6 Ocak 2011 Perşembe

Uygarlıksal Gelişim ve Kentler -2



Kapitalist uygarlık

Küreselleşen sermaye, günümüz kentlerine ve toplumuna da bir nitelik kazandırmıştır. Kentlere yığdırılan nüfus, ulusal ve uluslararası sermayenin hem ucuz emek deposu hem de muazzam bir tüketici kitlesine dönüşmüştür. Hızlı ulaşım ve iletişim sayesinde sermayedarın fabrikalarında bugün üretilen tüketim malları ürünleri, yarın dünya kentlerinin mağazalarında tüketiciye pazarlanmaktadır. Pazara sürülen ürünler sistemin yarattığı tüketici toplum tarafından hızla tüketilmekte, böylece sermaye kârına kâr katmaktadır. Kârdan başka amacı olmayan tekelci sermaye daha çok kâr elde etmek için daha çok üretim yaparak dünyadaki doğal kaynakları acımasızca ve hoyratça kullanıyor, dünyayı yaşanmaz hale getiriyor. Çevresiyle, doğasıyla, havasıyla, toplumu ile dünyayı yaşanmaz hale getiren kapitalist uygarlık sistemi, yaptıklarını perdeleyerek, doğal toplumu ve klan-kabile topluluklarını barbar olarak nitelendirmektedir. Peki uygarlığın bir eseri olarak gelişen ve nüfusları milyonları aşan günümüz kentlerinde insanların diri diri gömülmesi ve doğranmasına, canavarca inen cinayetlere, spor holiganları ve şehir magandalarının saçtıkları dehşet tablolarına ne ad vereceğiz? Milyonlarca yıl doğayla uyumlu ve barışık bir yaşam sürdüren toplum ve topluluklar mı barbardır, yoksa kapitalist uygarlık sisteminin hastalıklı kentlerinde şuursuzlaştırılan, saldırganlaştırılan, adeta canavara dönüştürülen günümüz toplumu mu barbardır!


Günümüz toplumunun, bu sorunun cevabını vermeden içinde bulunduğu anlamsız yaşamdan kurtulma şansı yoktur. Ahlaki toplumu barbar, kendisini ise insani, çağdaş gösteren çarpık sömürü sistemini fark etmeyen bir toplum, beş bin yıldır insanlığa yaşatılan yanlış ve köleci hayatın da farkına varamaz. Peki toplum yanlış giden hayatı hangi yöntem ve araçlarla yeniden kurgulayacak? Bu kadar düşürülen, sürüleştirilen, adeta tüketilmiş bir toplumun tekrar ahlaki ve politik değerleriyle buluşma şansı var mı? Toplumu yutan, anlamsız yaşam alanlarına dönüşen köye, kıra, ekolojiye yabancılaşmış günümüz kentlerini, yine doğa ve toplumla barışık, uyumlu yaşanabilir kılmak mümkün mü? Toplum nerede öz değerlerinden koparılmış ve yanlış yaşama yönlendirilmişse arada yeniden doğru bir başlangıç yapılmasıyla demokratik bir toplum ve ekolojik kentler inşa edilebilir.


20. yüzyılın son çeyreğinde kapitalist uygarlık sisteminin içine girdiği kriz ve kaos ortamı, beraberinde halkların bir çıkış yapma fırsatını doğurmuştur. Tüm toplumsal sistemlerin buhranlı dönemleri, kaos aralıkları aynı zamanda devrimsel çıkış yapma sürecidir. Bu süreçleri kimler iyi örgütlendirir, organize eder ve yönlendirirse sonuçtan kazançlı çıkar. Bu gün sistemin içinde bulunduğu sürdüremezlik sürecinde, eğer ezilen halklar iyi organize edilip örgütlenebilseler bu süreci kendi lehlerine çevirebilir ve beş bin yıllık sömürü sisteminin zirvedeki temsilcisi olan kapitalist moderniteyi aşmaları mümkündür. Aksine sistemin içine girdiği küresel krizin kendiliğinden ezilen halkların lehine devrimsel sonuçlar doğuracağı beklentisi içine girmek büyük bir yanılgıdır.


Göründüğü gibi tekelci sermaye sisteminin krizde olması krizin kendiliğinden biteceği veya ezilen halkların lehine sonuçlanacağı anlamına gelmemektedir. Daha da güçlenerek krizi atlattığı da görülmektedir. Hele son yıllarda geliştirdiği sanayi teknoloji ve iletişim araçları ile medyanın özellikle görsel medyanın verdiği muazzam güçle daha da güçlenmiştir. Bu güçle toplumu adeta esir almış ve egemen zihniyetini anı anına enjekte  ederek toplumu zehirlemekte, yine sanal dünyalarda uyutmaktadır. Sistem toplumun hakikatleri görmesini böyle perdeleyip öz değerlerinden uzaklaştırmaya devam ederse daha uzun yıllar yaşamını sürdüreceğe benzemektedir.


Ancak sınıfsal çelişki ve çatışmalardan kaynaklı, sınıflı sistemlerin sürekli bir kriz hali vardır. Kapitalist modernite ise bu sisteminin en krizli dönemini temsil etmektir. Toplumların uzun süreli kriz yönetimleriyle varlıklarını sürdürmeleri mümkün değildir. Bu nedenle bu süreçte ya çözülüp dağılırlar ya da denerek yeni oluşumlar inşa ederek krizi aşarlar. Kapitalizmde şu an böyle bir süreci yaşamaktadır.


Bu sistemi aşmak için "Beş bin yıllık devletçi uygarlığın içine girdiği kriz ve kaostan çıkışın ancak tarihsel süreçte topluma kaybettirilen değerlerin ve yitirilen hakikatlerin tekrar toplumla buluşmasının sağlamakla mümkün olacağını" belirlerken Bilge İnsan, kapitalist moderniteye alternatif olarak demokratik moderniteyi geliştirip dünya halklarına, insanlığa sunmuştur. Ezilen dünya halklarının, beş bin yıllık sömürü sisteminin son temsilcisi olan kapitalizmden kurtuluşu, demokratik moderniteyi inşa etmekle mümkündür.

Peki insanlık devletçi uygarlığın beş bin yıldır oluşturduğu toplumsal yapıların yerine hangi yapıları nasıl inşa edecek? Yeni toplumun inşasını demokratik güçler, kapitalist modernitenin üç toplumsal yapısı olan kapitalist üretim toplumu, endüstri toplumu ve ulus devlet toplumuna karşılık, demokratik modernitenin ahlaki ve politik toplumunu (demokratik komünalite), eko-endüstriyel toplumu ve demokratik konfederal toplumu inşa ederek demokratik toplum paradigmasını yaşamsallaştırılabilir.


Demokratik modernitenin önemli ayaklarından biri ahlaki ve politik toplumdur. Bunu yeniden inşa edebilmek için devletçi uygarlığın beş bin yıllık tarihinde bu değerlere nasıl saldırıldığına ve yok etmeye çalışıldığına bakmak gerekir. Sümer tapınaklarından kapitalist moderniteye kadarki tüm aşamalarda egemen sistemin yaptığı ilk işlerden biri toplumun öz değerlerine saldırmak ve onu bu değerlerinden uzaklaştırmak olmuştur. Tarihte görüldüğü gibi ahlaki ve politik değerlerini yitiren toplumlar köleleştirilmeye, sömürülmeye ve yönlendirilmelere en müsait toplumlardır. Bu nedenle egemenler boyunduruk altına almak istedikleri toplumların önce öz değerlerine saldırmakta ve bunları yok etmeye çalışmaktadır. Bu değerlerin yerine sistemin zihniyet yapısı çerçevesinde toplum yapılandırılmaktadır. Bugüne kadar egemen olan tüm devlet, ulus, sınıf hatta bireyler bile egemenliklerini sağlayıp kalıcılaştırmak için yaptıkları ilk işlerden biri egemen olmak istedikleri kesimleri kendi düşüncelerine inandırmaktır. Kendi zihniyet kalıplarıyla şekillendirmektir. Bu başarılmadan sadece dayatmayla, baskıyla, şiddetle egemenliklerini yürütemezler; bu yöntem bir müddet başarılı olsa da daha sonra sürdürülemez.


DEVLETÇİ UYGARLIK


Devletçi uygarlığı bugünlere taşıyan önemli nedenlerden biri de toplumsal zihniyeti oluşturan kurum ve kuruluşların kendi denetiminde olmasıdır. Egemenlerin denetiminde olan eğitim-öğretim kurumları genel olarak günümüz ulus-devletin yeni tipini yaratma görevi görüyorlar. Buralarda yetiştirilenler beyinleri ve ruhları teslim alınmış, sistemin sadık kullarıdırlar. Devletin resmi kurumları haline gelen bugünkü bilim kurumları olan üniversiteler ve diğer eğitim kurumlarında üretilen bilimin hakikat bilimiyle bağı kalmamıştır. Sisteme hizmet eden birer kurumdan ibarettirler. Devletçi uygarlığın hizmetindeki bu kurumlarda üretilen bilim ile toplum kendi değerleriyle, hakikat bilimiyle buluşması ve demokratik bir toplum inşa etmesi mümkün görünmemektedir. Yine sistemin eski toplumsal yapılarını, kurumların pozitif bilimlerini taklit etmekle de yeni bir zihniyet ve toplum oluşturulamaz. Bu nedenle Bilge İnsan gerek son savunmalarında gerekse birçok görüşmesinde, "Toplumun ahlaki ve politik değerleriyle hakikatlerle buluşması ve zihniyet devrimini yaşatması ancak sistemden bağımsız açılacak akademilerle mümkün" olacağını belirlemiştir.


Görüldüğü gibi uygarlık ve kapitalist modernite toplumu her alanda teslim alarak öz değerlerinden ve hakikatlerden uzaklaştırmış, toplumu kendisine yabancılaştırmıştır. Ama toplumlar var oldukça ahlaki ve politik değerlerini tümden yitirmezler. Bu nedenle toplumun var olan değerlerine, devletçi uygarlık güçlerince saldırılar her zaman devam etmiştir. Çünkü egemenler de biliyorlar ki bir toplumun toplumsal değerlerini yitirmesi veya bu değerlerin tahrip edilmesi o toplumun yok olması veya parçalanmasıyla eş anlamlıdır. Bu sebeple kapitalist modernite günümüzde ideolojik, kültürel ve sosyal alandaki saldırılarını aralıksız sürdürmektedir. Toplum da bu saldırılara karşı demokratik toplum birikimlerini inşa ederek ve bunları koruyup, savunan bir tutumla cevap vermelidir.


Devletçi uygarlık sisteminin belki de en çok tahrip ettiği toplumsal olan kadın alanıdır. Kapitalist sistemde özgürlüğe açıldığını sanan kadının, modernitenin bir reklam aracı, bir objesi, yine birçok alanda istismar aracı olmaktan öteye geçmediği bilinmektedir. Kadın devletçi uygarlık tarihi boyunca sermayenin ve erkeğin sömürgesi olma konumunu aşamamıştır. Aslında bugüne kadar yaşanan toplumsal krizlerin bir nedeni de kadının içinde bulunduğu konumdan kaynaklıdır. Eğer kadının toplumdaki statüsü bugün bulunduğu konumdan daha farklı ve etkin olsaydı günümüzde yaşanan vahşetler, savaşlar, doğa tahribatları ve dünyada hâlâ yaşayan toplumsal, ekonomik ve ekolojik buhranlar bu düzeyde yaşanmayabilirdi. Kadının insansal gelişim sürecinde oynadığı rol da bunun göstergesidir. Milyonlarca yıl toplum ana kadının öncülüğünde doğayla barışık, uyumlu bir gelişim seyri içinde ciddi sorunlar yaşamadan devletçi uygarlığa kadar gelmiştir. Sistem tarafından teslim alınan kadın, bugün Bilge İnsan'ın perspektifleri ve kadın kurtuluş ideolojisi ekseninde yeniden hamlesel bir çıkış yapabilecek güce ve kabiliyete ulaşmıştır. Kadın bu gücünü kullanarak demokratik toplumun inşasındaki rolünü oynayıp hak ettiği toplumsal statüye kavuşabilir. Böylece savaşların, doğa tahribatlarının önlenmesine, toplumun demokratikleşmesine ve toplumsal barışın kalıcılaşmasına öncülük edebilir.


Ulus-Devlet Yapılanması


Kapitalist moderniteyi ayakta tutan yapılardan biri de ulus-devlet yapılanmasıdır. Bu yapı toplumun demokratikleşmesi önündeki en önemli engellerden biridir. Bu  engeli ancak demokratik konfederal yapılanmayla aşabiliriz. Ulus-devlet tarafından kutsallaştırılan millet, devlet ve ideoloji gibi kavramlara adeta tapan kullara dönüştürülen bir toplum yaratılmıştır. Kapitalist modernitenin yarattığı bu yeni insan tipinin, sistemin kutsallaştırıldığı bu kavramlar uğruna yapmayacağı canilik, yine girişmeyeceği savaş yoktur. Bilindiği gibi son yüz yılda ulus-devlet adına halklar arasında yapılan savaşlarda milyonlarca insan ölmüş, derya kadar kan akmış, egemenlerin kanlı tarihi böyle yazılmıştır.


Ulus-devlet yapısının tekçi, inkarcı, baskıcı, anti-demokratik yönlerinin yerine daha çoğulcu, özgürlükçü ve eşitlikçi olan demokratik konfederal yapının inşasıyla toplumun demokratikleşmesi sağlanabilir. Demokratik konfederalizmde her topluluk, etnisite, kültür, dini cemaat, dezavantajlı gruplar ve ekonomik birimler birer politik birim olarak kendilerini özgürce ifade edip örgütlenebilirler. Yine en küçük yerleşim birimlerinden başlamak üzere köyde, kasabalarda, kentte toplum çevre, sağlık, eğitim, kadın, gençlik gibi alanlarda da örgütlenmeler sağlayabilir. Bu birim ve alanların gerek bölgesel gerek ulusal ve uluslararası yapılanmalarla kooperatifler dernekler ve birlikler tarzında örgütlemelerle federasyon ve konfederasyon oluşturmaları mümkündür.


Kapitalist moderniteyi oluşturan alanlardan bir değeri ise endüstriyalizmdir. Buna karşı da demokratik modernite eko-endüstriyel sistemi inşa etmeyi, böylece doğa ve toplum tahribatını önlemeyi hedeflemektedir.


Tekelci sermaye iktidarı, gelişen sanayi ve teknolojiyi de kullanarak doğa ve toplumun tahribatını daha da hızlandırmıştır. Sistemin kârdan başka amacı olmadığından toplumsal değerlere de hünkarca saldırıp talan etmekte ve yeryüzünü yaşanmaz kılmaktadır. Aslında iktidarcı sermaye sistemi tarih boyunca yaşanan tüm ekonomik çarpıtmaların, çevre felaketlerinin, bunalımların, açlık ve yoksunlukların temel nedenidir. Sistemin sömürü ve sınıflı  yapısından kaynaklı yaşanan bu olumsuzluklar üzerinden de, toplumsal değerlerden yoksun her türlü kötülükler, çirkinlikler, siyasal ve sosyal sınıflaşmalar oluşmaktadır. Ayrıca insanı öz değerlerinden uzaklaştırarak dönüştürüp metalaştıran sermaye ve iktidarın birer karargahı konumundaki günümüzün hastalıklı kentleri de, kapitalist sistemin bu yapısı üzerinden yükselmektedir.


Hedefinde köy tarım toplumu ile kent-endüstri toplumunun karşılıklı olarak birbirlerini beslediği, ekolojiye uyarlanmış bir toplum ve kent yaratmaktadır. Toplumsal ve ekolojik olmayan hiçbir üretimi ekonomik olarak görmemektedir. Ekonomi ve endüstrinin esas amacı toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamaya dönük olmalıdır. Toplumsal barışa ve doğal yaşama hizmet etmelidir. Kâr amaçlayan bir ekonomi ve endüstri toplumsal ihtiyaçları karşılamaktan ziyade, topluma ekonomik, ekolojik bunalımlar, kentler çatışması, toplumsal savaşlar, işsizlik, açlık ve yoksulluğu yaşatır.


Demokratik ve ekolojik bir toplumun inşasında kentsel endüstri ve köyün birbirini tasfiye etmeye değil, beslemeye, geliştirmeye ve tamamlamaya dönük ilişkileri olmalıdır. Kâr hedefi de olmamalıdır. Ancak böyle bir gelişmenin sağlanması halinde demokratik bir toplum ve nüfusu optimal büyüklük sınırlarını aşmayan ekolojik kentler inşa etmek mümkün olur.


Bitirmeden önce şunu da belirtmekte yarar vardır. Uygarlıksal gelişim tarihinde bilimin, tekniğin, teknolojinin, sanayinin ve endüstrinin, iletişimin, sanatın ve kentsel gelişimin insanlığa hiç mi yararı olmadı? diye bir soru da akla gelebilir. Elbette bu alanlardaki gelişmelerin insanlığa faydalı yönleri olmuştur. İnsanlar bu gelişmeler sayesinde daha iyi beslenmiş,  korunmuş ve barınmış olmakla birlikte, sağlık ve eğitim hizmetlerinden kısmen de olsa yararlanmış olabilir. Ancak bu alanların tümünün devletçi uygarlığın tekelinde olması nedeniyle bunların öncelikli amaç ve hedefleri de sistemin çıkarlarını korumak üzerinden olmuştur.


Aslında bu alanların, kapitalizmin tekelinden çıkarılarak toplumun hizmetinde kullanılması halinde büyük yararları olacaktır.


Sonuç olarak, beş bin yıldır devletçi uygarlığın insanlığa yaşattıklarını, toplumu nerede ve nasıl düşündüklerini, kapitalist modernitenin toplumu nasıl şuursuzlaştırıp metalaştırıldığını ve öz değerlerine yabancılaştırıldığını, kent ile  kır arasındaki uyumlu gelişmeyi nasıl bozduğunu, yine toplumu sistemin hastalıklı kentlerinde yaşamaya neden mahkum ettiğini anlamadan günümüzü doğru anlayıp çözemeyiz. İnsanlığın bugün yaşadığı ekonomik, ekolojik ve toplumsal bunalımların temel nedeni tüm devletçi uygarlıkların zirvedeki temsilcisi olan kapitalist modernitedir. O zaman insanlığın kurtuluşu ancak bu sistemden ve hastalıklı kentlerinden kurtulmak, bunun yerine demokratik toplumu ve ekolojik kentleri inşa etmekle mümkün olacaktır.
BİTTİ.

*Diyarbakır D Tipi Cezaevi

Hiç yorum yok: