19 Ocak 2011 Çarşamba

ABD'nin Sonu

‘Rusları vuruyorlar’ dedi konuştuğum genç paraşütçü. Soğuktu. Onun birliğine gelmiştik, Sovyetlerin 105. Hava İndirme Bölüğü Kabil’in kuzeyindeki Çarikar yakınlarındaydı ve paraşütçünün eli bandajla sarılıydı. Bandajdan kan sızıyor, üniformasının kolunu ıslatıyordu. Sarı saçlı, mavi gözlü gencecik bir askerdi. Arkamızda bir Sovyet nakliye kamyonu vardı, arka tarafı bir mayınla paramparça olmuş (evet, ‘ev yapımı bir patlayıcı’ydı bu, ama henüz o isimle anmıyorduk), bir hendekte baş aşağı yatıyordu. Acı içindeki genç adam elini uzatıp dağların tepelerini işaret etti, gösterdiği yerde bir Sovyet helikopteri dönenip duruyordu. O gün Bay Bush’la Bay Blair’in yaklaşık 30 yıl sonra bizi aynı ordu mezarlığının ortasına sürükleyeceklerini hiç tahmin edebilir miydim? Ya da genç ve
siyah bir Amerikan başkanının o yıllarda Rusların yaptığının tam da aynısını yapacağını?

Ahromeyev bugünü anlatmış...

Birkaç hafta içinde Sovyet ordusunun Kabil’i ve Afganistan’ın en büyük kentlerini ele geçirdiğine, uçsuz bucaksız dağ ve çöl bölgelerini ‘terörist’lere terk ettiğine ve ısrarla başkentte laik, dürüst bir hükümeti destekleyip halka güvenlik sağlayabi-leceklerini söylediğine tanık olacaktık. 1980 baharına gelindiğinde Sovyet ordusunun bir ‘asker takviyesi’ sahne-lemesini izliyordum. Kulağa tanıdık geliyor mu? Ruslar Afgan ordusu için yeni bir eğitim programı ilan etmişti. Tanıdık geliyor mu? O dönemde söz konusu Afgan gücünün sadece yüzde 60’ı emirlere itaat ediyordu. Evet, kulağa gayet tanıdık geliyor.
Sovyet imparatorluğunun çöküşü üzerine bir araştırma kitabı yazan Victor Sebestyen, Rus ordusunun 1979 yılbaşından hemen sonra Afganistan’a girmesini takip eden o dondurucu günleri uzun uzun anlatır. 1986’da Sovyet Politbürosu’na hitap eden Sovyet silahlı güçleri komutanı General Sergey Ahromeyev’den şu alıntıyı yapar: “Şu veya bu zamanda askerlerimizden biri tarafından ele geçiril-memiş bir karış toprak yok Afganistan’da. Buna rağmen ülkenin büyük bölümü teröristlerin elinde olmaya devam ediyor. Merkezleri biz kontrol ediyoruz, fakat ele geçirdiğimiz topraklardaki siyasi kontrolü sürdüremiyoruz.”
Sebestyen’in de işaret ettiği üzere, General Ahromeyev ilave asker talep eder - ya da Afganistan’daki savaşın ‘çok ama çok uzun’ süreceğini söyler. Peki ya, sözgelimi Helmand’daki bir Britanya veya ABD komutanı da şu sözlere nasıl bakardı: “Kabahat askerlerimizde değil. Son derece zor şartlarda inanılmaz derecede kahramanca savaşıyorlar. Fakat kasabaları ve köyleri geçici olarak işgal etmenin, direnişçilerin tepelerde kaybolup gidiverdiği böylesine uçsuz bucaksız bir ülkede pek az değeri var.” Evet, yıl 1986 ve yine General Ahromeyev’i dinlediniz.
1980’in o soğuk ilk aylarında yaşanan trajediyi kendi gözlerimle gördüm. Kahdahar’da insanlar evlerinin çatılarına ve kentin dışındaki yollara çıkıp ‘Allahü Ekber’ diye haykırıyordu; Sovyet konvoylarını bombalayan direnişçilerle (o zamanın Taliban’ı) tanıştım. Hatta Celalabad’ın kuzeyinde Kalaşnikoflarının namlularına taktıkları kırmızı güllerle otobüsümü durdurdu-lar, komünist öğren- cilerin araçtan inmesini emrettiler. Onların akıbetini araştırma zahmetine girmemiştim. Sanırım bugün Taliban tarafından yakalanan hükümet yanlısı Afgan öğrencilerin akıbetinden pek farklı değildi.
Kent dışında ‘mücahitlerin’ (Başkan Ronald Reagan’ın gözde ‘özgürlük savaşçıları’) kızlara eğitim verdiği için bir okulu yıktığı anlatılıyordu. Doğruydu. Okul müdürü ve eşi önce yakılmış, sonra bir ağaca asılmıştı.
Afganlar bize acayip hikâyeler anlatıyordu. Siyasi mahkûmlar ülkeden alınmış ve Sovyetler Birliği’ne götürülüp işkenceye tabi tutulmuştu. Gizli sorgular. Kahdahar’da bir dükkan sahibi (hem Avrupa süveteri hem Afgan sarığı giyen, ellilerinde, eğitimli bir adamdı) sokakta benimle konuştu. Söylediklerinin kaydı hâlâ arşivimde duruyor: “Hükümet her gün gıda fiyatlarının düştüğünü söylüyor. Her gün bize Sovletler Birliği’yle işbirliği sayesinde işlerin iyiye gittiği anlatılıyor. Fakat doğru değil. Bir hükümet düşün ki yolları bile kontrol edemiyor. Hepsine koyayım. Sadece kentleri ellerinde tutabiliyorlar.” ‘Mücahitler’ Helmand eyaletini istila etmişti ve Pakistan sınırından girip çıkıp duruyorlardı, aynı bugün olduğu gibi. Hatta 1980 başında bir Sovyet Mig savaş uçağı sınırı geçip gerillaları bombalamıştı. Pakistan hükümeti ve elbette ki ABD Pakistan’ın egemen-liğinin açıkça ihlal edildiğini söyleyip bombardımanı kınamıştı. Bugün ikide bir sınırı geçip gerillalara saldıran insansız Predatörleri kontrol eden genç Amerikalılara anlatın bu hikâyeyi.

1842’de de farklı değildi
 
Moskova’da, yaklaşık çeyrek asır sonra, Afganistan’daki eski Rus işgalcilerle görüştüm. Bazıları uyuşturucu bağımlısı olup çıkmıştı, bazıları stres bozukluğu dediğimiz şeyden mustaripti. Ve bu tarihi günde, yani ABD Başkanı Barack Obama’nın kaosa daha da derin daldığı bu günde, bir de Britanya’nın 1842’de Kabil’den yıkılmış bir halde çekilmesini hatırlayalım derim.
 
(Robert Fisk,The Independent, 3 Kasım 2009)

Hiç yorum yok: