19 Ocak 2011 Çarşamba

Kürtler nasıl bir Anayasa istiyor?-1

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile Kürtlerin yeni anayasa talebi konusunda kaleme aldığı makaleyi bölümler halinde yayınlıyoruz...

Mevcut anayasa şimdiye kadar bütün yapılan değişiklikleriyle birlikte hala 12 Eylül faşist askeri cuntasının yaptığı bir anayasadır. Değişiklikler bu anayasanın özünü ve hedeflediği siyasal ve toplumsal yaşamı değiştirmemiştir. 12 Eylül 2010 referandumuyla ne kadar değişikliğe uğramış olursa olsun bugünkü anayasa da ilk günkü aynı ruha, öze ve hedeflere sahiptir. Değişiklik yapılan haliyle de 12 Eylül faşist cuntasının anayasasıdır.


Bu anayasa 12 Eylül 1980’de gerçekleşen faşist cuntanın karakterini taşımaktadır. Bu faşist darbe Kürdistan'da gelişen Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini ve Türkiye'deki devrimci demokrasi hareketini yok etmek için gerçekleştirilmişti. Her ne kadar başka gerekçeler ortaya koymuş olsalar da esas olarak da Türkiye'deki yaşanan gelişimi ve değişimi bastırıp Türkiye'yi dış güçlerin istediği biçimde bir cendere içine sokmayı hedefliyorlardı. Aslında PKK'nin öncülüğündeki Kürt Özgürlük Hareketini ve Türkiye'de gelişen devrimci demokrasi hareketini faşist güçlerle, derin devletle, Gladyo’yla, birçok yol ve yöntemlerle baskı altına alıp etkisizleştirmek istemişlerse de başarılı olamamışlardır. Devlet bu yol ve yöntemlerle Kürt halkının ve Türkiye'deki demokrasi güçlerinin mücadelesini bastırmada başarılı olamadığı için 12 Eylül askeri darbesi gerçekleşmiştir.
 

Kuşkusuz 12 Eylül askeri darbesinin arkasında da Türkiye'nin bağlı olduğu NATO sistemi vardır. NATO’nun bırakalım Türkiye'nin sınırlarının değişmesine, sistemin iç yapısının değişmesine bile tahammülü yoktu. Türkiye NATO için Sovyetler Birliği’ne karşı bir uç karakolu ifade ediyordu. Bu nedenle Türkiye'nin demokratikleşmesini istemiyordu. Türkiye'yi tamamen kendi kontrolünde olan bir ülke olarak görmek istediği için gelişen her türlü demokrasi ve Özgürlük Hareketinin bastırılmasına destek veriyordu. Çünkü özgürlük ve demokrasi güçlerin çoğunluğu antiemperyalist ve NATO karşıtıydı. Soğuk savaşın sürdüğü iki kutuplu dünyada Türkiye gibi ülkelerin kaderi de bu iki kutuplu dünyada yürüyen savaş çerçevesinde şekilleniyordu. Türkiye de NATO’ya bağlı olduğu için, bağlı olduğu sistemin çıkarı gereği demokrasi ve özgürlük güçlerini eziyordu. Kürt Özgürlük Hareketi de niteliği itibariyle özgürlükçü, demokratik ve Türkiye'yi NATO sisteminin dışına çıkarmak isteyen bir hareket olduğu için bastırılması gerekiyordu.
 

SOYKIRIM ANAYASASI


12 Eylül faşist darbesi en başta da klasik inkar ve imha politikası olan Kürtleri kültürel soykırıma tabii tutmayı hedefleyen amacını eskisinden daha katı bir biçimde bu anayasaya yerleştirmiştir. Kürtlerin örgütlenip mücadele ettiğini gören faşist cunta örgütlenip mücadele eden Kürtlerin örgütlenmesini ve mücadelesini engellemek, bastırmak için her türlü tedbiri başta bu anayasada olmak üzere diğer yasa ve yönetmeliklerle almaya çalışmıştır. 12 Eylül anayasası tam bir kültürel soykırım anayasası haline getirilmiştir.
 

Diğer yandan Türkiye'deki devrimci demokratik hareketi bastırmak, ezmek de bu darbecilerin göreviydi. Özellikle NATO’ya bağlı bir ülke olarak sol ve sosyalist güçlerin tümüyle baskı atlına alınması gerekiyordu. Sol ve sosyalist güçlerin bir daha toparlanamayacağı, örgütlenemeyeceği, sisteme rahatsızlık vermeyeceği bir siyasal düzen yaratılmak istendiğinden anayasa sol ve demokrasi güçlerinin nefes alamayacağı bir hale getirilmiştir. Kuşkusuz Türkiye cumhuriyeti başından beri, özellikle 1924 anayasasından beri siyasal İslamcı kesimlerin de devlet içine girmesini engellemeye çalışmıştır. Ama NATO üyesi ülke olarak bir yönüyle de İslam’ı sola, sosyalist güçlere karşı kullanan bir politika da izlemekteydi. Hatta bu nedenle Sovyetlerin güneyini yeşil kuşakla çevirme gibi bir stratejisi de vardı. Bu açıdan 12 Eylül anayasası İslami çevreleri belirli düzeyde sınırlayan bir karakterde olsa da, dini Kürt Özgürlük Hareketine ve sol güçlerine karşı kullanan bir politikayı daha sistemli bir hale getirmiştir.
 

Bu anayasa ağırlıklı olarak da Kürtlere karşı kültürel soykırımcı, sol ve sosyalist güçlere karşı da saldırı ve baskıyı sürekli hale getiren bir karakterde hazırlanmıştır. Bu yönüyle de aslında topluma giydirilen dar bir elbise olmuştur. Zaten Demirel 1960’ların ortalarından itibaren 12 Eylül’e kadar da sürekli 1961 anayasanın Türkiye'ye bol olduğunu, bu anayasanın Türkiye'de sosyal sorunlara yol açtığını, bu nedenle de bu anayasanın daraltılmasını istemiştir. Özellikle 1980’den önce yıllarca Türk egemen sınıfları tarafından dillendirilen anayasanın bol olduğu biçimindeki eğilim 12 Eylül faşist darbesiyle birlikte toplum üzerine sistemli bir baskı getirecek yeni bir anayasanın da yapılma sürecini, hedefini darbeyle birlikte başlatmıştır.
 

12 EYLÜL ANAYASASI FAŞİZMİ KURUMSALLAŞTIRIYOR


Kuşkusuz 1961 anayasası da baskıcıydı. Kürtler üzerinde zaten 1961 anayasası da kültürel soykırımcı bir karakter taşıyordu. Ama devrimci demokrasi güçlerinin mücadelesiyle birlikte 1961 anayasasındaki kimi yumuşak maddeler daha da toplumun örgütlenmesine, mücadelesine imkan veriyordu. 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra yapılan 72-73 değişiklikleriyle kısmi var olan özgürlükçü ve demokratik yanı daha da sınırlanmıştır. Ama bu haliyle bile egemen güçler tarafından değiştirilmesi ve içeriğinin daha da baskıcı hale getirilmesi gereken bir anayasa olarak görülmüştür. Sınırlı düşünce ve örgütlenme özgürlüğü 1970’li yıllarda toplumun gelişen örgütlenmesi ve mücadelesiyle fiili olarak daha da genişletilmiş, demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yükseldiği bir Türkiye gerçeği ortaya çıkmıştı. 12 Eylül darbecileri tüm bu durumları ortadan kaldırmak, Türkiye'nin sol güçlerinin ve Kürt Özgürlük Hareketinin bir daha gelişmesini engellemek için çok baskıcı karakterde bir anayasa yapmışlardır.
 

Bunun için ilk maddeden başlayarak son maddeye kadar titizlikle böyle bir gerici hedefi gerçekleştirmek isteyen, faşizmi ve kültürel soykırımı kurumsallaştıran bir anayasa hazırlanmıştır. Her ne kadar bu anayasanın %92’yle onaylandığı söylense de, başta PKK öncülüğündeki Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere, Türkiye'deki sol güçler ve demokrasi güçleri de bu kurumsal faşist anayasaya ilk günden itibaren karşı çıkmışlardır. Bu anayasaya ve onun oluşturduğu siyasi sisteme karşı itirazlarını ve mücadelelerini her fırsatta ortaya koymuşlardır.
 

DİRENİŞLER FAŞİST ANAYASANIN MEŞRUİYETİNİ SARSTI


PKK öncülüğündeki Kürt Özgürlük Hareketinin 1984 15 Ağustosunda başlattığı gerilla savaşı bir yönüyle de 12 Eylül faşist anayasanın şekillendirmek istediği Türkiye siyasal sistemine karşı bir mücadele olmuştur. 12 Eylül anayasasına ve onun hedeflediği kurumsal faşizme karşı ilk büyük itiraz ve direniş böyle gerçekleşmiştir. Kuşkusuz bundan önce cezaevlerinde de Kürt Özgürlük Hareketinin tutsakları ve yine Türkiye'deki sol güçler 12 Eylül faşizmine karşı gerçekten yiğitçe direnişler göstermişlerdir. 1980’li yıllarda Kürt Özgürlük Hareketinin direnişi yanında Türkiye'de sol güçler, aydınlar, yazarlar da bu anayasaya ve onun yaratmak istediği sisteme itiraz etmişler ve demokrasi mücadelesi içinde olmuşlardır. Daha 1980’li yıllarda hem Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi hem Türkiye'deki sol ve demokrasi güçlerinin demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi 12 Eylül anayasasını meşruiyetini önemli oranda azaltmıştı.
 

Giderek toplumda aydın, yazar çevresinde, yine sol kesimde 12 Eylül anayasasının değişmesi gerektiği konusunda güçlü bir eğilim, irade ortaya çıkmıştı. 1980’li yılların sonlarına doğru birçok aydın ve yazarın aydınlar dilekçesi biçiminde hazırladığı bir talepler listesi vardı. Bu aslında aynı zamanda 12 Eylül faşizminin yarattığı kurumsal faşist siyasal sisteme bir itirazı ifade ediyordu. Bu anayasanın faşist bir anayasa olduğunu, toplumda özgürlükleri ve demokrasiyi bastırdığını, yine emekçilerin örgütlenmesini ve mücadelesini bastırdığını söyleyerek daha özgürlükçü, daha demokratik bir anayasa talebi dillendirilmeye başlandı. Bu hoşnutsuzluk dalga dalga yayılarak mevcut kurumsal faşizmi ortaya çıkaran anayasanın değiştirilmesi gerektiği biçimindeki eğilimi güçlendirdi.
 

1990’lı yılların başında Kürt halkının gerçekleştirdiği serhıldanlar ve Türkiye'deki sol ve demokrasi güçlerinin yürüttüğü mücadele ve ileri sürdüğü talepler 12 Eylül anayasasının Türkiye'nin hiçbir ihtiyacını karşılayamadığı, Türkiye'de sorunlara neden olduğu, bu nedenle bu anayasanın değişmesi gerektiği düşüncesini daha da geniş kesimlere yaydı. Bunun sonucu Türkiye'de herhangi bir sorun tartışıldığında sorunların kaynağının mevcut anayasa olduğu ve çözümünün de yeni ve demokratik bir anayasayla sağlanabileceği genel bir kanı haline geldi. Bir yönüyle 1990’lı yıllarda Kürt halkının ve Türkiye'deki demokrasi güçlerinin büyük bedeller vererek yürüttüğü mücadele sonucu demokratik bir anayasayla Türkiye'de yeni bir demokratik sistemin kurulması ihtiyacı ortaya çıktı. Ne Kürt halkının, ne Türkiye'deki demokrasi güçlerinin, ne de emekçilerin sorununun mevcut 12 Eylül anayasasıyla çözülemeyeceği düşüncesi çok geniş bir kesimde benimsendi. Bu açıdan daha 1990’lı yıllarda bu anayasanın değişmesi gerektiği konusunda güçlü bir toplumsal talep ortaya çıktı.
 

Türkiye devleti, Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi ve demokrasi güçlerinin ihtiyacını karşılayacak bir anayasa yapmayı bir tarafa bırakalım, mevcut anayasayı koruyan bir tutum içinde oldu. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi geliştikçe, özellikle de 1990’lı yılların başında reel sosyalizmin çözüldüğü, dünyadaki sol güçlerin giderek zayıfladığı bir süreçte Türkiye'de sol güçlerin Kürt Özgürlük Hareketine karşı desteğini zayıflatma açısından hem bir af çıkardılar hem de Türk ceza kanunundaki maddelerde bazı değişiklikler yaptılar. Yine 1990’lı yıllarda Kürt Özgürlük Hareketinin gelişmesi karşısında İslamcı kesimlerin muhalefetini hafifletmek için devlet yeni politikalar benimsedi ve uygulamaya koydu. Hatta Kürt Özgürlük Hareketinin serhıldanlarla hem Kürdistan'da hem metropollerde Kürt toplumu içinde gelişmesi görülünce anayasa ve yasalardaki irtica ile ilgili maddelerde de belirli yumuşamalar yapıldı. Böylece toplumsal tabanının Kürt Özgürlük Hareketine kaymasını engellemek açısından siyasal İslamcıların önünü açan kimi devlet politikaları benimsendi. Tüm bu değişikliklere rağmen anayasanın özü de hedefleri de amaçları da korundu.
 

90’LI VE 2000’Lİ YILLARDA YÜKSELEN MUHALEFET


1990’lı yılların başında İslami kesimler Kürt Özgürlük Hareketine karşı kullanılmak istendi. O dönemin Refah partisine daha yumuşak bir yaklaşım gösterildi. Bir nevi önü açıldı. Ancak diğer taraftan da bu kesimler üstünde devlet her zaman belirli düzeyde kontrol sağlama hedefini de gütmüştür. Bu açıdan Kürtler, sol ve demokrasi güçleri kadar olmasa da İslamcı kesimlerin içinde de belirli düzeyde, çok fazla dile gelmese de, bir mücadele hedefi biçiminde ortaya çıkmasa da mevcut 12 Eylül anayasasından onların da rahatsızlıkları vardı. Ancak 1990’lı yıllarda da esas olarak 12 Eylül anayasasına karşı muhalefet Kürt halkından ve sol güçlerden geldi.
 

1999 yılında Kürt Özgürlük Hareketinin gerilla güçlerini Türkiye sınır dışına çıkarmasıyla birlikte yeni bir durum ortaya çıktı. Zaten Kürt Halk Önderi de, Kürt Özgürlük Hareketi de bu süreci Türkiye'de demokrasinin gelişmesi ve bu temelde Kürt sorununun demokratik çözümü hedefiyle ele aldı. Bu yıllara böyle yaklaştı. Ne var ki Türk devleti bu yılları farklı bir biçimde ele aldı. Gerillanın sınır dışına çıkmasıyla birlikte Türkiye'de devlet ve çeşitli kesimlerde Kürt halkının özgürlük mücadelesinin tasfiye edildiği ya da marjinalleştirildiği gibi bir düşünce de ortaya çıktı. Zaten bu nedenle Kürt sorununun çözümünde bir adım atmadılar. Ama bu dönem diğer yandan on yılların, özellikle 12 Eylül’den bu yana süren 20 yıllık baskının sonucu toplumun demokrasi özlemleri, emekçilerin hak talepleri biraz daha gelişmeye ve dillendirilmeye başlandı. Toplum baskıcı rejimden bunalmıştı.
 

Bu yönüyle 2000’li yıllarda 12 Eylül anayasasının değişmesi, daha demokratik bir anayasanın ortaya çıkması yönlü toplumsal talep ve eğilim daha da gelişti. Öte yandan 2000’li yıllarda Avrupa Birliği’ne tam üye olma isteği çerçevesinde Avrupa’nın imkanlarından daha fazla yararlanmak açısından Ecevit hükümetinden başlamak üzere anayasada kimi değişiklikler yapıldı. Bunlara uyum paketleri denildi. Bunlar da esas olarak Türkiye'de demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünü değil de dışarıda Türkiye'nin imajını yumuşatmak, içeride ise on yıllarca baskı altında tutulan, artık bir patlama noktasına gelen toplumdaki tepkiyi yumuşatmak açısından kısmi değişiklikler yapıldı.
 

Önceleri de anayasada birçok değişiklik yapılmıştı. Ama en önemlisi Ecevit hükümeti döneminde Kürtçe kurslara, radyoya, televizyon yayınlarına izin veren değişiklikler yapıldı. Daha sonra Kürtçe kursların açılması ve TRT 6’nın yayına başlaması tamamen bu yasal değişikliklere dayanarak yapıldı. Bu yasal değişiklikler dil ve kültürde özgürlüğü sağlayan değil de Kürt toplumundan gelen baskıları yumuşatma ve dış dünyada çok teşhir olduğu dil ve kültür alanındaki imajını düzeltme ve bu temelde meşruiyetini sağlama temelinde yapılmıştır. Nitekim kurslar, televizyon ve radyo gibi şeyler kültürel soykırımı ortadan kaldıran değil de tam tersine kültürel soykırımı örten ve meşruiyet kazandıran temelde pratikleşmektedir.
 

2000’li yılların başında Türkiye toplumundaki demokrasi özlemi ve yeni anayasa talebi daha da gelişti. Zaten AKP toplumdaki bu eğilimi gördüğü için daha çok da demokrasi eğilimine seslenerek, Türkiye'yi demokratikleştireceğini söyleyerek hükümet oldu. AKP'yi esas olarak iktidara getiren bu söylemler oldu. Kuşkusuz 20 yıllık savaşın getirdiği borç ve faiz yükünün -savaşın durması fırsat bilinerek- 2001 yılında devletin aldığı yüksek devalüasyon kararıyla (paranın değerinin çok düşürülmesiyle) halkların sırtına yıkması ve bunun getirdiği gelir kaybının toplumda yarattığı rahatsızlık da AKP'nin hükümet olmasına zemin sundu. Ama esas olarak da halkın demokrasi özlemine seslenerek, bu özlemi sömürerek hükümet olduğu bilinmektedir.
 

ANAYASA DEĞİŞSİN TALEPLERİ ARTTI


AKP hükümeti döneminde de başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere demokrasi güçleri sürekli Kürt sorununun çözülmesi, bunu gerçekleştirecek bir anayasa değişikliğinin yapılması konusunda mücadele sürdürdüler. Birçok aydın, yazar ve kendine liberal diyenler de artık 12 Eylül anayasasıyla Türkiye'nin 21. Yüzyılı götüremeyeceğini dile getirdiler. Bunlar da kuşkusuz demokratik yeni bir anayasa yapılması ihtiyacı ve talebinin daha da gelişmesine yol açtı. Ne var ki 2002 sonbaharında iktidara gelen AKP, bu beklentilere cevap veren ciddi bir adım atmamıştır. AKP hükümeti demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü konusunda ciddi bir adım atmak bir yana, gerillanın sınır dışına çıkmasını devletin derin güçleri, asker ve sivil bürokrasinin anladığı gibi “bu iş bitmiştir” biçiminde ele alınca Kürt Özgürlük Hareketi 2004’ün 1 Haziran’ında yeniden direnmek zorunda kalmıştır. Bu durum da yeniden Türkiye'de Kürt sorununun çözümü tartışmalarını arttırmıştır. Bu süreçte hem Kürt Özgürlük Hareketinin hem Türkiye demokrasi güçlerinin, demokratların anayasa değişsin ve Kürt sorunu çözülsün istemi daha da fazlalaşmıştır. Çünkü Kürt sorununun çözümsüzlüğü artık Türkiye'nin hem içeride hem dışarıda gelişmesini engelleyen bir karakter kazanmıştır.
 

Zaten 1990’lı yıllardaki Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve buna karşı yürütülen kirli savaş Türkiye'yi çok yıpratmıştı. Bu nedenle birçok kesim bu sorununun çözümü açısından bir anayasa değişikliği gerektiğini dile getiriyordu. Kürt sorununun çözümü bir demokratik anayasa yapma sorunu haline gelmişti. Kürt sorununun çözümsüzlüğünün çatışmaları yeniden başlatması son yıllarda mevcut anayasanın değişmesi, Kürt sorununu da çözecek demokratik bir anayasa yapılması biçimindeki talebi daha da güçlendirdi. Zaten AKP hükümetinin kendi çıkarları doğrultusunda anayasa değişikliği yapması da Türkiye toplumunda gelişen bu yeni anayasa talebi rüzgarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanma biçiminde gündeme gelmiştir.
 

AKP SÖZÜNÜ UNUTTU, YENİ ANAYASAYI RAFA KALDIRDI


Türkiye'deki halkın, demokrasi güçlerinin anayasa talebi çok güçlü olduğu için daha 2007 seçimleri öncesi seçimi yeniden kazanmak için yeni anayasa yapma sözü vermişti. Ancak AKP 2007 seçimlerinden bir süre sonra verdiği bu sözü unuttu. Çünkü yeni anayasa yapılmak istendiğinde Türkiye'yi demokratikleştirecek, Kürt sorununu çözecek bir anayasa yapılması gerekiyordu. AKP'nin böyle bir niyeti olmadığı ve 2007’de Dolmabahçe’de Yaşar Büyükanıt’la Kürt Özgürlük Hareketini bastırma konusunda anlaştıkları için böyle bir anayasa yapma söylemini rafa kaldırdı. Bunun yerine Kürt sorununun çözümüne yönelik olmayan, esas olarak da kendi çıkarına olacak kimi maddeleri değiştirmeyi hedefledi. Bunu yaparken de “biz şimdi bunu yapıyoruz, ileride daha fazlasını yapacağız” dediler. Toplumdaki yeni anayasa talebini böyle savuşturdular. Hatta toplumdaki güçlü talebi kendi çıkarları için kullanarak bu talebi yozlaştıran bir rolün de sahibi oldular.
 

Diğer yandan toplumdaki yeni anayasa talebini iyi bilen bir kısım liberal ya da liberal sol olarak tanımlanan kimi kesimler de AKP'nin gündeme getirdiği anayasa değişiklikleri karşısında “yetmez, ama evet” diyerek yeni bir anayasa yapılması gerektiğini vurguladılar. Öte yandan Kürt halkı mevcut anayasayı kabul etmediğini, bu değişikliklerin de 12 Eylül anayasasının özünü değiştirmediğini, 1924’ten bu yana süren anayasa anlayışının, zihniyetinin devam ettiğini söyleyerek yeni bir anayasa istediler ve mevcut anayasa değişikliğini yüksek oranda boykot ettiler. Yine bu süreçte 12 Eylül’deki anayasa değişikliğini reddeden kimi hayırcılar da biz bu değişiklikleri reddediyoruz, ama mevcut anayasanın tümden değişmesini istiyoruz dediler. Hayır cephesi de “biz 12 Eylül anayasasının tümünü reddediyoruz, bu değişiklikler sadece AKP'nin kendi çıkarı için yaptığı değişiklikler” diyerek toplumda yeni bir anayasa talebinin gelişmesinde kendi yaklaşımları doğrultusunda bir katkıda bulunmuştur. Tüm bu tutumlardan ortaya çıkan ortak düşünce: mevcut anayasa Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılamıyor, demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü önünde engeldir, yeni bir anayasa yapılmak zorundadır, biçiminde bir genel eğilim olarak ortaya çıktı.
 

İSLAMCI KESİMLER YENİ ANAYASA İÇİN ISRARLI DEĞİL


Kürt Özgürlük Hareketi ise zaten başından sonuna bu anayasanın tümden değişip yeni bir anayasanın yapılmasını istiyordu. Özcesi 12 Eylül’den bu yana başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere demokrasi güçlerinin, demokratların mücadelesi sonucu yeni bir anayasa yapma talebi toplumda yaygınlaştı. Bu yaygınlaşmayı sağlayan da esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi, sol ve demokrat güçlerdir. Yeni bir anayasanın ortaya çıkmasında en az rolü olan ise İslamcı kesimlerdir. Onlar da her ne kadar biz de değişmesini istiyoruz deseler de toplumdaki demokratik anayasa yapılması isteğinin bu düzeyde gelişmesinde rolleri fazla yoktur. Nitekim bugün de gerçek anlamda demokratik bir anayasa yapma konusunda çok ısrarlı değillerdir. Onlara göre zaten bir kısım değişiklikler yapılmıştır, bunlar kendileri için yeterlidir. Siyasal İslamcı kesimler Türkiye'nin demokratikleşmesi ve bu temelde Kürt sorununun demokratik çözümünü çok fazla da istemiyorlar. Eğer kendilerini rahatlatıyorsa, kendilerine nefes aldırıyorsa bazı değişikliklere gidiyorlar, yoksa demokratik bir anayasa yapılmasını kendilerine bir sorun yapmıyorlar. Eğer kısmi anlamda demokratikleşme içeriği taşıyan bazı maddelerde değişiklik olmuşsa bu çok demokrat olduklarından, Türkiye'yi demokratikleştirip Kürt sorununu çözmek istediklerinden dolayı değil, kendileri açısından gerektiği için yapmışlardır.
 

AKP'nin, siyasal İslamcıların düşüncesi ne olursa olsun gelinen aşamada toplumdaki demokratik anayasa talebi çok yüksektir. Zaten AKP bunu gördüğü için 12 Eylül referandumundan önce “şimdi biz bunu değiştiriyoruz, ileride daha fazla yapacağız” demiştir. 12 Eylül referandumdan sonra da bu taahhüdü nedeniyle “biz yeni bir anayasa yapmak istiyoruz” biçiminde açıklamalarda bulunmuşlardır. Özellikle de referandumun bitmesinden sonra Kürt Özgürlük Hareketinin eylemsizliğe son verip yeniden direnişe geçeceğini düşünerek bunun da önünü almak açısından yeni bir anayasa yapacağız demişlerdir. İlk başlarda anayasa yapılması konusunda çalışmaları başlatacağız demişlerse de daha sonra seçim sonrasına kadar rafa kaldırmışlardır. Herkes çalışmasını yapsın, seçimden sonra bunları gündemimize alalım, biçiminde bir yaklaşım göstermişlerdir. Türkiye'de yeni ve demokratik bir anayasa talebinin toplumda yükselme serüvenini bu çerçevede değerlendirmek gerekir.


KÜRTLERE ANAYASAL KOMPLO YAPILDI


Kürtler açısından anayasa denildiğinde akla siyasal sömürgecilik ve kültürel soykırımın gerçekleştiği bir siyasal sistem gelir. Kürtler bugünkü kültürel soykırım sürecine 1924 anayasasıyla sokulmuşlardır. 1924 anayasası aslında Kürtlere karşı geliştirilen bir siyasal komplodur. Bilindiği gibi Kürtler 1920’lerde Türk halkıyla birlikte işgalcilere karşı mücadele vermişlerdir. Yeni Türkiye'nin oluşmasını sağlayan sürece Türk halkıyla ve onun siyasal temsilcileriyle birlikte katılmışlardır. Nitekim 1920’de kurulan ilk mecliste Kürtlerin siyasal temsilcileri de vardır. Bizzat Kürdistan mebusları olarak Türkiye meclisine katılmışlardır. Bu meclis hem yürütülen savaşta hem yeni Türkiye'nin Osmanlı’nın yıkıntıları üzerinde kurulmasında çok önemli rol oynamıştır. 1920’de kurulan ortak meclisten çıkan kararlarla yeni Türkiye kurulmuşken bundan 4 yıl sonra yapılan yeni anayasayla Kürtler sadece dışlanmamış, bundan öte siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırımın Kürtler üzerinde uygulandığı yeni bir siyasal sistem, bir baskı düzeni kurulmuştur.
 

Kürtlere açıkça bir anayasal komplo yapılmıştır. Zor zamanda Kürtlerin büyük desteğini alan, Kürtlerin desteğiyle yeni Türkiye'yi kuran yeni siyasal elit, bu siyasal elidin ittihatçı kanadı bu anayasal komployla Kürtleri siyasal sistemin dışında tutmuştur. Bu anayasanın öngördüğü siyasal sistemle Kürtler üzerinde sistematik bir baskı kurarak kültürel soykırımı uygulama süreci başlatmıştır. Bu, Kürtleri kültürel soykırıma uğratma, Kürdistan'ı ve Kürtleri Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme politikası 1924 anayasasında başlamak üzere bugüne kadar sürdürülmüştür. Bu açıdan Kürtler açısından özgürlük ve demokrasi mücadelesi bir yönüyle de Türkiye'de bir demokratik anayasa ortaya çıkarma mücadelesidir.
 

Kuşkusuz Kürtler zaman zaman bağımsızlıktan söz etmişlerdir, ama esas olarak Türkiye'de özerkliklerini koruyarak, yani kendi kendilerini yönetmek isteyerek, kendi kimliğiyle, kültürüyle, diliyle yaşamayı hedeflemişlerdir. Bu da aslında 1924’te başlayan anayasal komplonun ortadan kaldırılıp 1920 meclisinde olduğu gibi, 1921 anayasasına belirli düzeyde yansıdığı gibi özerkliği ve Kürtlerin varlığını kabul eden demokratik bir anayasayla sorunlarını çözmeyi hedeflemişlerdir.
 

Bu açıdan Kürtler için anayasa önemlidir. Bu anayasal komplo özellikle de 12 Eylül anayasasıyla Kürtlere son darbeyi vurmak isteyen, Kürtleri tümden bitirmek isteyen bir düzeye ulaştırılmıştır. 12 Eylül anayasası aslında 1924 ve 60 anayasalarının yapmak istediğini ve belirli düzeyde Kürtler üzerinde yürüttüğü kültürel soykırımı sonuca ulaştırmayı hedeflemiştir. Bugünkü mevcut anayasa da hala bu karakterdedir. Bu karakterinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bu açıdan Kürtler için yeni bir anayasa yapımı kuşkusuz demokratik bir anayasa yapımı anlamına gelmektedir.
 

Demokratik bir anayasanın yapılması ise 1924’ten bu güne kadar sürdürülen anayasal komploya son verilip Türkiye sınırları içinde kendi kimliğiyle ve özgürlüğüyle yaşamayı ifade etmektedir. Bu açıdan demokratik bir anayasanın varlığı Kürtler için ölüm kalım meselesidir. Eğer Kürtlerin varlığını, kimliğini ve kendi kendini yönetmesini kabul edecek demokratik bir anayasa yapılmadığı taktirde bu, 1924’ten beri yürütülen anayasal komplonun devamı anlamına gelecektir. Bu da bu anayasal komploya karşı Kürtlerin yüz yıldır yürüttüğü mücadelenin, yaptığı isyanların ve son kırk yılda olduğu gibi ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama yönündeki çağdaş direnişinin sürmesi anlamına gelecektir.
 

Bu açıdan Kürtler demokratik bir anayasa yapılmasını mücadelelerinin anlamlı hale gelmesinin en önemli sonucu olarak görmektedirler. Kuşkusuz yeni yapılacak bir anayasanın içeriğinin ne olacağını da çok önemsemektedirler. Çünkü yeni yapılacak anayasa Kürt halkının geleceğini şekillendiren ve önümüzdeki dönemdeki siyasal tutumlarını daha net biçimde ortaya koyan bir durumu ifade edecektir. Özcesi yeni bir anayasayla Kürtler üzerindeki kültürel soykırım devam mı ettirilecek, yoksa kültürel soykırımdan vazgeçilerek Kürtlerin ulusal varlığının ve özgürlüğünün kabul edildiği yeni bir Türkiye mi kurulacaktır? Kürtler için yeni bir anayasanın anlamı bu iki seçenekten birini ifade edecektir.
 

PARTİLERİN TOPLUMLA BAĞI KALMAMIŞ


Yeni anayasa talebi esas olarak demokrasi güçlerinin talebidir. Başta da Kürt Özgürlük Hareketinin talebidir. Demokrat olmayanların, demokrasi kaygısı bulunmayanların yeni anayasa yapma isteği ve kaygısı da olamaz. AKP'nin ya da diğer partilerin yeni anayasa yapılmasına istekli olmamaları ya da AKP şahsında olduğu gibi yeni anayasa yapımını seçimler sonrasına bırakmaları onların demokratik olmayan karakteriyle ilgilidir.
 

Halbuki bir ülkenin, bir toplumun önüne yeni bir anayasa ihtiyacı gelmişse, yeni bir anayasa yapılmadan toplumun siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel gelişimi sağlanamıyorsa, söz konusu ülke ancak yeni bir anayasayla oluşturacağı siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel yapıyla toplumun ihtiyaçlarına cevap verecekse, bu noktada artık anayasa yapma talebi, ihtiyacı, sorumluluğu ve görevi bütün çalışmaların önüne geçer. Bütün diğer çalışmalar, talepler, istekler ikinci planda kalır. Çünkü bütün yaşamı yönlendiren anayasanın değiştirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Diğer alanlardaki başarılar, gelişmeler ancak ihtiyaçlara cevap veren bir anayasa yapılmasıyla mümkün olabilir.


Şimdi Türkiye bu noktaya gelmiştir. Ama diğer partiler yeni anayasa yapılması konusunda ya istekli ve kararlı değillerdir ya da ertelemecidirler. Bu gerçek en başta da bu partilerin Türkiye gerçeğinden ve Türkiye halklarından ne kadar koptukları, Türkiye'nin ihtiyacını değil de kendi ihtiyaçlarını, kendi çıkarlarını düşündüklerini gösterir. Ya Türkiye açısından anayasa acil bir ihtiyaç değildir, Türkiye toplumunun böyle bir ihtiyacı yoktur; bu nedenle acele edilmeyebilir, eğer böyle değil de yıllardır, özellikle de son yapılan referandum öncesinde hemen hemen herkes yeni bir anayasanın zorunlu hale geldiğini söylemişse ve toplumun talebi de bu yöndeyse, buna rağmen bu konuda adım atılmıyorsa bu partilerin toplumla bir bağı kalmadığını söylemek yanlış olmaz.
 

Referandum öncesi bütün kesimler toplumun desteğini almak için yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu söyleyip bu konuda sözü verdilerse, bunun gereklerini yerine getirmemek Türkiye'de siyasetin ne kadar yozlaştığını ortaya koyar. Böyle olanların Türkiye siyaseti açısından varlık nedenleri kalmamıştır. Zaten bunlar Türkiye toplumunun özlemleri, talepleri karşısında marjinal olmaya mahkum olan siyasal partilerdir. Aslında AKP'nin de CHP’nin de toplum ve Türkiye'nin ihtiyaçları karşısındaki durumu budur. Ne var ki koyunun olmadığı yerde keçiye Abdullrahman Çelebi denmesi gibi gerçek demokrasi güçleri kendilerini örgütlü kılıp toplumu etrafında toplayacak güce ulaşmadıkları için bugün toplum gerçeğinden kopmuş, Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap vermeyen bu partiler hala Türkiye siyasal yaşamında varlığını sürdürmektedirler. Bunu da Türkiye'nin bir şansızlığı, talihsizliği olarak değerlendirmek gerekmektedir.
 

BDP DEMOKRATİK ANAYASA MÜCADELESİ YAPIYOR


Kuşkusuz BDP; AKP, CHP ya da MHP gibi davranamaz. BDP Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü istiyor. Bunun da ancak demokratik bir anayasayla gerçekleşeceğini biliyor. Bu nedenle de yürüttüğü demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi gereği tabii ki demokratik bir anayasanın bir an önce yapılması konusunda ısrar ediyor. İşte Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap veren politika budur, yaklaşım budur. Kim Türkiye'ye karşı sorumludur, kim Türkiye toplumuna yakındır sorusunun cevabı yeni bir anayasaya yaklaşımda belli olur. Bu yönüyle şu anda Türkiye toplumunun ihtiyaçlarına da, isteğine de, Türkiye toplumunun çıkarına da, Türkiye'nin geleceğine de en uygun davranan parti BDP’dir. Dolayısıyla gerçek Türkiye partisi BDP’dir. Türkiyelileşmek demek öyle demagojiyle olamaz. Esas olarak da Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap veren bir düşünce yapısına, bir siyasal programa sahip midir, değil midir, buna bakılır. Türkiye'nin temel sorunlarına karşı sorumlu yaklaşmak o partiyi Türkiye partisi yapar.
 

Şu anda Türkiye'nin en temel sorunu Kürt sorunuysa, bu sorun çözülmeden diğer tüm sorunları çözmek mümkün değilse, Türkiye'nin içeride ve dışarıda önünü açacak Kürt sorununun demokratik çözümüyse ve bunu sağlayacak demokratik bir anayasaysa, o zaman kim ki demokratik bir anayasa için mücadele veriyor ve bu temelde Türkiye'nin demokratikleşmesini istiyorsa, o parti gerçek anlamda Türkiye partisidir. Böyle bir parti, Türküyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla tüm Türkiye halkının ihtiyaçlarına, özlemlerine cevap veren bir tutum içindedir. Bu açıdan BDP’nin demokratik bir anayasada ısrar etmesi, bir an önce yapılmasını istemesi anlaşılırdır. Çünkü BDP'nin varlık nedeni demokrasi ve özgürlüklerinin genişletilmesidir. Halkın demokrasi ve özgürlük özlemine uygun davranmasıdır, onun sesi olmasıdır, onun örgütlü gücü olmasıdır.
 

BDP zaten demokratik bir anayasa mücadelesi yapmazsa, bu konuda çaba göstermezse, demokratik bir anayasanın nasıl olacağı konusunda tartışmaları en yoğun yapan parti olmazsa hem Kürt toplumundan hem de Türkiye gerçeğinden tümden kopmuş olur. Böylece varlık nedenini kaybeder. Bu açıdan demokratik bir anayasada ısrar etmesi nedeniyle Türkiye gerçeğinin ihtiyaçlarına en iyi cevap veren parti konumundadır. Barış ve Demokrasi Partisinin Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın başbakan Erdoğan için söylediği “onun için Türkiye değil de alacağı birkaç oy önemlidir” tespiti çok isabetlidir. Gerçekten de şu anda AKP'nin geldiği düzey tamamen kendi çıkarlarını düşünen bir noktadadır. AKP'nin Türkiye'nin geleceğini düşündüğü yoktur. O da geçmişteki partiler gibi nasıl iktidarda kalırım, nasıl iktidarı sürdürürüm, iktidarımı sürdürdüğüm dönemde kendi yandaşlarıma nasıl Türkiye'nin imkanlarını peşkeş çekerim tutumu içindedir.
 

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ AKP’NİN UMRUNDA DEĞİL


AKP referandum için yaptığı propaganda mitinglerinde yeri geldiğinde “biz de yeni bir anayasa yapılmasından yanayız” biçiminde söylemlerde bulundu. Referandumdan sonra ilk önceleri bu konuyu tartışmaya başlayalım derken, kısa bir süre sonra yeni anayasa konusunu gündemden düşürdü ve seçim sonrasına bırakı. Bu, AKP'nin demokratik bir anayasaya, yeni bir anayasaya nasıl bir rol biçtiğini gösteriyor. Onun için anayasa çok acil bir durum değildir. Kendi çıkarı için gerekirse birkaç değişiklik yapar, yeterlidir. Ama köklü bir anayasa değişikliği ihtiyacı AKP'nin umurunda değildir. Çünkü köklü bir anayasa ihtiyacını ancak bu anayasa ve onun yarattığı sistemden rahatsız olanlar duyar. Köklü bir anayasa değişikliğini bugün Kürtler istemektedir, emekçiler istemektedir, gerçek demokratlar istemektedir. Çünkü onlar değişikliklere rağmen özü ve biçimiyle varlığını sürdüren 12 Eylül anayasasının mağdurudurlar. Ama AKP böyle değildir. AKP mevcut anayasadan nemalanmaktadır. Mevcut anayasa koşullarında iktidar olan, hükümet olan, kendi yandaşlarına devlet imkanlarını peşkeş çeken bir parti durumundadır. Bu nedenle köklü bir anayasa değişikliği yapma biçiminde bir kaygısı yoktur. Mevcut anayasa koşulları içinde kendi hükümetini sürdürmektedir. Kendi yandaşlarına rant sağlayabilmektedir. Bu nedenle de bu anayasadan köklü bir biçimde rahatsız olmayan AKP'nin anayasayı geleceğe ertelemesi de anlaşılırdır. Gelecekte nasıl bir anayasa yapmayı düşündüğü ise tabii ki ayrı bir tartışma konusudur.


Aynı biçimde CHP de yeni anayasa yapılmalıdır diyor. Hatta AKP'ye hemen yapalım dedi, ama ısrarlı olmadı. Çünkü onun da yeniden yapalım sözü bir taktikti, bir politik propaganda aracıydı. Ama Türkiye sistemini köklü değiştirecek bir anayasa onun için de acil bir ihtiyaç değildir. CHP mevcut anayasayla da varlığını sürdürebilir, yürütebilir. CHP’nin öyle çok köklü bir anayasa değiştirme ihtiyacı da, talebi de yoktur. Halkın talebi olduğu için, halktan oy almak için sosyal demokrat gözüktüğünü, halkçı gözüktüğünü gösterebilmek için, toplumu aldatmak için zaman zaman yeni bir anayasa yapımından söz etmektedir. Ancak anayasa gibi çok ciddi bir konudaki tutumu konuya denk düşecek ciddiyette değildir. Bir gün önemlidir diyor, diğer gün unutuyor. Demek ki referandumdan önce söyledikleri “yeni anayasa gerekiyor, bu nedenle AKP'nin getirdiği değişiklik önerilerini reddediyoruz, bizim reddetmemiz bu anayasanın köklü değişimi içindir” demesi sadece bir propaganda aracıymış, toplumu aldatmak içinmiş. Bu şimdi daha iyi anlaşılıyor.


ÖCALAN’IN YANINA GİDEN HEYET ANAYASA İÇİN NE DEDİ?


AKP'nin 12 Eylül referandumundan sonra ilk önce yeni anayasa çalışmalarına hemen başlayacağız demesi, hatta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yanına giden heyetlerin “bu konuda çalışmaları başlatacağız, konferanslar yapılmasını destekleyeceğiz” gibi sözler vermelerine rağmen, kısa süre sonra yeni anayasa tartışmaları da tümüyle seçim sonrasına bırakılmıştır. Bu tabii maksatlıdır. Halbuki yeni bir anayasa konusundaki düşünceler partilere toplumdan en fazla destek getirecek bir konudur.
 

Eğer AKP'nin demokratik bir anayasa yapma sözü olsaydı kesinlikle seçimler sonrasına bırakmazdı. Ancak Türkiye'yi demokratikleştirerek Kürt sorununu çözecek bir anayasa düşünmediğinden dolayı seçimler sonrasına bırakmıştır. Çünkü nasıl bir anayasa istediğini ortaya koyarsa başta Kürt halkı olmak üzere birçok demokrasi gücü, kendisine destek veren liberal çevreler bile AKP'ye karşı tutum koyacağından, AKP'nin maskesi düşeceğinden yeni anayasa yapım tartışmalarını da seçim sonrasına bırakmıştır. Böylelikle yüzünü gizlemeye, sahte demokrasi söylemleriyle, şöyle anayasa yapacağız biçimindeki değerlendirmeleriyle yine halkı, toplumu aldatıp seçim kazanmayı düşünmektedir. Yani adım atarak değil de Türkiye'nin demokratik ve Kürt sorununun çözümünde bir şeyler yaparak değil de, sadece söylem ve vaatlerde bulunarak bize oy verirseniz şunları şunları yaparız diyerek bir seçim daha kazanmayı hedeflemektedir.
 

SEÇİM SONRASI ALDATMACASI


Bazılarının söylediği gibi seçim sonrasında iyi şeyler yapacak, demokratik bir anayasa yapacak biçimindeki söylemler de tamamen bir aldatmacadır. Şimdi yapacaklarını söylerse çeşitli kesimlerin tepkisini alır, politika gereği seçim öncesi bunu söyleyemez demek aslında özrü kabahatinden büyük bir değerlendirmedir. Demokratik bir anayasa neden açıklanmasın? Eğer böyleyse demokratik bir anayasa toplumun talebi değildir, çok geniş kesimler demokratik bir anayasa istemiyordur. Kendilerinin dediği “değişiklikler yaptık, demokratik adımlar attığımız için halk bize %58 oy verdi” değerlendirmeler doğruysa demokratik anayasa projesini açıklarsa neden zararlı çıksın? Bu nedenle şimdi açıklarsa siyasi olarak zararlı çıkar denilmesi kesinlikle bir aldatmaca, bir kandırmacadır. Ne demek yani! Türkiye'nin demokratikleşmeye ihtiyacı varsa, demokratik bir anayasa yaparsa, Kürt sorununu çözerse, Alevilerin sorununu çözerse, örgütlenme özgürlüğünün ve düşünce özgürlüğünün önünü açarsa Türkiye'nin daha demokratik olacağı bir sistem ortaya koyarsa en yüksek oyu almaz mı? Kürt sorununu kesin olarak çözecek bir projenin, toplumdan destek almaması mümkün mü? Milliyetçilerin, şunun bunun gücü var denilemez. Aksine kendi iktidarını derin devletle anlaşarak Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini tasfiyeye dayandırdığı için ve bu nedenle demokratik bir anayasa projesi olmadığı için görüşlerini ortaya koyamıyor.


Kuşkusuz yeni bir anayasa yapılması düşünülüyor. Ama bu anayasayı Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için değil, yine kendisini devlet içine yerleştirecek, kendi iktidarını güçlendirecek ve Kürtler üzerindeki siyasi egemenlik ve kültürel soykırımı sürdürecek biçimde yapmayı hesaplamaktadır. Bu açıdan anayasaya yaklaşımı sorumsuzcadır. Anayasa bir partinin çıkarı temelinde ele alınamaz. Anayasa toplumun, bir bütün olarak Türkiye'nin kazanması ve geleceği açısından ele alınır. AKP böyle yaklaşmıyor, AKP böyle bir parti değildir. AKP'nin Müslümanlığı da kendine göredir, demokratlığı da kendine göredir. Kendine yararlı gördüğü zaman onu elde etmek için bütün imkanlarını seferber ediyor, ama kendisine yararı olmayınca duyarsız kalıyor. AKP'nin demokrasi anlayışı da, demokratik adımlar atma anlayışı da bu çerçevededir.


Kuşkusuz seçim sonrasına ertelenmesi güven vermiyor, samimiyetsiz olduğunu gösteriyor. Seçim sonrası düşündüğü değişikliklerin ya da yapılacak anayasanın aslında öyle toplumun taleplerini karşılayacak bir anayasa olmadığı gerçeğini ortaya çıkarıyor. Gerçekten yeni bir anayasa yapacak o da belli değildir. Yani AKP mevcut duruşuyla gerçekten demokratik bir anayasa yapacak mı, bir anayasa yaparsa bunun içini nasıl dolduracak konusu kuşkuludur. Hatta kuşkulu olmaktan öte, belki ilerde açacağımız gibi aslında iyi niyetli bir yaklaşım içinde değildir.


Devam edecek...

Hiç yorum yok: