6 Mayıs 2011 Cuma

Bir Modernizm İdeolojisi;Bilimcilik-1

Doğada bilme ve bilgi edinme sayesinde kendini özgün ve etkili bir güç kılan insan, bugün elde ettiği bu güç nedeniyle ve bu gücü yanlış amaçlar temelinde kullanıyor olması yüzünden kendi eliyle kendi çöküşünü hızlandırmaktadır.
Eser FIRAT
I-Bilimsel Bilmenin Anlamı
 
Çağımızın, üzerinde önemle durmayı gerekli kılan en öncelikli sorunlarından biri, bizce bilimin, dünyamızı yöneten muktedirlerin ve hegemonyacı güçlerin elinde çok etkili ve tehlikeli bir silaha dönüşmüş olmasıdır. Bugün az-çok bunu kanıtlayıcı nitelikte olan bir dizi örnek olay ve gelişme söz konusudur. Toptan var oluşumuzu tehdit eder sorunların baş göstermesi –örneğin kitlesel kıyım amaçlı nükleer ve kimyasal silahların, yine kamuoyunca çok azı bilinen ama kim bilir ne kadarı gizli tutulan öldürücü biyolojik virüslerin üretilmesi ve dolayısıyla bilimin bu temelde kirli amaçlar ve hedefler için kullanılması; bilim-teknik devrimin doğrudan bir sonucu olan “sınaî devrimi” ardından geliştirilen üretim ve ulaşım teknolojisinde kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtların aşırı düzeyde kullanılması sonucu atmosferde kalın bir karbondioksit tabakasının oluşması ve bunun küresel ısınmaya neden olması, buna benzer yaşanmakta olan bir dizi çevre sorunları; bugün moleküller biyoloji ve genetik bilim denilen alanda ulaşılan bilgi ve teknik yoluyla suni döllenme, genetik müdahale, klonlama gibi insani açıdan doğal ve ahlaki dengeyi rahatlıkla sarsıcı nitelikte olan kimi gelişmelerin yaşanması, yine halk sağlığı açısından ciddi anlamda bir tehdit sorunu olan (çağın temel bir hastalığı olan kanserin nedenleri bununla bağlantılı araştırılmaya değerdir) bitkilerin ve tüketim gıdalarının oluşum süreçlerine müdahale sonucu suni, hormonlu ve sentetik gıdaların üretimi, hızlı ve doğal olmayan fermantasyon işlemleri vb. daha da sıralayabileceğimiz bir dizi kötü uygulama-  ve ne yazık ki ortaya çıkan tüm bu yaşamsal sorunlar,  dünyamızı yöneten hegemonyacı güçlerin yalnızca kâr ve kötücül emellerinin aracı kıllınmış olan bizzat ‘bilimsel bilme’ denilen bilgi yoluyla gerçekleştirilmektedir.  Daha da kötüsü, bilimin aşırı düzeyde teknolojik plana uyarlanması nedeniyle dünyamız nerdeyse bir tekno çöplüğe dönüşmüştür. Teknolojik açıdan aşırı yığınlaşma, bu yığınlaşmanın sağladığı kimi kolaylıklar yüzünden yaşamın kendisi giderek asli özelliğinden koparılıp sanal bir düzeye indirgenmektedir. Yaşamın önü alınamaz bir şekilde teknolojikleştirilmesi, birçok bilginin de ortak bir kaygı olarak dile getirdikleri gibi insani açıdan yaşanmakta olan bir çöküş de bu teknolojikleşmeye eşlik etmektedir. 

Çok ilginçtir ki, doğada bilme ve bilgi edinme sayesinde kendini özgün ve etkili bir güç kılan insan, bugün elde ettiği bu güç nedeniyle ve bu gücü yanlış amaçlar temelinde kullanıyor olması yüzünden –ister doğaya, ister doğrudan kendine karşı kötü kullansın sonuç pek değişmez, çünkü ikisi de aynı kapıya çıkar- adeta her geçen süreçte bizzat kendi eliyle kendi çöküşünü hızlandırmaktadır. 

Bu nedenledir ki evrensel ve kolektif özgürlüğümüzün geleceği açısından bilimi, kötücül amaçlar temelinde kullanılan bir araç olmaktan çıkarmak tüm insanlığın ortak bir sorunu ve görevi durumundadır.

Bilim söz konusu olduğunda genellikle şu söylenir: ‘Bilim, bağımsız düşünebilen özgür beyinlerin işidir’. Teorik açıdan bu doğru olsa bile pratikte yaşanan bunun tam tersidir. Egemen güçlerin kontrolünde çok kötü bir kullanım aracı haline getirilen bir bilim asla özgür değildir. Çünkü insanın en özgür olması gereken bu tarafı, bugün bilimin yapılış ve kullanılış amacına bakıldığında bırakalım özgürlük yolunda olmasını, bütünü ile buna ters düşen bir konumda seyretmektedir. Bu yüzden bilimin özgürleştirilmesi, insani özgürlüğün geleceği açısından ivedilikle çözümlenmesi gereken bir sorun olmaktadır. 

Bilimsel bilme, gerçekten de insanın harikulade ve olağanüstü nitelikte olan bir bilmesidir. Var oluşun tüm anlamına ilişkin sağlam bir görüşe ulaşmak, doğada ve toplumda anlık ve/veya sürekli oluşum halinde olan olay ve olguların gelişme özellikleri, aralarındaki ilişki ve bağlantıları gözlem ve deneye açık olan bir yol ile nispeten daha gerçekçi betimlemeyi, yorumlamayı ve gerçeğe daha yakın olarak izah etmeyi olanaklı kılan bir bilme etkinliğini ifade eder. İnsanın en özgür ve en yaratıcı doğasının bir etkinliği olması bakımından bilim, insan toplumunda gerçekleşebilen en kayda değer ve insani bilme etkinliğinin gelişimi açısından gerçekten de olağanüstü bir zihni gelişmedir. Ama ne var ki, gerçek anlam ve amacından saptırıldığında, yani tüm diğer insani gerçekleşmelerden soyutlanıp tek başına her şey olarak nitelendirildiğinde, örneğin en barizinden değerden koparılıp katı kesinliklere dayanan bir bilgi yapısı olarak dogmatikleştirildiğinde oldukça tehlikeli olabilen bir konum da kazanabilir. Şüphesiz bilimsel bilme bir bakıma çok şeydir, ama kendi başına bırakıldığında her şey değildir. Ancak o, insani gerçekleşmenin diğer tüm özellikleri ile birlikte tutulduğunda önemli bir anlam ve değer ifade edebilir. Örneğin katı bir bilimsellik anlayışından yola çıkıldığında bu görüş, insani ve toplumsal bir olgu olarak gelişen ahlaki yapıyı, doğrunun ve evrensel olanın bilgisi karşısında, yani bilimin bilmesi karşısında pek bir anlamının olamayacağını varsayar. Bilimin bu bilmesine göre ahlaki bilincin şart koştuğu ölçütler, hem eşyanın bilgisi anlamında birebir bir karşılığı yoktur, hem doğası gereği toplumların öznel göreliliklerine dayanır. Buna göre örneğin, bir toplumda ‘iyi’ niteliğine sahip bir değer ölçüsü, bir başka toplumda ‘kötü’ olarak karşılanabilir. Oysa bilimin gerçeğin izahı için ileri sürdüğü önermeler, herkes için geçerli olabilen nesnel ve evrensel önermelerdir. Bunun için bilim, öznel ve göreli değerlerden yalıtık olmalıdır.  Çünkü somut ve gözlemlenebilen, görünür olan fiziksel âlemde sadece doğru ve herkes için ‘mutlak’ olan evrensel yasalar vardır. Varlık olan her şey bu nesnel yasaların hükmü altındadır; fizik âlemin içsel niteliği olan bu nesnel yasalar, insani ve insani olmayan her varlığın özgünlüğünü gözetmeksizin her yerde ve her koşulda ve varlık olan her şeyde aynı geçerlilikte olan bir hükmi niteliğe sahiptirler. Bilimin görevi bu yasaları bulup ortaya çıkarmaktır. Bunun için bilimin konusu ‘iyi’ veya ‘kötü’ arasında, yani nesnelliği asla kanıtlanamaz olan bu nitelikler arasında bir seçim yapmak değildir. Bilim, herkes için kabul edilebilir nesnel olanın peşindedir. Onun uğraş alanı gerçeği, evrenseli bulmak/bilmektir. İyi veya kötü olanın bilgisi ya da önermesi bilimsel olamaz; çünkü bu seçimlerin nesnel ve evrensel bir karşılığı yoktur. Bilim, neyin haklı neyin haksız olduğuyla da uğraşmaz. Biri için haklı olan, bir başkası için haksız olabilir. Bu yüzden iyi ya da kötü, haklı ya da haksız önerme yoktur, olsa bile bunlar kanıtlanabilir, herkes için kabul edilebilir evrensel ve nesnel önermeler değildir. Deney ve gözlem yoluyla maddi varlığı kanıtlanabilir ve yargılanabilir olmayan hiçbir önerme bilimsel değildir, dolayısıyla ‘bilimsellik’ dışı olan her şey anlamsız ve bilimin konusu değildir. Tüm bu bakımlardan bilimin görevi neyin iyi, neyin kötü, haklı veya haksız, güzel veya çirkin olduğunu izah etmek değil, maddi hayatta vuku eden neyin ne olduğunu ve neden gerçekleşmekte olduğunu tüm ün kabullerden bağımsız, tarafsız olabilen bir gözlem, yorum, mantıksal analiz, test etme ve bir takım deneysel ölçümlerle kanıtlanabilir ispatları ile birlikte izah etmektir. 

Kısa ve çok genel özellikleri ile vermeye çalıştığımız bu bilim yöntemi ya da yorumunda dikkat edilirse insani bir nitelik olan değer olgusuna yer verilmemektedir. Esasen de bilim ile değer ilişkisi temelli olarak ret edilmektedir. Oysa çok iyi bilmekteyiz ki, insani birikim büyük oranda değersel temellere dayanır. Bilim yapan kişi ya da bilgin, insani oluşuma kaynaklık eden tüm değersel temellerden ve ön kabullerden bağımsız bir bilim yapmamaktadır. Bunu yapabilmesi için kendisinin ötesine geçip kendisi olmaktan çıkması gerekir. İnsani oluşum açısından bunun ne kadar saçmaya indirgenebileceği son derece açıktır. İnsani gerçeklik yalnızca değersel öğeleri değil, toplumsal yaratılış ve var oluş doğası gereği bilim dışında diğer bilmeleri de gerçekleştirir. İnsanın zihni yapısı açısından eşyanın salt analitik bilgisi anlamında tanımlayabileceğimiz tamı tamına bir bilimsellik yoktur. Farz edelim ki insanda tamı tamına bilimsellik gerçekleşebilsin. Peki insan neden ahlaki, felsefi, sanatsal ve hatta dinsel olan öğeleri gerçekleştirir? Bunlar tarihte ve günümüzde az-çok insanda gerçekleşmekte olan düşünce yapıları olarak neden var olabilmektedir? İnsanın tüm bu düşünce yapılarının ötesine geçip sadece ispat edilebilir önermeler üzerinden eşyanın salt bilgisine dayanan yalın kat bir bilimselliği gerçekleştirebileceğini ileri sürmek, bizce son derece abartılı bir iddiadır. Bilim tarihi açısından sadece modernist çağa özgü katı bir görüş olan bu salt bilimsellik iddiası, aslında bilimselliği abartmanın da ötesinde amaçlı ve kasıtlıdır. Bizce bu katı bilimselci görüş, kasıtlı olarak ahlaki ve insani zincirlerinden boşalmış, her tür maddi faydacılığı bağrında besleyen, hiçbir değersel temeli gözetmeksizin sadece maddi bakımdan yararlanma, kullanma ve son kertesine değin tüketmeyi amaç güden bir tür bilme anlayışı olduğu içindir ki kendisini böyle ortaya koyar.  

İşte tam da bu yüzden, insan toplumunda gerçekleşen her tür değerin ve bilmenin üstünde kendini gören günümüz bilimciliğinin neden bilim dışında kalan her tür insani bilmeyi ve özellikle de ‘değer’ fikrini ortadan kaldırması gerektiği, yine insani değer konusunda neden bu kadar yıkıcı olabildiği önemle anlaşılmak durumundadır.  Çünkü bu görüş felsefe, sanat, ahlak, his ve duygu gibi zihni yapıları, ‘nesnel bilme’ ve ‘yöntem’ adına ‘metafizik’ ve ‘spekülatif’ olarak görür ve bu yüzden de kendi dünyasından kapı dışarı eder. Nitekim tüm bu kapı dışarı etmeler nedeniyledir ki günümüz bilimi, kaçınılmaz olarak insana ters dönen yıkıcı bir silaha dönüşmüştür. Bugün hüküm süren bilimci paradigmada gerçekleşen de bu yıkıcılıktır.

Özellikle bilimciliğin bu her tür değer üstündeki yargısı nedeniyle arkaik, geleneksel ve gerçeklik karşısında sadece yanılsamalı ve gerçek dışı olmaktan ibaret gördüğü diğer tüm insani bilmeyi ‘bilim dışı’ ilan etmesi ya da ortadan kaldırması gerektiği iddiasını şimdilik bir kenarda tutmalı.  Bilimin, insani gerçekliği karşı karşıya bıraktığı bu açmaz, kuşkusuz önemle sorgulanmalı ve tartışmalıdır. Ancak günümüzde en özgür düşünme, aydınlanma ve sorunları çözme kaynağı olması gereken bilim, gerçekte tüm bu olumlu ilkelerden ve niteliklerden saptırılmış, çağımızın muktedirleri olan sermaye ve iktidar güçlerinin ‘biricik’ güç etkenine dönüştürülmüştür.  Bir yandan gerçeğin nesnel, evrensel ve kesin doğru olan bilgisi olarak bilimsel bilginin sunumu yapılırken, ama öte yandan ise bu bilginin pratik hayata yansıyan en fazla işe yarar niteliği, çağımızda bir dünya sistemi gücüne erişmiş olan kapitalist sistemin ontolojisine göre biçimlendirilen dünya gerçeğini aklamaya çalışan ya da daha fazla bu sistemi güçlendirmeye yarayan bir işlev görmektedir. Gerçekte ise bu durum,  gerçeğin yalnız ve tek hakiki bilmesi olarak tanımlanan bilim adına yaşanmakta olan oldukça ciddi bir çelişki ve paradokstur. 

Bu paradoks ve çelişkiyi nasıl anlamalı ve nasıl çözümlemeli? Eğer bilim gerçekten doğru bilmenin olanağı ise neden bugün insani gerçekliğimize ters ve kötü amaçlara alet olabilmektedir? Bu soruya nasıl bir açıklama getirmeli? 

Bu sorulara ilk elden verilen yanıt, insani gerçeklikte var olan duygusal bilme ile analitik bilme arasında açığa çıkan uçuruma, çelişki ve kopukluğa dikkat çekilmesidir. Ne var ki bir birinden niteliksel açıdan farklı tanımlanan bu iki tip bilme,  sonuçta insani gerçeklikte iç içe geçerek ortak bir bilmeyi meydana getirirler. İnsan türünde analitik bilmenin baskın çıkması ve duygusal bilmeyi bastırması, insanda gelişen sapmanın kaynağı ve nedeni olarak görülebilir. Ancak şu göz ardı edilemez bir gerçek ki, analitik bilme tarzı olmaksızın insanın kendisini toplumsal ve entelektüel bir varlık olarak gerçekleştirmesi, yine insan tarihinde gelişen ve doğru bir bilme çizgisi olarak da tanımlanan insan bilgeliğini tasavvur etmemiz oldukça zor görünmektedir. Tarihte insan bilgeliği ve bilgelik çizgisi denilen şey, tüm manası ile bilmeyi kendi doğal niteliklerinden koparmaması kadar, var oluşumuzun anlamına ve gereksinimlerine odaklanmak üzere, duygusal ve analitik bilme dediğimiz bu iki tip bilmeyi ortaklaştırmasıdır. Hikmet sahibi olan bilge insanların başlıca özelliği, bilmenin tüm kapsamında kendilerini duygusal, felsefi, estetik, ahlaki ve bilimsel bilmenin ortak gücüne eriştirmeleridir. Daha da önemlisi bilmeyi, kelimenin gerçek manasında hakikat peşinde olmanın ve kendini yaratmanın eylemi kılmalarıdır. Burada bilme ile amaçlanan insanın kendini oldurması ya da yaratmasıdır. Bilmenin bu tarz kavranılması hem insani bir gereklilik, hem dengeli ve hem toplumsal amaçlıdır.  Çünkü bilme ediminin anlamı son tahlilde insan toplumunun kendini onunla yaratma eylemi ve gücüdür. 

İşte topluma egemen olan güçlerce tarihte saptırılan ve gerçek amacından uzaklaştırılan bilme, tam da bu bilmedir. Sınıflı uygarlık tarihi dediğimiz ve bu tarihin hemen her safhasında iktidar bilme koşulluna bağımlı hale getirilen analitik bilme, insanlığın en temelde kendini onunla yaratma nedeni ve gereksinimi olma özelliğinden saptırılarak iktidar bilmenin olanca gücü ve aracı kılınmıştır. İnsan toplumunda gelişen ve toplumun artan her tür birikim ve değerin gaspı üzerinde varlığı koşullamış olan sınıf ve iktidar odaklarının insan toplumunda esasen saptırdıkları şey bilmenin amacı olmuştur.  Doğası gereği bu odaklar, bilmeyi, hükmetmenin, doğal ve toplumsal değerler üzerinde bir tür çullanmanın aracı haline getirmeleridir. Toplumda gelişen hiyerarşi, sınıf, devlet ve iktidar yapıları, kendi varlıklarını ‘doğal’ ve ‘meşru’ bir zemine dayandırmanın bir gereği olarak sürekli üzerinde oynadıkları alan, bilme alanı olmuştur. Toplumun hâkim güçleri olan bu odaklarca yürütülen insani bilme formunun sürekli manipülasyonu, modernist çağ ile birlikte çok daha köklü bir şekilde derinleştirilir.  

Modernist çağın en fazla ve esasen de ters yüz ettiği gerçeklik, mutlak toplumsal bir var oluş gücü ve nedeni olarak tanımlayabileceğimiz insani bilme ediminin gerçek amacı ve niteliğidir. Şimdi modern çağ denildiğinde bu çağın başlıca karakteristiği, kendinden önceki çağları geride bırakması bakımından kendisini özelde doğa, genelde ise tüm insanlık tarihine karşı büyük bir meydan okuma, ‘gelişmişlik’ ve ‘üstünlük’ nedeni olarak gördüğü ‘akılcı’ eyleme, olağanüstü bir bilme tarzı olarak ‘bilimsel’ bilmeye, onun dolaysız bir ürünü olarak da teknolojik gelişmeye dayandırmasıdır. Bu temel dayanaklar nedeniyledir ki modern çağ, en fazla ‘akılcı’ ve ‘bilimci’ geçinen bir çağ olma özelliğindedir.   bilim, bu çağda giderek tüm diğer bilme tarzlarını geriletmek suretiyle modern bilgi yapılarının hiyerarşisinin en tepesinde yerini alan tek evrensel, nesnel, kesin ve tartışmasız doğru olan bir bilme-bilgi konumunu kazanır. Bu çağda  ‘bilimsel’ geçinmeyen, kendisini ‘bilimsellik’ ile izah etmeyen nerdeyse hiçbir düşünce ekolü yok gibidir.  En çağdışı ideoloji bile bir şekilde kendisini ‘bilimsel bilmeye’ dayandırmaya çalışır.  ‘Bilme’, bu çağın dilinde tüm ‘akılcı’ özellik ve ilkeleri ile kendini yaratma, doğal ve toplumsal var oluşumuzun anlamına varma edimi olarak değil, iktidara ve maddi kazanca koşut hale getirilen ‘en iyisi’nden bir çıkarını bilmedir. Bugün ‘bilimsel bilme’ denilen şey, bilimin daha çok böylesi bir ‘bilme’ ya da ‘bilgi’ olarak anlaşıldığı şeydir. Doğal ve insani kaynakları bu amaç dâhilinde kullanmak, hükmetmek, üzerlerinde her tür sömürü ve tasarruf yapma hakkını kendinde görmek bu çağın biliminin bilmesi olarak anlaşılmak durumundadır.

Söz konusu olan modern çağ olduğunda, gerçekten de insani gerçekleşmenin tüm tarihi boyunca şimdiye kadar görülebilen ve aşağı-yukarı tüm zihni faaliyetleri arasında en kayda değer ve olağanüstü bir zihni sıçrama anlamına gelen bilimin bir hayli gelişkin olduğu bir çağda yaşıyor olmamıza rağmen, tarihin hiçbir döneminde karşılanmadık ve bir o kadar da eşi-benzeri görülmemiş ağır ve ciddi toplumsal zihni sorunların yaşandığı modernite zamanını nasıl açıklamalı? 

Bu soru, bir anlamda bilim ve bilimcilik sorunsalına da doğru bir açıklık getirmemizin ana ölçütlerinden, aynı zamanda da görünür çelişkilerinden biridir.
Günümüzün çokça dillendirilen ve revaçta olan söylemi, ‘bilişim’ çağında yaşıyor olduğumuza ilişkindir. Oysa ve gerçekte ‘bilişim’ söyleminden daha fazla anlaşılan şey, bilimin teknolojik uyarlanmasıdır. Buna göre üretim alanından iletişim ve ulaşıma değin sürekli  ‘yeni’ buluş ve keşifler ile ‘ileri’ bir teknolojinin kullanılması bilimsel ilerlemenin en önemli bir kanıtı sayılır. Atom fiziğinden astrofiziğe dev bir bilgi makinesini yaratmak, dev maddi yapılar ve teknolojiler inşa etmek ve bu teknoloji yoluyla uzayın fethine sökün etmek, sürekli ilerlemenin ve başarıya doğru yol almanın göstergeleridir.  Bu ‘başarı’nın sırrı, tartışma kabul görmez bir şekilde gelenekselliğin aşılması, gelenekselliğe ait olan ne varsa her tür düşün ve ‘boş inanların’ modern yaşamdan kapı dışarı edilmesidir. Bu, modern yaşamın temeline bilimi, yani bazı bilginlerin de vurguladığı gibi yaşamın temeline amaç-rasyonel eylem tipinin yerleştirilmesidir.   

Bu başarının sırrı tüm metafizik ve boş inançları bir tarafa bırakıp bilimi kullanıyor olmamızdır denilir. Doğaya meydan okumak, doğa karşısında üstünlüğü ele geçirmek bu başarının ölçütü olarak gösterilir. Atom fiziğinden astrofiziğe yani mikro evrenden makro evrene kadar dev bir bilgi yapısını meydana getirdiğimiz hep anlatılır. Bilimi kullanarak üstün olmak modern çağ insanı için fazlasıyla şaşırtıcı olmalıdır. Hatta üstün olmak, varılabilecek en son noktaya kadar fethetmek çok gerekli görülen bir dürtü sayılmaktadır.

Sürecek…

Hiç yorum yok: