19 Ocak 2011 Çarşamba

Demokratik Özerklik üzerine 8

Osmanlı İmparatorluğu'nda Özerk Kürt Beylikleri

Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde ÖZERK Kürt Beylikleri halinde, bağımsızlığa yakın bir "özerk statü"de 19. yy başlarına kadar 300 yıl yaşadıktan sonra peki acaba ne değişti de bu "Siyasal Statü" sona erip, yerini Osmanlı'ya karşı Kürt isyanlarına bıraktı? Aslında bu, can alıcı bir sorundur. Ve bu sorunun doğru ve bilimsel yanıtını vermeden, günümüzde de halen devam eden Kürt sorununun 200 yıldır var olan kaynaklarını kavramak da mümkün değildir.


Bir kere 17. yüzyılda Osmanlı'nın önünün Avrupa'da kesinlikle kesilmesi gerçeği vardır. İmparatorluk esas olarak bu dönemden itibaren, Anadolu üzerindeki ağır vergi ve haraçlar yoluyla ekonomik sömürüyü derinleştirme ve 15 yıla kadar varan uzun askerlik sürelerini dayatma ihtiyacını duymuştur.
Osmanlı yönetimi, 19. yüzyıl başlarında yerel özerklikleri yok ederek katı bir merkezi otoriteyi tesis etmeye yöneldi. İlk hedefleri  Kürdistan'da Osmanlı egemenliğinde 300 yıldır bağımsızlığa yakın,  ÖZERK STATÜ'de bulunan Kürt beylikleridir. Bu politika Kürdistan'da 19. yüzyıl boyunca devam eden kanlı bir çatışmayı tetikledi
18. yüzyılın başları, Osmanlı İmparatorluğu'nda iç talan politikasının adeta zirvesidir. Bu durum, dıştan besin bulamayan bir vücudun, kendi kendini içten kemirmesine benzemektedir. 19. yüzyıla işte bu bozulma ve çürümeyle girilmiştir. Ayrıca bu dönemde, 1789 Fransız Devrimi'nin ulus-devlet ve milliyetçilik bayrağının, dalga dalga Osmanlı egemenliğindeki halkları etkisi altına alması gerçeği de vardır. Osmanlı yönetiminin tüm bu gelişmelere yanıtı ise 19. yüzyıl başlarında yerel ÖZERKLİKLERİ yok ederek katı bir merkezi otoriteyi tesis etmeye adım adım yönelmesidir. Tabii ki ilk hedefleri de Kürdistan'da Osmanlı egemenliğinde 300 yıldır bağımsızlığa yakın, ÖZERK STATÜ'de bulunan Kürt beylikleridir. Bu politikanın ise Kürdistan'da neredeyse 19. yüzyıl boyunca devam eden kanlı bir çatışmayı tetikleyeceği besbelliydi. Nitekim öyle de oldu. İlk Kürt isyanı 1806 yılında Süleymaniye yöresinde Babanzade Aşireti tarafından başlatıldı. Ve bunu diğer bölgelerdeki isyanlar izledi. Bu önemli tarihsel nedene, bir de o dönem Ortadoğu'yu büyük bir iştahla işgale yönelen başta İngilizler olmak üzere Batı emperyalizminin "tavşana kaç, tazıya tut", ya da "böl, parçala, yönet!" olarak somutlanabilen sinsi oyunlarını da eklerseniz; Ortadoğu'da 1806'dan günümüze 200 yıldır süren Kürt sorunu ve Kürt isyanlarının tarihsel nedenleri de, daha güçlü temellerde kavranılmış olur.

Kanımca bu tarihsel süreci iyice bilince çıkaran Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu aşamasında, dönemin uluslararası konjonktürü ve içteki güç dengelerini de iyi hesaplayarak, Lozan Antlaşması'yla (1923) yeni devleti güvenceye almadan önce, Kürtlere karşı çok dikkatli bir politika izledi. Amasya Tamimi (1919), Erzurum ve Sivas Kongre (1919) kararları, Kürtlerin beklentilerini dikkate alan içerikteydi. 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da kurulan ilk Büyük Millet Meclisi'nin (BMM) zabıtları, bu kurumun "Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisi" olarak şekillendiğini gösteren tarihi şahitler niteliğindedir. Özellikle Mustafa Kemal'in 1919-1924 yılları arasında sürekli olarak, Türklerle Kürtlerin eşit haklarından, bu iki kurucu asli unsurun, devletin ortakları olduğundan ve Kürdistan'ın siyasi statüsünden çokça söz ettiği tarihi kayıtlarla sabittir. Hatta 27 Haziran 1920 tarihli ve "BMM vekiller Heyetinin Kürdistan hakkında El Cezire Cephesi Kumandanlığına Talimatı" başlığıyla, Mustafa Kemal'den Nihat Paşa'ya gönderilen telgrafın, 5 maddeden oluşan belgesi, bugünkü anlaşılır Türkçe'yle şöyle demektedir;


"Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyetinin El Cezire Kumandanlığı'na talimatıdır:


1- Adım adım bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu, mahalli idareler kurulması iç siyasetimizin gereğidir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise, hem iç siyasetimiz ve hem de dış siyasetimiz açısından adım adım mahalli bir idare kurulmasını gerekli bulmaktayız.


2- Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin idare etmeleri hakkı, bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre, Kürtlerin bu zamana kadar mahalli idareye ait teşkilatlarını tamamlamış, reisler ve ileri gelenleri, bu amaç adına bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini açıkladıkları zaman, kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını, BMM idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidirler. Kürdistan'daki bütün çalışmanın bu amaca dayanan siyasete yönelmesi El Cezire Cephesi Kumandanlığı'na aittir.


3- Kürdistan'da Kürtlerin, Fransızlara ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı düşmanlığını, silahlı çarpışma yoluyla değiştirilmeyecek bir dereceye vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin birleşmesine engel olmak, adım adım mahalli idarelerinin kuruluş sebeplerini kendilerine açıklamak ve böylece bize yürekten bağlanmalarını sağlamak, ayrıca Kürt liderlerinin mülki ve askeri makamlarla görevlendirerek bize bağlanmalarını sağlamlaştırmak gibi genel çizgiler kabul olunmuştur.


4- Kürdistan iç siyaseti El Cezire Cephesi Kumandanlığı tarafından birleştirilecek ve idare edilecektir. Cephe kumandanlığı bu konuda BMM Başkanlığı ile haberleşir. Vilayetler tarafından izlenecek hareket çizgisini düzenleyecek ve birleştireceğinden dolayı, mülki memurların ve yöneticilerinin bu husustaki mercii de yine cephe kumandanlığıdır.


5- El Cezire Cephe Kumandanlığı, idari ve adli veya mali değişiklik ve düzeltmeye gerek gördükçe, bunun uygulanmasını hükümete önerir.


El Cezire Cephesi Kumandanı Nihat Paşa'ya özeldir!


Büyük Millet Meclisi Vekiller heyeti tarafından Zat-ı Devletlerine mahsus olmak üzere, Kürdistan hakkında düzenlenen bu talimat, yukarıda olduğu gibi bildirilir.


Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal."

(TBMM gizli celse zabıtları Cilt:3 Sa: 550-551-İş Bankası Yayınları)


İDARİ YERİNDEN YÖNETİM

 
Yerinden yönetim, diğer bir deyişle 'Adem-i Merkeziyet' usulü 1921 Anayasası'nda asli ve geneldir. Özellikle de 'YEREL ÖZERKLİK', 1921 Anayasası'nın siyasal ve hukuki alanında 'parlamentonun üstünlüğü' ilkesinden sonra gelen üçüncü temel anayasal ilkedir
Bu siyasetin özünden güç alan, Osmanlı'nın ilk Anayasası olan 1876 Anayasası'nın vilayet sistemini öngören ve yerel özerkliği esas alan 20 Ocak 1921 tarihli ve kısaca "1921 Anayasası" dediğimiz "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu"; BMM Genel Kurulu'nda büyük bir oy çoğunluğuyla kabul edildi. Zaten 23 Nisan 1920'de kurulan ilk Büyük Millet Meclisi'nin devleti kurmaya başlarken iki temel siyasi yönelimi vardı: Birincisi, Meclis hükümeti rejimi ile bütün yetkiler BMM' de toplanmıştı. İkinci olarak ÖZERKLİK ilkesine büyük önem verilmiş, yerel temsile ve ÖZERK organlaşmaya olanak tanınarak, demokratik bir yönelim ortaya konulmuştu. Nitekim 1921 Anayasası'nın yerel yönetim alanındaki temel ilkesi de ÖZERKLİKTİ. Örgütlenme ilkesi bakımından VİLAYET ŞURALARI küçük bir BMM gibiydi. "İdari Yerinden Yönetim" ilkesine bağlı olarak, ÖZERKLİKLERİ mahalli işlerle sınırlıydı. Vilayet Şuralarına hiçbir biçimde yasama yetkisi verilmemiş, sadece "tanzim ve idare" yetkisiyle donatılmışlardı. Öz olarak 1921 Anayasası; taban inisiyatifini merkezileşmeye tercih ederek, demokratik bir öz taşımaktadır.

Merkezi otorite, 1921 Anayasası sisteminde yalnızca ülke içi ve dışı genel siyaset, din, adliye, dış ticaret, ordu ile ilgili genel konular ve uluslararası ilişkiler gibi merkezi yetkilere sahiptir. Geriye kalan eğitim, sağlık, kültür, vakıflar, medreseler, iç ekonomi, tarım, bayındırlık, sosyal yardımlaşma gibi işlerin düzenlenmesi ve yürütülmesi ise; "VİLAYET ŞURALARI"nın yetkisine bırakılmıştır. Bu organlar, orada oturan halk tarafından seçilir ve kent içinde bir başkan ve bir idare heyeti seçer. Bu üçlü kurumlaşma, 1921 Anayasası'nın Meclis Hükümeti rejiminin öngördüğü kurumlaşmanın minyatürüydü. Buna göre vilayet hem bir mülki birimdir, hem de bir yerel yönetim birimidir. BMM'nin vekili ve temsilcisi olan vali; vilayette "yalnızca devletin genel görevleri" ile sınırlı yetkilere sahiptir, vilayet yerel yönetiminin yürütme organı ve vilayet halkının temsilcisi değildir. Anayasaya göre Vilayet Şurasının icra yani yürütme amiri, halkın seçimiyle gelmiş Vilayet Şurası Başkanı'dır. O halde bu seçilmiş başkan, vilayet halkını temsil eder ve Vilayet Şurası'nın idare heyeti ile birlikte yürütme organıdır. Daha küçük yönetim birimi olan nahiyelerde ise, "yerel işlerin merkeze danışılmadan yürütülmesi" gibi tam bir yetki ve inisiyatif söz konusudur. Yine nahiyeler bu özelliklerinin yanında, toplumsal ve siyasal yapının temel birimi olarak ele alınmışlardır. Bu sistemde nahiye müdürleri seçimle göreve gelmekte ve gerektiğinde azledilmekte, nahiyelere kadar idari özerklik anayasal güvenceye alınmaktadır. KÜRTLERİN kendi kendilerini yönetme ve ulusal haklarını özgürce kullanma talepleri de bu çerçevede karşılanmaya çalışılmıştır.


Bir bütün olarak 1921 Anayasası'nın devlet yapılanmasında "Merkeziyet Usulü" sınırlı, hatta istisnaidir. Yerinden yönetim, diğer bir deyişle "Adem-i Merkeziyet" usulü ise asli ve geneldir. Özellikle de "YEREL ÖZERKLİK" 1921 Anayasası'nın siyasal ve hukuki alanında "parlamentonun üstünlüğü" ilkesinden sonra gelen üçüncü temel anayasal ilkedir. 24 maddelik anayasanın 14. Maddesi'nin yani yarıdan fazlasının taşranın özyönetimine, özellikle de "YERİNDEN YÖNETİM" ilkesine ayrılması (madde 11-23 arası) bunu çarpıcı bir biçimde göstermektedir. Buna da yerel katılım veya "yerel demokrasi" adını vermek, kanaatimce yanlış olmaz. Üniter devlet kavramını, siyasal-kültürel çoğulculuğu reddeden bugünkü katı merkeziyetçi anlayış, o dönemde söz konusu değildir. Tersine Kürtler, "Türkiye Devleti", "Türkiye Halkı" kavramlarıyla kucaklanmış ve etnisite tanımından uzak bir zihniyet, anayasanın özüne hakim olmuştur. Anayasa gereği Kürtler, genelde BMM'de kimliğiyle siyasal temsilini sürdürürken; (Kürdistan milletvekilleri ve ulusal kıyafetleriyle) özelde de yine anayasanın yerel özerklik (madde 11-23 arası) ilkesi gereğince nüfusça yoğun oldukları illerde "Vilayet Şuraları" ve nahiyelerde kendi kendini yönetme, özyönetimini kurma, dolayısıyla bu anlamda kendi kaderini, kendi geleceğini, kendi eliyle, kendi özgür iradeleriyle belirleme olanağına ve hakkına, hem hukuken, hem de anayasal düzeyde kavuşmuştur.


Bundan dolayı 23 Temmuz 1923 tarihli LOZAN ANTLAŞMASI, 1921 Anayasası'ndan kopuk ele alınamaz. Hatta bu anayasanın bir devamı ve tamamlayıcı parçasıdır. Bu aynı zamanda, Kürtlerin büyük çoğunluğunun 10 Ağustos 1920 tarihli SEVR oyununa gelmediği; BMM ve LOZAN'dan yana neden tutum aldıklarının da en özlü ifadesi olmaktadır. Bu sonucu sağlayan faktörün de, özünde 1921 Anayasası'nın sistemi ve anlayışı olduğu da apaçık ortadır. Öte yandan bu anayasa, 1876 Anayasası'nın 1. Maddesi'nde geçen ve özünde Kürt feodal sınıfının çıkarlarına hizmet eden "Eyalet-i Mümtaza" yani "ayrıcalıklı eyalet" sistemini de kaldırarak; yerine daha demokratik, seçimle gelen nahiye ve Vilayet Şuralarında ÖZERKLİK ve özyönetim sistemini getirmiştir. Bu açıdan da önemli olduğu besbellidir. Ancak 29 Ekim 1923 günü ilan edilen cumhuriyetten sonra yürürlüğe giren 1924 Anayasası; bu demokratik özü terk ederek İttihat Terakki'nin, katı merkeziyetçi ve Türkçü zihniyetini benimsemiştir ki, ondan sonra çıkan tüm Kürt isyanları dahil, günümüzdeki Kürt sorunu kaynaklı tüm siyasi çıkmazların da kaynağını teşkil etmiştir.


Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, devletin kuruluş sürecinde Kürtlere ve Kürt sorununa dikkat çekmek amacıyla, bir önemli tarihi belgeye daha değinmek gerekir. Texsas Üniversitesi Ortadoğu uzmanlarından Robert OLSON'un İngiliz gizli belgelerinden derlediğine göre, BMM, 10 Şubat 1922 tarihli gizli oturumunda "KÜRDİSTAN'IN ÖZERKLİĞİ YASASI"nı 64'e karşı 373 oyla kabul etmişti. İngiliz yüksek komiseri Horace Rumbold, Dışişleri Bakanı Curzon'a yazdığı yazıda, Meclisçe onaylanan bu 18 maddelik yasayı rapor eder.

 
KÜRDİSTAN ÖZERK YÖNETİMİ

Son dönemde gündemleşen bu yasa metniyle ilgili yorum yapanlardan bazıları, 10 Şubat gününün cuma gününe rast geldiğini ve o gün resmi tatil olduğundan, muhtemelen böyle bir belgenin gerçek olamayacağı yönünde kuşkular yaratmaya çalışmaktadırlar. Oysa BMM'nin açılışının dahi, cuma namazı kılındıktan sonra gerçekleştiğini, kuruluş aşamasındaki ve işgal altındaki bir ülkede bırakınız tatil günlerini, gece sabahlara kadar meclisin çalıştığını hiç dikkate almıyorlar. Üstelik 9 Şubat ve 11 Şubat tarihinde Meclis'te gizli oturumlar yapılmışken, neden tatil günü denilerek 10 Şubat'ta bu derece önemli bir "yasa"nın çıkarılmasına ara verilmektedir? Bunun mantıklı bir izahı var mıdır? Kaldı ki yukarıda zikrettiğimiz 27 Haziran 1920 tarihli "El Cezire Kumandanlığına Talimat" ile 1921 Anayasası'nın ruhuyla, aşağıda bazı maddelerini göreceğimiz bu tarihsel belgenin ruhu, birbiriyle çelişmek bir yana, birbirini tamamlamaktadır. Yine ekleyelim ki, bu yasanın 3 Mart 1924 günü TBMM'de alınan bir kararla yürürlükten kaldırıldığı yönünde, bazı bilim insanlarının tespitleri vardır.


Kaldı ki hiç böyle bir belge ortada olmasa dahi; sadece 1921 Anayasası'nın ruhu, o dönemde Kürtlerin kimliğinin, haklarının ve kendi kendini özerk olarak yönetme hakkının, devletçe tanındığını kanıtlamaya yeter de artar bile. Ortada böyle bir anayasa güvencesi olmasaydı, Kürtlerin LOZAN Antlaşması'na (23 Temmuz 1923) bu derece büyük bir destek vereceklerini kim ve neye dayanarak iddia edebilir ki? Tarihe yönelik yorumlar yaparken o dönemin tüm önemli siyasi gelişmelerinin birbiriyle olan diyalektik bağını göz önünde tutmak, bilim namusunun bir gereği olmalıdır. Öyle değil mi?


Sözü daha fazla uzatmadan, bu 18 maddelik yasanın, günümüzdeki "Demokratik Özerklik" tartışmalarına da bir ışık tutması açısından, bazı önemli maddelerini sıralamak gerekir:


"
Madde 1: BMM, Türk milletinin medeniyetin gerekleri doğrultusunda ilerlemesini sağlamak amacıyla, Kürt Milleti için kendi milli gelenekleriyle uyum içinde bir ÖZERK YÖNETİM kurmayı taahhüt eder.

Madde 3:
BMM, tüm Kürt milleti tarafından benimsenen ve onurlu bir geçmişe sahip deneyimli bir yöneticiyi Genel Vali olarak seçecektir.

Madde 4:
Genel Vali üç yıl için atanacaktır. Bu dönemin bitiminde eğer Kürt milletinin çoğunluğu, önceki genel valinin görevine devam etmesini istemiyorsa, yeni bir Genel Vali Kürt Milli Meclisi tarafından seçilecektir.

Madde 6:
Kürt Milli Meclisi, Doğu Vilayetleri'nde genel oya dayalı seçimle oluşturulacak ve her meclis üç yıl için seçilmiş olacaktır.

Meclis oturumları 1 Mart'ta başlayacak ve 4 ay süreyle görev yapacaktır. Eğer Meclis bu süre içerisinde işlerini tamamlayamazsa süre, üyelerinin çoğunluğunun isteği ve Genel Valinin onayıyla uzatılabilir.


Madde 9:
ÖZERK BÖLGE sınırları karma bir komisyon tarafından belirleninceye kadar KÜRDİSTAN İDARİ BÖLGESİ Van, Bitlis, Diyarbakır Vilayetleri, Dersim Sancağı ve kimi kaza ve nahiyeleri içerecektir.

Madde 10:
Kürdistan'ın yönetimine ilişkin olarak, bazı yerlerde yerel duruma uygun olarak bir yargı örgütü oluşturulacaktır. Bu örgüt şu an için yarısı Türk, diğer yarısı Kürt olmak üzere yetkin elemanlardan oluşacaktır. Emeklilikleri durumunda Türk görevliler Kürt görevlilerce değiştirilecektir.

"
Madde 12: Doğu Vilayetlerinde düzeni korumak amacıyla bir Jandarma Kolordusu oluşturulacaktır. Kürt Milli Meclisi bu kolordunun oluşturulmasına ilişkin yasayı inceleyecek, ancak jandarmanın üst komuta hizmetleri, gerekli görüldüğü sürece yüksek rütbeli Türk görevlilerin elinde olacaktır.

Madde 15
: Türk Dili sadece Kürt Milli Meclisi'nde idari işlerde ve hükümet idaresinde kullanılacaktır. Bununla birlikte Kürt Dili okullarda öğretilebilir ve yönetim, Kürt dilinin gelecekte hükümetin resmi dili olma talebine temel teşkil etmeyecek şekilde bu dilin kullanılmasını teşvik edebilir.

"Madde 17:
Genel Valinin onayı alınmadan ve BMM bilgilendirilmeden Kürt Milli Meclisi, hiçbir vergi uygulamasına girişemez.

Boroce Rumbold-Yüksek Komiser."

(Ahmet Mesut, İngiliz Gizli Belgelerinde Kürdistan 1918-1958, Doz Yayınları)

YARIN:
lX-Türkiye Cumhuriyeti'nin idari yapısında, Demokratik Özerklik modeli ile reform

Hatip DİCLE
19.01.2011 00:16

Hiç yorum yok: