday Gülser Yıldırım. O Mardin Cezaevi’nde tutuklu. Üçüncüye gelince, onun adı Erol Dora. İsim Türk ismi olsa bile, Erol Dora Süryani. Yani soyu kırılmış bir halkın temsilcisi. Böylece, Mardin’deki bağımsız adayların ortak özelliği her üçünün de ‘devlet mağduru’ olması. O nedenle Mardin’de seçimler ‘vicdanlıların vicdansızlara karşı yarışına’ dönüşmüş. Burada ‘ya mazlumdan yanasınız ya da zalimden’… Şöyle bir kıyaslama her şeyi anlatıyor: AKP listesinin başında polis şefi Muammer Güler var. Yani AKP listesinin başını ‘mazlumların ahını almış’ bir kişi çekiyor. Söz meclisten dışarı deyip soruyoruz: Devletin Valisine mi oy verirsiniz, yoksa Devletin mağdur ettiğine mi? Zalime mi, mazluma mı?

AKP listesindeki bir isim bize yabancı gelmiyor. Soruyoruz, soruşturuyoruz, yanılmamışız. AKP listesinin üçüncü sırasındaki isim Abdulrahim Akdağ. Bir ara Hizbullah ana davasında yargılandı. Devlet ile 1990’ların Hizbullahı arasındaki ilişki, şimdi AKP Mardin listesinde kurulmuş. ‘Vali ile Hizbullah’ sözcüklerini yan yana getirince, Mardinlinin aklına ‘Olağanüstü Hal Valisi ile satırla ve enseye sıkılan kurşunla faili meçhul cinayetler işleyen Hizbül-Kontra’ geliyor.

Biz bunları konuşurken, bir Mardinli söze karışıyor: “Köprülerin altından çok sular aktı. Çok bedel ödedik ama, Allaha bin şükür, şimdi biz Mardin sokaklarında alnımız ak, boynumuz dik geziyoruz, ama AKP’nin adayları halkın içine çıkamıyor. Bizim adaylarımız Mardinlilerin evinde, diyelim ki Qasr-ı Konca’da ya da referandumla Kürtçe Kotek adına kavuşan yoksul mahallede bir evde konuk oluyor, Muammer Güler ise, yalnızca ‘Polis Evi’nde ‘ikamet’ edebiliyor. Yani biz Mardin sokaklarını kazandık, şimdi Mardin sandıklarını da kazanacağız.”

Menderes iktidarından sonra Mecliste ilk Hristiyan

 
Erol Dora kendi cemaatinin önde gelenleriyle bir toplantıdaydı. Gelenlerden birisiyle tanıştık. İsveç’te, Suroyo-TV yöneticisi. Adını soruyoruz. Onun da adı Evgin Türker. Ailenin bir kısmı Öztürk soyadını almış. Arta kalanı da, -şükür Allaha- Sümer soyadına cesaret edebilmiş. Asimilasyonun boyutu böyle. Geride kalanlar isimlerini gizleyerek ‘ayakta’ kalabilmişler.

Erol Dora aydınlık bir insan. O yalnız Mardin’in değil, Türkiye’de tüm Süryani halkının temsilcisi olarak Meclis’e gidecek. Menderes döneminden bu yana geçen yarım yüzyıldan sonra TBMM’de ilk defa bir Hristiyan yurttaşımız yer alacak. Onun adaylığı uluslar arası arenada büyük yankı uyandırmış. AKP’nin milliyetçi-islamcılığına kuşku ile bakan Batı kamuoyu, Kürt özgürlük hareketinin Erol Dora’ya verdiği desteği giderek daha derinden algılamaya başlamış. Kürtleri dünyada tecrit etme oyunu da böylece ağır bir darbe almış.

Her yerde soruyoruz: Bir hristiyan adaya oy vermekte zorlanan var mı?Herkes şöyle diyor: Damdan düşen, damdan düşenin halini anlar. Onlar da inkar ve imhadan geçmiş, biz de inkar ve imhadan geçiyoruz. Şimdi Kürtler, devleti bir yana itiyor, o devletin Kürt topraklarında Süryanilere karşı işlediği suçun ayıbını kendisi ortadan kaldırmaya başlıyor. Her yerde Kürt alternatifi boy atıyor. Dora’nın alacağı oy oranı, kesin söylüyorum, herkesi şaşırtacak.

Ahmet Türk: Dış politikada sıfır problem için

 
Bağımsız adaylardan Ahmet Türk’le görüşmemiz mümkün olmadı. Çünkü Ahmet Türk, KADEP Başkanı ve Amed adayı Şerafettin Elçi ve HAKPAR Başkanı Bayram Bozyel’le birlikte Hewlêr’e gitti. Ahmet Türk orada, diğerleriyle birlikte, Kürtlerin ulusal demokratik birliğini pekiştirmek için konuştu. Bu birlik yalnız Kürtler için değil, yalnız Türkiye için değil, tüm Ortadoğu için barış anlamına geliyor. Demek ki Türk daha Meclis’e girmeden ‘halka hizmete’ başladı. Mardinliler Ahmet Türk’ü tanıyor ve seviyor.

Başbakan’ın ‘komşularla sıfır problem’ safsatasına karşı, Ahmet Türk ve arkadaşları, asıl alternatif dış politika konseptini hayata geçiriyor: İran’la, Irak’la, Suriye’yle ‘sıfır problemli’ bir ilişki kurabilmek için, Türk-İran, Türk-Irak ve Türk-Suriye sınırlarının iki tarafındaki Kürtlerle dost olacaksın. Kızıltepe işte böyle bir adaya bu defa rekor düzeyde oy vermeye hazırlanıyor.

Gülser Yıldırım: Demiryolu çocuklarının ‘ablası’

 
Gülser Yıldırım’ın seçim bölgesi olan Nusaybin’e gidecekken onun ‘vekili’ Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökhan’ın Midyat’ta olduğunu öğreniyoruz. Bunun üzerine, ‘üzülerek’ Nusaybin’e gitmekten vazgeçip, Gökhan’la Midyat’ta buluşuyoruz. Ondan, dünyanın en güzel, en kararlı gencinin, yani Hawîn’in tutuklandığını öğreniyoruz. O ‘küçük’ kadının on-on beş genç erkeği nasıl ‘eğittiğini’, bunları ‘hırsızlık’ ve ‘uyuşturucudan’ uzaklaştırmada nasıl ‘ürkütücü’ bir saygınlık elde ettiğini ben biliyorum. Ona selam gönderdik.

Ve yine öğrendik ki, Nusaybin’de ‘Demiryolu çocukları’, ‘uzun savaşı’, polisin ‘geri çekilmesi’ sonucunda kazanmışlar. Pax-Romana ne kadar eşitsiz bir Roma barışı ise, bu tam tersine devlete çocuk gücüyle dayatılmış dünyanın en güzel barışı. Şu anda Demiryolu’nda çocuklar ‘egemen’. Adını koyduk: Pax-Zaroken…

Nusaybin sınır kenti. Bu taraf Nusaybin, karşıda Kamışlo. Beşar Esad sallanıyor. Hükümet ‘göç’ ihtimaline karşı güya önlem alma adına, Nusaybin’de konumlanma peşinde. Ayşe Gökhan temsil ettiği Gülser Yıldırım’ın sözlerini aktarıyor: “Devlet sınır ötesindekileri ‘göçecek’ sanıyor. Onlar Beşar Esad’ın zulmüne karşı, sınırın Nusaybin tarafına konuk olarak gelecekler. Kürtlerin, Arapların, Suryanilerin hısım, akrabalarıdır onlar. Evlerimiz onlara açık. Zorda kalan buyursun gelsin. Devletin Kızılay’ına, onun çadırlarına, Tayyip Erdoğan’ın göçmenlere vereceği ekmeğe kimsenin ihtiyacı yok. Bu topraklar Mezopotamya halklarının.”

Araya Midyatlı Araplardan, adaşım Veysi Dere giriyor. “Tayyip Erdoğan’ın Kürtler özgürleşmesin diye Beşar Esad’a verdiği destek buradaki Arapların gözünü açtı. Kürtler Tayyip’ten ve Beşar’dan özgürlüklerini kopartamazsa, şimdi katledilen Arapların da özgür olamayacağını Midyatlı Araplar anladılar. Seçimlerde bunun sonuçlarını hep beraber göreceğiz.”

Çocuklar babalarını, halk vekillerini istiyor

 
Eğer mutlaka Türk ‘şehircilik’ geleneklerine uyulacak olsaydı, eminim Kürtler, diyelim ki ‘demokratik özerklik’ temelinde elde edecekleri ‘kurtuluştan’ sonra bir çok Kürt kentine olduğu gibi, Kızıltepe’ye de ya ‘Şanlı Kızıltepe’ ya da ‘Kahraman Kızıltepe’ ismini takarlardı. Sorduk. Hiç kimse böyle bir saçmalıktan yana değil. Onlar Kızıltepe’nin ‘Qoser’ olacağını söylüyorlar. Bu girişin nedeni Kızıltepe’nin şu son aylarda uğradığı ağır saldırıların sayısal durumu. Rastgele sayalım: Kızıltepe beledıye başkanı Ferhan Türk, Belediye Başkan yardımcısı Selanik Öner, yine Belediye başkan yardımcısı Haşim Baday, Belediye Meclis üyesi Yaşar Kaymaz (Uğur Kaymaz’ın amcası), İlçe Başkanı Ömer Turgay, İlçe yöneticisi Siraç Vural, ilçe yöneticisi Celal Kurga, MKM yöneticisi Abdülrahim Eren… Bunlar benim hatırlayabildiğim tutuklular.

Yanıma yaklaşan Süleyman Yüksel elime bir kağıt tutuşturuyor. Ailesinden şehit düşenlerin listesi: Bayram, Mehmet, Meryem, Nuran ve Şükran Yüksel, Ahmet Aslan, Mehmet Aslan, Abdülkahar Tunç, Fuat Turgay ve İbrahim Turgay. Kızıltepe Newroz’dan beri amansız bir saldırıya karşı direniyor. Hamiyet Yüksel ile karşılaştığımızda bu gerçeği daha iyi anlıyoruz. Yanında hapisten yeni çıkan 17 yaşındaki oğlu duruyordu. Geçmiş olsun dediğimizde, yüzümüze hafif gülümseyerek baktı. “Geçmedi” dedi, “iki oğlum Mehmet ile İdris hala tutuklu, kızım Birgül de, hem onun bir böbreği iflas etmiş, öylece yatırıyorlar içerde…”

İnsanlar etrafımızı çevirmiş. Raşit Yüksel, “benim bir kızım ve üç oğlum tutuklu” diyor. Ve az sonra, Demokratik Çözüm Çadırı’nda Reşit Tekdemir ile buluşuyoruz. “Beni Apexo diye tanırlar” diye başlıyor söze. 6 oğlu dağa çıkmış. “Üçünün şahadetini işittim” diyor. O bunu der demez, bizimle birlikte Çadır’da bulunan ve hayatımda gördüğüm en güzel imamlardan biri olan Şeyhmus Çelebi üç genç için “El Fatiha!” diyor. Dudaklar kıpırdıyor, açılmış ellerle yüzler sıvazlanıyor. Şeyhmuz Çelebi kulağıma eğilip, “benim de bir oğlum, Mehmet Nur Çelebi 19 yıldır Sincan zındanında” diyor. Sonra ekliyor: “Diğer oğlum Abdülhalik de, şehit düştü…” Göz pınarında bir damla yaş birikiyor.

Çadırdan çıkar çıkmaz, karşımıza bir çocuk topluluğu çıkıyor. En önde Ruken duruyor. Ruken Kürtçe’de ‘güleryüz’ demekmiş. Masmavi gözleri, sarı saçları. Ama yüzü gülmüyor. Elindeki kartonda şunlar yazıyor: “Ey Mardinli babalar, anneler, ağabeyler, ablalar, bizler cezaevinde olan babalarımızın özgürlüğünü istiyoruz.” Ve Erdoğan böyle bir halktan ‘oy’ istiyor. Bu halk evlatlarının paramparça vücutlarına sarılıp, onları gömerken ‘oy’ dememiş, sana mı ‘oy’ verecek ey gafil!...

Derik: Tarihe, insana ve doğaya saygı

 
Derik’e girer girmez Ahmet Kaya Parkı’nda biraz nefeslenelim diyoruz. Bana eşlik eden Servet, bir büstü gösteriyor. Bakıyorum. Altında yazı yok. Ve hatırlıyorum. Bu büst, Hürriyet Meydanında, Beyaz Saray’ın altında Dicle Fırat Kitabevinin sahibi, TİP Eminönü İlçe üyesi Edip Karahan’ın büstü. Büyük Kürt aydını. Kürt tarihinin en önemli simgelerinden biri. Derik kendi tarihine sahip çıkmış.

“Bir de Xeto ile Remo’nun heykeli var” diyor Deriklinin biri. Soruyoruz. Pek çoğunun yanlış bir şekilde ‘iki delinin heykeli’ dediği heykel, doğuştan engelli iki kardeşin heykeli. Bu iki kardeş bütün Deriklilerin, öyle ağdalısından değil, fakat ‘gülen merhamet’ini kazanmış. Onları bağırlarına basmışlar ve kentlerinin simgesi yapmışlar. Remo ölmüş. Biz Xeto’yla kendi heykeli önünde resim çektiriyoruz. Derik halkı insancıllığı anıtlaştırmış. Başbakan’ın “ucube” diyerek yıktığı heykellere inat, kolları hoyratça koparılsa da, Xeto ile Remo’nun heykeline sahip çıkıyor. Xeto anlamadığımız bir dilde bize AKP karşıtı bir nutuk atıyor. Nece diyoruz, “Xetoca” diyorlar.

Ve her tarafta zeytin ağaçları, bin yıllık bahçeler, bin yıllık ağaçlar. Egede köklerinden koparılıp, sokülen zeytinlikleri hatırlıyoruz. Yerlerine oteller dikilen zeytinlikler. Burada Derikli Kürt, Derik’in en eski sahiplerinin, Ermenilerin, diğerlerinin geleneğini sürdürüyor. Doğaya saygıyla yaklaşıyor. Ağacın bir tekine dokunmuyor. Ve Akdeniz ürünü sanılan bu zeytinin anavatanı olan Derik topraklarında zeytin ‘kültürünü’ sözcük zenginliğiyle yaşatıyor. İşte zeytin çeşitleri: Kurseki, mavi, gülleki, belloti ve hepsinden lezzetli olan küçücük xilxali… Büyük tarihe sahip, insancıl Kürt insanı geleceğin ekolojik toplumunu işte bu gelenekleri kapitalist modernitenin elinden kurtararak kuracak. Ekolojik kurtuluş olmayacaksa, hiçbir şeyin kurtuluşu olmayacak çünkü…

Sanat asimilasyona karşı isyanda 

 
Büyük bir rastlantıyla, Selmet Güler ile tanıştık. Bir iş makinasının üstündeydi. Birlikte Mardin’e gittiğimiz Serap onu tanıdı. Tanıştık. Selmet Güler bir fotoğraf sanatçısı. National Geografic dergisinin fotoğrafçılarından. İsmi ünlü. Kendisi Kürt ve yurtsever. Ama onu siyasi çevrelerde tanıyan yok gibiydi. Konuştuk. Ve anladık ki, bu Kürt aydını okuma-yazmayı ondört yaşında öğrenmiş ve şimdi roman yazmakta. “Mardin Müzesinde fotoğraf sergim var” dedi. Merak ettik. “Süryani dosyası üstünde üç yıl çalıştım” deyince, şaşırdık kaldık. Ve Mardin vekil adayıyla Selmet Güler’i tanıştırma kararı verdik. Erol Dora sergiyi büyük bir ilgiyle izledi. Fotoğrafların olağanüstü estetik boyutuna hep birlikte hayran kaldık. Ama daha önemlisi, bir Kürt sanatçısının Süryani insanıyla kurduğu bu estetik ilişki ‘demokratik ulus’un inşa sürecine bir katkı olarak görünüyordu. Kürt sanatçısı, bir mezapotamya halkının yok edilmesine sanatıyla isyan bayrağı açmıştı. Kürt sanatçı Güler, Süryani vekil adayına başarılar dilerken, biz Tayyip Erdoğan’ın ‘medeniyetler ittifakı’ komedisini aklımızdan geçiriyorduk. Orada AKP adayı polis şefi Muammer Güler’in 12 Haziran’da patlayacak balonu yükselmişti, burada ise Kürt sanatçı Selmet Güler’in ölümsüz fotoğrafları yüzümüze gülüyordu.


 VEYSİ SARISÖZEN

Hiç yorum yok: