14 Ocak 2011 Cuma

İsviçre Federalizmi ve Kürt sorunu

Yeni_Özgür_Politika ‘Farklılıkların gönüllü birlikteliği, çok kültürlü, çok dilli’ bir sisteme dayanan bu modelin temel felsefesi, Federal Anayasa’nın 2. maddesinin 2. fıkrasında belirtilir: ‘’Anayasa her kesimin mutluluğunu, sürekli ekonomik kalkınmayı, ulusal uyumu ve ülkenin kültürel farklılıklarını garanti altına alır.“
Kürt sorunu konusunda ‘Demokratik Özerklik’ modelinin tartışıldığı şu dönemde çeşitli çevreler değişik federatif ülkelerden örnekler verdiler. Ama her nedense kimse bu konuda en eski, özgün ve istikrarlı yapısıyla 7 asırlık İsviçre modelini tartışmadı. Oysa Abdullah Öcalan’ın kendisi de Roma’da bulunduğu süreçte ‘İsviçre Modeli’nden söz etmişti. Fransız modeli jakoben üniter devlet biçimi tarihsel kriz yaşarken, globalizm çağında federal yapılanmalar ulusal, etnik ve çok kültürlü toplumlar için yeni bir umut oldu. Fakat böylesi bir konjonktürde, Türk yöneticilerin en olumsuz örnek olan krizdeki Belçika’yı tartışmaya açmaları makyavelik bir manevra. Alpler, göller, nehirler gibi coğrafik gerçekler ile bankalar, çikolatalar, saatler gibi klişelerin ötesinde, yüzde 22’si yabancı 7.7 milyonluk İsviçre’nin federal sistemini tanımak için biraz tarihe yolculuk yapmak gerekecek. Diğer federatif sistemlerle kıyaslamalar yaptıktan sonra, kurumların işleyişi ve bu 7 asırlık devletin istikrarlı ve ‘zengin’ oluşunun arkasındaki felsefeyi anlamaya çalışacağız.

Wilhem Tell mitolijisinden bankalara
Kısaca, bildik Guillaume Tell (Wilhelm Tell) ve elma efsanesininin de ötesine gidersek, resmi tarihe göre İsviçre (Confédération Helvétique), 1291 yılında Uri, Schwytz ve Unterwald derebeylerinin Kutsal Alman İmparatorluğu’na ve komşu beyliklere karşı Kuzey Avrupa’yı Gothard geçidi üzerinden İtalya’ya yani Akdeniz’e bağlayan ticaret yolunun denetimini sağlamak, bugün mizahi kullanılan deyimle ‘mert ve yiğit adamların’ kurduğu üçlü yardımlaşma ittifakından doğdu. 16.yy’da beş yeni kanton federasyona dahil olur.

1798’deki Fransız işgaline karşı birleşmek amacıyla bir süreliğine ‘üniter’ devlet olup ‘Helvetik Cumhuriyeti’ adını alan ülke, beş yıl sonra tekrar kanton sistemine geri döner. Bu tarihten sonra her kanton kendi anayasalarını, medeni hukuk ve ceza yasalarını oluşturur. Fakat birçok farklı anayasanın ülke genelinde sorun yaratması üzerine, Federal bir anayasanın oluşturularak bütün kanton anayasalarının da buna uygun olması şartı benimsenerek 1848’de Federal (ABD modeline göre) bir anayasa oluşturulur. Bu tarih aynı zamanda, ülkenin şu anki hali olan 26 kantonun da tamamlanması olup İsviçre’ye özgü, ‘halk inisiyatifi’ ve ‘referandum’ gibi doğrudan demokrasinin iki prensibi de anayasaya girer. ‘Farklılıkların gönüllü birlikteliği, çok kültürlü, çok dilli’ bir sisteme dayanan bu modelin temel felsefesi, Federal Anayasa’nın 2. maddesinin 2. fıkrasında belirtilir: „Anayasa her kesimin mutluluğunu, sürekli ekonomik kalkınmayı, ulusal uyumu ve ülkenin kültürel farklılıklarını garanti altına alır.“

26 kantonundan (dört yarı kanton) altısı Fransızca, biri İtalyanca, konuşurken, dört kantonda da iki resmi dilin konuşulduğu ülkede, Federal Anayasa dört ulusal dili resmi kabul ediyor. Avusturya ve İtalya’ya yakın Graubünden (Grison) kantonunda yaşayan 50 bin civarındaki Romanşlar’ın dili de 1999’dan itibaren, ‘ulusal değerin kaybolmasını önlemek için’ resmi statüye kavuşturuldu. Her kanton kendi resmi dil veya dillerinde ilk öğretimden üniveristeye kadar eğitim verir. Ülkedeki dokuz kantonal ve iki federal üniversite bölgelerine göre üç resmi dilde eğitim verir.

Amerikan ve İsviçre federal modelleri
Üniter devlet ne kadar Fransız devriminin (1789) sonucu olarak ulus devletlere esin kaynağı olmuşsa, federalizm de Amerikan devriminin (1783) getirdiği bir yönetim modelidir. Siyaset tarihçisi Maurice Croisat’in (Grenoble Üniversitesi) belirttiği gibi, Amerikan devriminden sonra, toplumsal yapıları Amarikalılar’a benzeyen İsviçre (1848), Kanada (1867), Avustralya (1901), Avusturya (1920), Almanya (1949) gibi demokratik ve sanayi ülkelerinde federalizm bir yandan yerel demokrasiyi koruyup geliştirirken diğer yandan da değişik coğrafik yapı, kültür, dil ve dolayısıyla da farklı üretim biçimlerine sahip bölgeler arasında ortak ulusal bir pazar oluşmasını da sağlıyordu. Bu şekilde federal sistem Avustralya, Avrupa ve Kuzey Amerika’dan sonra Güney’e, Meksika (1824), Brezilya (1946), Venezuela (1947) ve Arjantin (1949) gibi geniş topraklara sahip olan bu ülkelere de otonomi ve birlikteliği aynı anda taşıyordu.

Bu birinci dalgadan sonra, sömürgecilik sonrası dönemde, federalizmin çok etnikli, çok dinli ve dilli toplumlarda bir arada barış içinde yaşayabilmelerinin formülü olarak görüldü. Bu yüzden, Hindistan (1950), Malezya (1963), Pakistan 1956), Nigerya (1954) da bu yolu izlediler. Daha yakın tarihlerde, 1996’da ırkçı Güney Afrika rejiminin yıkılmasından sonra, Nelson Mandela yönetimi de federal bir anayasayı benimsedi.

İsviçre ya da Helvetia Konfederasyonu
Tarihte yaşayan en eski federatif yapıyı kuran İsviçre, Amerikan anayasa modelini alan ilk Avrupa ülkesidir. Temelde her ne kadar ABD’den esinlense de siyasi ve hukuki olarak, federal (merkezi devlet) ve federe (bu merkeze bağlı devletler, eyaletler, kantonlar…) arasındaki ayrılık ilkesini taşıması ve kantonların asıl yürütme gücünü ellerinde bulundurmalarından dolayı da farklıdır. ABD’de Başkan, devlet başkanı sıfatıyla önemli yetkilere sahipken ve Washington merkezi güç olarak eyaletlerin yetkisini sınırlarken, İsviçre’de tam tersi, kantonlar asıl güce sahip ve devlet başkanı - başbakanın yetkisi sembolik ve sınırlı. Pratikte yürütmeyi yapan kantonlar, Merkezi Hükümet’in (Federal Konsey) gücünü da sınırlandırıyorlar. Buna referandum ve halk inisiyatifi gibi direkt (doğrudan) demokrasinin iki önemli mekanizması da eklenince genel anlamda İsviçre modelinin orijinalliği ortaya çıkıyor.

Bu ‘sihirli formül’ nasıl işliyor?
Bugün yüzde 22’si yabancı 7.7 milyon nüfuslu İsviçre’de vatandaşlar federal ve kantonal yasalara uymakla yükümlüdürler. Siyasi sistem üç yapılı bir kurumlaşmadan oluşur: Konfederasyon, kantonlar ve komünler/gemeinde (belediyeler). Her yapılanmanın kendi yasama ve yürütme güçleri vardır. Buna karşın konferasyon ve kantonların ek olarak yargı gücü mevcut. ‘Komün/gemeinde’ denilen en küçük siyasi yapılanma işleyiş açısından her iki büyük yapıya da yakın hatta maket özelliği taşır.

Konfederasyon, 1959’dan beri Anaysa’da olan siyasi partiler arasındaki bakanlık dağılımını belirleyen ‘sihirli formül’e göre, 2 sosyalist, 2 liberal-radikal, 1 milliyetçi sağ (UDC), 1 burjuva demokrat (sağ) ve 1 Hristiyan demokrat olmak üzere, ‘yedi bilge’ (kavram köklerini antik Yunan’dan alır) Bakanlar Kurulu (Federal Hükümet) koalisyonu oluşturur.

Başbakan ve aynı zamanda devlet başkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri arasından dönüşümlü seçilir ve bir bakanla aynı derecede yetki ve söz hakkına sahip olup, yetkileri semboliktir. Hükümet, her bakanın eşit oy ve söz hakkı prensibine (collégialité) göre işler ve denetimi de bikameralizm sistemiyle olur. Buna göre, kantonları temsil eden 48 senatör (Devlet Konseyi) ve ulusal parlementoyu oluşturan 150 milletvekili bulunur. Nüfusuna bakmaksızın her kantonun iki senatörü mevcut. Örneğin 4 bin nüfuslu Uri ile 1 milyon bin nüfuslu Zürich kantonları başkentte ikişer senatörle temsil edilir. Buna karşın milletvekillerinin ulusal meclisteki sayısı kanton nüfusuna göre belirlenir. Kantonlarda ise ekonomik, demografik ve siyasi durumuna göre beş veya yedi kişiden oluşan bir bakanlar kurulu ve başbakan (Devlet Konseyi Başkanı) bulunuyor. Yasamayı kanton parlementosu yaparken, tıpkı konfederasyonda olduğu gibi halkın inisiyatif ve referanduma gitme gibi direkt (doğrudan) demokrasininin kurumları da işliyor.

‘Yürütme federalizmi’ ve anaysanın gücü
Komünlerde (belediye) de durum kantonlardaki gibidir. Genelde beş kişilik yönetim ve her belediyenin seçimle gelmiş kendi parlementosu bulunuyor. Konfederasyon, uluslararası ilişkiler, dış güvenlik (ordu) ve Federal Anayasa gibi temel kurumlardan oluşurken, kanton ve komünlerin kendilerine özgü yerel yasaları, seçim, vergi, güvenlik (polis), eğitim ve sağlık politikalarına sahipler. Bu hukuki kurumların Federal Anayasaya uygun olması şarttır. Kantonların ayrıca kendi anayasaları olup, Federal Anayasa’ya (mad. 56) aykırı olmamak koşuluyla yabancı ülkelerle antlaşmalar imzalama yetkisine de sahipler. Bu noktada, Federal Anayasa’ya sadece kantonlardaki demokrasiyi kollamak ve sağlıklı işleyişi denetlemek kalıyor. Bu yüzden İsviçre modeline ‘Yürütme federalizm’ denir, zira yürütme pratikte tamamen kantonların elinde. Bununla beraber, Federal Anayasa Demokles’in kılıcı gibidir. Kantonal anayasaları denetler, gözetler ve demokratik olmaları, referandumla kabul edilmiş olmaları, anayasal değişikliğe uygun olmaları şartlarını dayatır. Sonuç olarak, bu şartlarla, Federal Anayasa aslında kendi varlığını, statüsünü ve ülkenin toprak bütünlüğünü hukuki güvenceye alıyor. Örneğin, iki veya üç kantonun birleşmek istemesi Federal Anayasa’nın ‘Ülke topraklarının değişikliğe uğratılması’ şartına aykırı olduğu için, ancak referandum ve on bir kantonun salt kabülüyle mümkün olabilir. Yine herhangi bir kantondaki iki komünün birleşmek istemeleri durumunda, kanton anayasası gereği referanduma gitmeleri gerek.

Bikameralizm de kantonların kırbacı
Buna karşın, kantonların da Federal Hükümet üzerinde baskı gücü mevcut. ‘Devletler Konseyi’ denilen her kantonu temsil eden toplam 48 senatör ve kantonların gönderdiği ‘Ulusal Meclisi’ oluşturan 150 milletvekili sistemin temel kurumu olan bikameralizmi oluşturuyor. Bu senatörler ve milletvekilleri vasıtasıyla da kantonlar başkent Bern’de Konfederasyonu (federal devleti) ve onun en üst yürütme organı olan Bakanlar Kurulu (Federal Konsey) üzerinde baskı oluşturup, hükümet ile kurumların çalışmalarını denetliyorlar. Bu anlamda hükümet her yıl çalışma raporunu parlementoya sunup onay almak zorunda. Parlamenterler de soru, gensoru ve önergelerle hükümete baskı yapabilirler. Buna sivil toplum örgütlerin lobileri de eklenince federal hükümetin ciddi bir kantonlar kıskacında olduğu belirtilebilir. Bu yapısal siyasi mekanizma kanton ve komün parlamentolarında da işliyor.

2460 bayraklı bir ülke
Geçtiğimiz yılın verilerine göre İsviçre’de 2460 komün mevcut ve herbirinin kendi yerel sembolü (bayrak) var. Anayasa mahkemesi, PTT, devlet demir yolları, iletişim kurumları, ulusal bankalar gibi birçok kurumun genel merkezileri ‘eşitlik, adaletli kalkınma ve dayanışma’ ilkeleri gereği ülke genelindeki çeşitli kanton ve komünlere dağıtılmış. Başkent Bern de, tıpkı İsvçre bayrağı gibi, ülkeyi sadece uluslararası alanda temsil eden bir sembolden ibaret. Merkezi devlet, bünyesindeki otonomilerin vergi, güvenlik, sağlık, eğitim gibi yetkilerini tanıyarak anayasal güvenceye alır. Başka bir anlamda merkezi hükümet, hiçbir şekilde bölge hükümetine hamilik yapmaz, yani onları daha fazla otonom olmaya teşvik eder. Katonlar, katılımcılık ve çoğulculuk ilkeleri gereği tıpkı ABD Senatosu ile Almanya’daki Bundesrat’ta olduğu gibi, sentörler ve sivil toplum örgütlerinin (lobiler) vasıtasıyla kendi otonom hükümetlerini merkezi parlamento ve hükümette temsil ederler.

Laiklik ve din
Temelde katolik (3 milyon) ve protestan (2.7 milyon) olan ülke, 20. yüzyılda yaşanan ekonomik göçler ve mültecilerden dolayı zamanla Ortodoks (80 bin), Musevi (20 bin), Müslüman (400 bin) ve Budistlerle (25 bin) tanışmış. Federal Anayasa’nın ‘yumuşak laik’ olduğu ülkede, kanton anayasaları da bu anlamda çeşitlilik göstermektedir. Cenevre, Neuchatel gibi Protestan çoğunluklu ‘tam laik’ Cumhuriyetçi kantonların yanında Fribourg, Luzern gibi katolik kantonlarda laiklik daha esneklik gösteriyor. Laikliğin kriterleri vergi ve eğitim sisteminde ortaya çıkıyor. Örneğin, laik kantonlarda kiliselere devlet kamu bütçesinden finansman sağlamazken ve okullarda din dersleri yokken, laik olmayan kantonlarda kilisenin devlet ve toplum üzerinde bariz olmamakla birlikte bir etkisi var. Fakat, din ve dil etkenleri bütün farklılıklara rağmen İsviçreliler arasında duvarlar örmüyor. Yapılan araştırmalar halktaki kimlik ve aidiyet duygularının çoğulcu olduğunu gösteriyor. Elbette ki Alman kantonlarının sürekli Avrupa Birliği, sosyal politikalar ve göçmen konularında kapalı ve gelenekçi davranmaları diğer kesimleri rahatsız etse de, ‘Röstigraben’ olarak adlandırılan bu ‘Alman ve latin’ bariyerini ülke bir siyasal ve coğrafik realite olarak kanıksamış artık.

Farklılıkların korunması ve uzlaşı kültürü
Kuruluş felsefesi itibariyle İsviçre farklı diller, dinler ve kültürler dengesi üzerine kurulu. 19. yüzyıla kadar Protestan ve Katolikler arasında yaşanan kanlı çatışmaların ülkedeki hukuki ve siyasi sistemin inşaasındaki etkisi yadsınamaz. Dil olarak Almanca (schwyzerdütsch), Fransızca ve İtalyanca dilli bölgelerin, aynı dil ve dinden komşu ülkeler İtalya, Fransa, Avustralya, Almanya ile olan ilişkileri tarih boyunca sempatik komşuluk ilişkilerinin ötesine geçmedi. Hatta bu 44 bin metrekarelik ülke halkı, etnik milliyetçi hayallerine kapılıp imparatorluk ve sömürgeci geçmişi olan bu dört büyük ülkeyle birleşme hayali de kurmadı. Tarihçiler ve siyaset bilimciler İsviçreliler’deki bu ‘özentisizliği’ yaşam standartlarının yüksek olması ile 1815 yılındaki Viyana Kongresi’nde Avrupa’daki çekişmelerde kendilerini ‘tarafsız’ (neutralite) ilan etmelerinin bu ülkede bir kimliğe dönüşmesine bağlar. Bu, asıl kökleri 17. yüzyılda Avrupa’da yaşanan din savaşlarından sonra İsviçre’nin kendi içine kapanarak ‘komşuların işine burnunu sokmamak’ anlayışına dönüşür. Öyleki, Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau 1750’lerde ‘İsviçreli ineğini sağar, işine bakar’ yani ‘suya sabuna dokunmaz’ der. Buna 1920’de Uluslararası Kızılhaç’ın Cenevre’de kurulması da eklenince, tarafsızlık, ülkenin siyasi kimliklerinden biri haline gelir.

Sonuç olarak, federalizm elbette bütün sorunları çözemez, hatta bazı siyaset bilimcilere göre bölgeler arasındaki farklılıklardan dolayı halk arasında ekonomik eşitsizliklere de yol açabilir. Hatta ülke, yavaş işleyen bir bürokratik sistemle karşı karşıya da kalabilir. Ama bununla, bugünkü dünya koşullarında, çok kültürlü ülkeler için en iyi sistem olarak sunuluyor. ‘Belki kanlı bıçaklı düşmanları birer dost da yapmaz, ama onları birer siyasi rakip haline getirip sorunlarını mecliste, siyasi alanda barışçıl yollardan çözmelerini sağlar”. J. Rohr’un belirttiği gibi ülkenin çok kültürlü yapısı, kantonların sosyo ekonomik yapısını gözönünde bulundurarak toplumsal uygunluk dengesini sağlar, azınlıkların iktidarı paylaşmalarını sağladığı gibi bunların haklarını garantiye alır ve merkezi hükümetin bürokratik boğulma yoluyla tıkanmsını önler.

Bu bağlamda, kendine özgü bir sistemi olan İsviçre 700 yılı aşkın süredir dünyada ve özellikle de Avrupa’da yaşanan altüst oluşlara direnebildi. İsviçre, ‘Collégialité’ denilen özgün yürütme anlayışıyla, liberal ve demokratik ekonomi sistemiyle, uzlaşı kültürünü harmanlayan çok kültürlü bir ülke gerçeğiyle bugün dünyanın ikinci müreffeh ülkesi. İsviçre’nin 2009 verilerine göre Gayri Safi Milli Hasılası (GSMH) 492 milyar Dolar iken, kişi başına düşen milli gelir ise 68.7 bin Dolar. Buna karşın aynı yıla göre, 75 milyonun yaşadığı Türkiye’de GSMH 614.6 milyar Dolar olup, kişi başına düşen milli gelir ise 10 bin Dolar. Para birimi İsviçre Frangı son 50 yıldır sürekli istikrarlı. İşsizlik oranı AB ülkelerinde yüzde 9,6, Türkiye’de yüzde 13 iken İsviçre’de yüzde 3,6.

Belki de bu rakamlardan dolayıdır ki, Lozan Üniversitesi Kamu Yönetimi Enstitüsü’nde sisayet tarihi profesörü Dieter Freiburghaus, mizahi bir üslupla, „İsviçreliler federalizm manyağı“ diyor. Fakat sistem ve halk bu ‘manyaklığa’ alışmış ve ‘bazı manyaklıklar iyi geliyor’ ‘inancı da yaygın bu ülkede. Aynı nükte ile düşünsek; bazı ülkelerin de ‘üniter devlet manyağı’ oldukları sonucuna varabiliriz. Bir asırdır isyanlara sahne, kan akan coğrafyamız için az mı böylesi bir çözüm üzerinde kafa yormak?

KAYNAKCA: - J.- F. Aubert, Traité de droit constitutionnel Suisse, Idées et Calendes 1967, Neuchâtel
H.-P. Kriesi, Le système politique suisse, Economica, Paris, 1995
- Jean Gicquel, Droit constitutionnel et institutions politiques, Monchrestien, 1999, Paris
Maurice Croisat, Les Etats fédéraux dans le monde, http://www.taurillon.org/_Maurice-Croisat_?lang=fr
- http://www.swissinfo.ch, 27.09.2003.
İHSAN KURT / Serbest gazeteci

ikurt@bluewin.ch

Hiç yorum yok: