16 Aralık 2010 Perşembe

Güney Kürdistan’da Fethullahçı Örgütlenme

1996 Yılında TC Hava Harp okulunun hazırladığı bir rapor Türk devletinin, Güney Kürdistan’da oluşmaya başlayan yeni yapıya dönük çarpıcı perspektif ve stratejilerini içeriyordu.
    1996 Yılında TC Hava Harp okulunun hazırladığı bir rapor Türk devletinin, Güney Kürdistan’da oluşmaya başlayan yeni yapıya dönük çarpıcı perspektif ve stratejilerini içeriyordu. Bu rapor özce şu temel görüşleri içeriyordu:  

    “Irak ve Kuzey bölgesi köklü müdahale ve değişimlere gebe ve Türkiye bu durum karşısında öngörülü bir biçimde önceden harekete geçmelidir. Bu harekât politik, istihbari, ekonomik, kültürel, sosyal vb tüm alanlarda geliştirilmelidir. Harekâtın ana eksenini ekonomik girişimler oluşturmalı ve bu da belli bir plan ve strateji dâhilinde olmalıdır. Bunun için özellikle Kuzey Irak’ın başta petrol olmak üzere ekonomik zenginliklerinin değerlendirilmesiyle altyapı inşasında etkince yer almak için gerekli tüm tedbir ve önlemler alınmalı, stratejiler hazırlanmalıdır. Alana giriş yapacak şirket ve firmalar belirlenmeli ve bunlar denetime tabi olmalıdır. Denetim dışındaki firmalar engellenmelidir. Alanda geliştirilecek ekonomik zemin üzerinden zaman içerisinde politik, kültürel, sosyal ve yaşamın her alanına ilişkin bir etkinlik oluşturulmalıdır. Özellikle de ekonomik faaliyet ile istihbari faaliyet iç içe ele alınmalıdır.”
Bu raporda söz edilenler ile günümüzde Güney Kürdistan’daki reel duruma bakıldığında gerçekten de TC açısından bir “başarı” durumundan bahsetmek mümkündür. Raporda belirtilenlerin önemli ölçüde gerçekleştiği ve gerçekleşmeye devam ettiği rahatlıkla gözlemlenmektedir. Fakat o günden bu yana gerçekleşen önemli bir farklılığa vurgu yapmak gerekir. Söz konusu raporu hazırlayan devletin klasik İttihatçı-Kemalist kesimi iken günümüzde bunu hayata geçiren ise bu kesimle şiddetli bir rant ve iktidar mücadelesi veren ve bu yolda önemli sayılabilecek bir mesafe kat eden AKP’nin Yeşil Hegemonik kanadı olmaktadır. Bu kanadın resmi ifadesi AKP, arka planı ise Gülen cemaatidir.

    Cemaatin Güney’e Girişi

    2002 yılı sonlarında iktidara gelen AKP, 2007 yılına kadar ayağa doğrulma ve güçlenme mücadelesi verdi. 2007 yazında yapılan seçimlerde elde ettiği başarı ve ardından cumhurbaşkanlığı mevkiini elde etmesiyle iyice güçlenen AKP, devletin çelik çekirdeği olarak ifade edilebilecek ittihatçı kesime karşı atağa geçti. Geçen 3 yıldan fazla bir zaman kesitinde de önemli ölçüde geriletti ve ellerindeki temel kurumların büyük çoğunluğunu ele geçirdi. 
  
    AKP ve Gülen cemaati Güney Kürdistan’da ise özellikle 2005 yılından itibaren etkinlik göstermeye başladı ve geçen 6 yılda yaygın bir örgütlülük düzeyine ulaştı. Cemaat dünyanın neredeyse her tarafında uygulaya geldiği sistemi buraya da taşırdı. Öncelikle özel okullar ve kolejler üzeri eğitim sahasında örgütlenmektedir. Başta Hewlêr olmak üzere Süleymaniye, Duhok ve Kerkük gibi Güney şehirlerinde onlarca okul açmış bulunmaktadır. Hewlêr’in en işlek ve merkezi yerinde Işık Üniversitesini açtı. Yanı sıra özel Nilüfer kız koleji ve erkek kolejlerini devreye koydu. Şehirlerde belli bir örgütlülük düzeyine ulaşan cemaat son olarak Halepçe gibi ilçelere de el attı. Eğitim alanında profesyonel kadroları çalıştıran cemaat “kalite”yi ön plana çıkarmakta ve bu nedenle cazibe merkezi haline gelebilmektedir. Öyle ki cemaate ideolojik olarak karşı çıkan kesimler bile okulları “gelecek vaat ediyor” diye çocuklarını bu okullara kaydedebilmektedir. Kuzey’den Şerafettin Elçi ve Hak-Par çevresi gibileri de kendi çocuklarını ya da devşirdikleri gençleri buralara göndermektedirler. Yine Güney Kürdistan bölgesinin önde gelen yöneticilerinin büyük kesimi kendi çocuklarını bu okullara gönderebilmektedir. Güney’de iktidar ve rant olgusunun babadan oğla geçtiği düşünüldüğünde önümüzdeki on yıllarda buradaki yöneticilerin önemli kesiminin “Fethullahçı” olması işten bile değildir. Nitekim cemaatin eğitim alanındaki örgütlenme tarzına bakıldığında bu belirlemenin hiç de abartı sayılamayacağı anlaşılacaktır. 

    Çünkü cemaat eğitimi “eğitsel” bir faaliyetten ziyade “ideolojik” bir çalışma olarak ele almaktadır. Ele alış tarzı ise stratejik ve uzun vadelidir. Okullara öğrenci alınırken başta belli bir seçicilikle hareket ediliyor. Ama asıl ayıklamaya sonradan gidiliyor. Eğitim süreci içerisinde zekâ, yetenek, beceri ve başarılarıyla göz dolduran öğrenciler adeta mercek altına alınıyor ve esas yatırım bunlara yapılıyor. Belli eğitim süreçlerinden sonra Amerika ve Avrupa’daki farklı üniversitelere gönderilen bu öğrenciler lisans ve lisansüstü eğitimlerinden sonra Fethullahçı çarkın belli yerlerinde önemli dişliler haline getiriliyorlar. Bunun en bariz örneklerinden birisi şimdiki maliye bakanı ve Kürt kökenli olan ama devşirilen Mehmet Şimşek’tir. Batman’ın Kercews ilçesinin ücra bir köyünden alınarak yatılı okullar vasıtasıyla yetiştirilen Mehmet cemaat vasıtasıyla Amerika ve İngiltere’de yetiştirildikten sonra bir gün aniden ve adeta gökten paraşütle indirilircesine AKP’nin son hükümet kabinesinde önce devlet bakanı sonra da maliye bakanı yapıldı. “Kürt” Mehmet bu çarkta öylesine öğütüldü ki sadece anadili olan Kürtçeyi unutmakla kalmadı, eğitim dili Türkçeyi sağlıklı konuşamayacak hale geldi. Mehmet’in bakan yapılmadan önce aylarca Türkçesini tazeleme alıştırmaları yaptığı basında yazıldı, çizildi. Kürtçesini ise TRT 6’da izledik ve yaşama onunla gözlerini açtığı, onunla büyüdüğü anadili olan Kürtçeyi unutacak kadar keskin bir asimilasyon ve dejenerasyon çarkından geçtiğine hayretle şahit olduk. Sözde Kürtçe kanalda sözde Kürt kimliğini sergileme amacıyla izleyicilerin karşısına çıkan “bakan” anadilini, İngilizceyi yeni öğrenmeye başlayan bir ortaokul öğrencisinden daha ağır ve bozuk konuşuyordu. 

    Aynı sistematiği Güney Kürdistan’da işleten Fethullahçılar sadece eğitim dönemlerinde değil sömestr ve yaz tatillerinde de faaliyetlerini sürdürüyorlar. Ayıkladıkları öğrencileri Türkiye’ye götürerek daha sistematik ideolojik seanslara tabi tutuyorlar ve hangi halktan olurlarsa olsunlar tüm öğrencilere Türkçülüğü aşılıyorlar. Bunu her sene yaptıkları ve dünyanın her tarafından Türkçe öğretip getirdikleri çocukları “Türkçe Olimpiyatları”nda yarıştırarak gözler önüne seriyorlar.

    Örneğin Hewlêr sokaklarını iyi gözlemleyen biri günden güne Türkçe konuşanların ve konuşmalarının arttığını rahatlıkla fark edebilir. Bunların önemli bir kesimi Türkiye’den ve Kuzey Kürdistan’dan gelen Türkler ve Kürtler olsa da Fethullah cemaatinin özendirdiği Güneyli Türkmen ve Kürtler de azımsanmayacak kadar çoktur ve her geçen gün daha da artmaktadır. Yanı sıra sadece Türkmenler arasında değil Kürtler arasında da şaşılacak derecede Türkçü kültüre dönük bir çarpık bir özenti gelişmektedir. Hewlêr cadde ve sokakları git gide daha çok 1970 ve 80’li yıllarda acılı arabesklerin yankılandığı Türkiye iklimine girmektedir. Kuzey’de ipliği iyice pazara çıkan İbrahim Tatlıses Güney gençleri için bir idol durumundadır. 

    Cemaat Güney’de MÜSİAD’lı (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) adamlarına her geçen gün daha fazla alan açmaktadır. Bunlar kendi aralarında “Müstakil” yerine “Müslüman” kelimesini kullanıyorlar. Ekonomi, siyaset, ideoloji ve eğitimi iç içe ve sistemli bir tarzda ele alarak harmanlayan cemaat bir süre sonra devşirdiği kitleyi adeta çimentolu bir ağ haline getiriyor. Örneğin desteklediği ya da cemaatin üyesi kıldığı iş adamı ekonomik faaliyetin yanı sıra eğitim faaliyetlerinin örgütlendirilmesinde de etkince yer alıyor. Yine cemaat üyesi doktor, mühendis, tekniker, öğretmen vb mesleklerden kişileri adeta tayin usulüyle dünyanın herhangi bir ülkesindeki örgütlülük ağına atayabiliyor.

    Cemaat kendisine bağlı üyeleri haftanın belli günlerinde “oturum” adını verdikleri toplantılara alıyor. Bu toplantılarda ideolojik, ekonomik ve sosyal konular ele alındığı gibi moral ve motivasyon etkinlikleri de düzenleniyor. 

    Fakat cemaat üyelerini bir arada tutan esas etken ekonomi faktörüdür. Üyeler sıkı bir ekonomik sistemle birbirine kenetlendirilmiştir. Böyle bir sistemde çok zenginler olduğu gibi orta ve alt derecedeki zenginler de vardır. Ama cemaate katılan birinin “fakir” seviyede kalmasına izin verilmez. Böyle bir fakir, 3-5 zenginin “çok ufak fedakârlıklarıyla”, en azından fakir olmaktan çıkarılır. 

    Cemaat kendi içinde ne derece sözde dayanışmacıysa dışa ve rakiplere karşı da o derece gözü kara ve aşırı pragmatisttir. Örneğin geçen yaz boyunca TÜSİAD başkanı Ümit Boyner’in Güney Kürdistan’ı ziyaret edeceği duyuruldu. Sonrasında bunun ertelendiği bildirildi. Gerekçe olarak da güvenlik sorunları ve olası patlamalar gösterildi. Nihayetinde ziyaret gerçekleşmedi. Hâlbuki AKP’nin Ahmet Davutoğlu, Beşir Atalay ve Zafer Çağlayan gibi bakanları Hewlêr’de adeta cirit attı ve hiç de bir şey olmadı. Meseleye derinliğine bakıldığında bunun cemaatin TÜSİAD’a yönelik bir tezgâhı olduğu anlaşıldı. Çünkü Güney Kürdistan’da 6-7 milyar dolarlık bir rant pastası ve bunun üzerindeki kapışma var. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Güney’de İstanbul sermayesi Anadolu sermayesine boyun eğmeye başlıyor. Diğer bir deyimle “İstanbul çakalları”, “Anadolu çakallarına” sahayı bırakmak zorunda kalıyor ya da onlarla uzlaşarak hatta onların safındaymış gibi gözükerek paçayı kurtarmaya çalışıyor. Türkiye’de bunun örneği Aydın Doğan iken Güney’de ise İlknur Çevik’tir. Çevik’in Güney’de yarım bıraktığı konutlar çürümeye yüz tutarken şimdilerde onu AKP’nin “yandaş Medyasında boy gösterir halde görüyoruz. 

    Fethullahçı iş adamları Güney’de son derece örgütlüler. Bunlar belli aralıklarla şehrin merkezi yerlerinden birinde yer alan New City lokantasında bir araya gelerek “durum değerlendirmesi” yapmaktadırlar. Bu gözler önünde yapılan toplantılardır. Bir de gözlerden uzak yapılan daha derinlikli toplantıları da vardır. Hewlêr sokaklarında lüks cipleriyle dolaşan semiz ve kilolu cemaat adamlarının yanında türbanlı eşleri de boy göstermektedir. Ama bunlar evlerinin içinde son derece “modern” bir duruş sergilemektedirler. Örneğin eşleri evlerin içinde makyajlı ve body türü dar giysilerle hareket etmektedir. Önderliğin son Savunmalarında vurguladığı gibi “Geleneğin sadece elbise ve sakallarını kuşanırlar. Ruh ve bedenleri en gerici modernite artıklarıyla yüklüdür.”

    Gülen Cemaati Güney Kürdistan’da platform, sempozyum ve konferans türü entelektüel ve ideolojik faaliyetlerini de sistemli olarak yürütmektedir. 2008 yılı sonunda gerçekleştirdikleri ilk Abant platformu sonrasında çeşitli oturumlarla devam etti. Yine Güney’in çeşitli think thank ve strateji kuruluşlarıyla beraber periyodik olarak toplantılar düzenliyorlar. 

    Güney’de Abant Platformu dışında Taraf Gazetesi benzeri bir duruş sergileyen Liberal Düşünce Topluluğu adlı oluşum da etkince çalışmaktadır. Genel Koordinatörlüğünü Özlem Çağlar Yılmaz’ın yaptığı bu kuruluş “Ilımlı İslam” ile dirsek teması halinde liberal bir siyaset izliyor. Bunların dışında bazı sözde Kürt akademisyenler de yer yer sempozyumlar düzenlemektedirler. Bunlar cemaatin adamlarıdır. Bunların önde gelenleri Batmanlı Bilal Sambur’dur. Bu kişi aynı zamanda “Din ve Hürriyet Araştırmaları merkezi direktörü” olarak tanınmaktadır. Bir diğeri de Kerboranlı (Dargeçit) Nezir Akyeşilmen’dir. Bu da Selçuk Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler bölümünde Yardımcı Doçent olarak görev yapmaktadır. Bunlar söz konusu etkinliklerde Fethullahçı tezleri işliyorlar. Yani Ilımlı İslam’a dayalı bir tür “Neo Osmanlıcık” teorisini geliştiriyorlar. Elbette bu da başını ABD’nin çektiği uluslar arası ekonomik ve siyasal sistematik dâhilinde ve onunla işbirliği temelinde geliştirilecek. Ortadoğu’daki baş taşeron ülke ise Türkiye olacak. Bunlara göre Güney Kürdistan’a düşen görev ise başta petrol olmak üzere yer altı zenginliklerini cömertçe bu piyasaya açarak katkı sunmak ve Türkiye için “dikensiz bir gül bahçesi” olmaktır.

    TC’nin klasik Kemalist-İttihatçı çekirdeği, Saddam’dan sonra Güney Kürdistan’a tıpkı Kuzey’de olduğu gibi kaba bir talancılık ve sömürgecilik anlayışı ve yaklaşımıyla girmeye çalıştı. Bunu yaparken de Kürt ve Kürdistani kimliğini en kaba biçimde inkâr etmekle yetinmedi aynı zamanda aşağıladı. İttihatçı basının Güney yöneticileri için uygun gördüğü en hafif deyim “postal yalayıcıları” oldu. Ama bu yaklaşım başını ABD’nin çektiği “yeni dünya düzeni”yle uyuşmuyor ve çelişiyordu. İşte tam bu noktada 1999’dan beri Washington’a kapak atmakla kalmayıp oradan “zengin” kütüphanesinin önünden takkesi ve “güçlü nefesi” ile okyanus ötelerine “vaaz” üfüren Fethullah Gülen devreye girdi ve bu kervanın böyle yol alamayacağı “tüyo”sunu verdi. Hemen sonrasında kollarını sıvayan cemaat tez elden Abant’ı Hewlêr’e taşıyarak meseleye ağırlıklarını koydular. Gerçi onlar da bir süre “Kürdistan” kelimesine direndiler. Ama sonrasında telaffuz etmenin kıyametle eş anlamlı olmadığı sırrını keşfedince çekinerek ve dudak ucuyla da olsa fısıldadılar. Güney yönetimi ise bu “psikolojik duvarın yıkılması”nı yeterli buldu ve hem gönlünü hem de uzayıp giden Güney ovasını onlara cömertçe açtı. Artık Hewlêr kalesinde devasa “kesk û sor û zer” bayrağı rüzgârda dalgalansa da aşağıdaki zeminde “Türkî” rüzgârlar ve nağmeler ortalığı doldurmaya başladı. Tam da Ahmet Davutoğlu’nun hayalindeki “yeni Osmanlı”nın küçük bir minyatürü doğuyordu. İnsanlar ve özellikle gençler artık Kürtlüğünü beğenmiyor, geri buluyor ve “yükselen yeni değerlere” doğru koşuyordu. Onların gözünde bunların yeşerdiği coğrafya Avrupa ve ona köprü olan tek ülke Türkiye idi. Ve Kürdî nağmelerin yerini İbo, Ceylan, Sibel Can ve Mahsum Kırmızıgül nağmeleri alıyordu. “Kurtlar Vadisi” afişleri ve “kahraman Türk” Polat resimleri Hewlêr duvarları ve gençlerin tişörtlerinde parlıyordu.
Ve adeta Fethullahçılar, Kemalist ve İttihatçılara nazire yaparcasına “bak böyle de inkâr oluyormuş, Kürt ve Kürdistan diyerek de inkâr ve asimilasyon oluyormuş” diye fısıldıyorlar…

Akif Roj

Hiç yorum yok: