12 Ekim 2010 Salı

Pais Basco'dan...

Pasai’ya ya geldim sonunda… Sırtını dağlara, yüzünü denize vermiş şirin bir Bask köyü Pasaia… Denize açılan bir kanal köyü ikiye bölüyor: Pasaia Donibane ve Pasaia San Pedro… Pasaia Donibane’de Bask Yazarlar Birliği’nin evi, Hugoenea’da kalıyorum… Burası yazarlar için bir yazı kampı; Katalan, Bask, Kürt yazarlar için… Türkiye’den başvurulara açık ancak sadece Kürtler gelebilir… Asimilasyon ve baskı altında olan dil gruplarından yazarlara kapıları açık… Burası Urtzi’nin önerisi… İstanbul’da senaryoyu yazmaya çalıştığım ama sadece sıkıntısını yaşadığım günlerde yazıştığımızda senaryonun iyi gitmediğini, İstanbul’da yazamadığımı yazmıştım. Hayat yeterince yoruyordu ve sürekli yorgun hissediyordum. O da bana, “Neden senaryonu Bask ülkesinde yazmıyorsun?” başlıklı bir mail attı, altına şu an kaldığım bu evin fotoğrafının olduğu bir link göndermişti…

Pasaia Bask ülkesinin en politik, en radikal köyü: Köyün tüm duvarlarında “Bask ülkesine özgürlük”, “Bağımsızlık”, Batasuna’yı ve ETA’yı destekleyen yazılar yazılı...

Burası kano yapma yeri aynı zamanda; Fransa’dan her taraftan insanlar bunun için buraya geliyorlar. Kano yapanların ritmik hareketleri müthiş bir görsellik sağlıyor…

İlk geldiğim gün bir şeyler almak için bakkala gitmeye karar verdim… Aşağı indim, önce kanalın denizle buluştuğu yere doğru yürüdüm, bir süre sonra orası bitti ve herhangi bir bakkal/market görmedim. Tekrar kaldığım evin önündeki meydana geldim ve bu esnada çok tatlı bir Basklı kadınla karşılaştım. Tek kelime İngilizce bilmiyordu, ona diş macununu anlatmam gerekiyordu. Sessiz sinema oyunu gibiydi durumumuz… Önce dişlerimi gösterip fırçalar gibi yaptım, sonra saçımı yıkar gibi, sonra cebimdeki paraları gösterip, alış-verişi tarif etmeye çalıştım, ne yapsam gülüyor başka bir şey söylüyor ama beni anlamıyordu. Belki de anlıyordu, ben onu anlamıyordum. Onun yaşlarında (ikisi de 60’lı yaşlarındaydı) bir adam geçiyordu yanımızdan, adamı durdurup bir şeyler konuştular hakkımda, sonra ikisi beraber bir şeyler anlatmaya çalıştılar. Adam bankayı sorduğumu sandı. Sonra saçlarımı yıkar gibi yaptım ellerimle. Kadın bunun üzerine “Şampuuu” diye bağırdı, çok da sevindi. Sonra cebimdeki bozuk paraları gösterdim ve iki elimle nerede, nasıl manasında bir işaret yaptım. İlerisini gösterdi bana ama beni bir şey için uyardı, eliyle 5’i gösterdi. Ne olduğunu anlamam için ilerisine gitmem marketi bulmam gerekiyordu. Marketi buldum ama kapalıydı. Yan taraftaki cafe/bara neden kapalı diye sordum İngilizce. Kimse bir şey anlamadı, bana onlar da elleriyle ‘5’i gösterdiler. Demek saat 5’te kapanıyormuş dedim kendime. Saat ne çabuk 5 oldu diye düşündüm. Eve döndüm, saat henüz 3’tü… Sanırım üç saat sonra saat 6’da jeton düştü. Siesta saatlerinde uyuduklarını hatırladım, çalışmadıklarını… 5 diye ısrarla gösterdikleri açılış saatiydi marketin. Hazırlandım ve çıktım.

Markette yumurtayı anlatmam için yumurtayı kırıp tavaya döküşü tarif etmem, oynamam gerekti, marketi işleten kadın hemen anladı. Tavuk alıyor olsaydım tavuğu canlandırmam gerekecekti…

İstanbul’dan haberler yine kötü… Bir sanat galerisinin açılışına saldırmış bir grup, dışarıda içki içilmesine karşı olarak… Davetlileri pataklamışlar, birkaçı hastaneye kaldırılmış. Bir cemaat işi bu… Türkiye’de çok kötü şeylere gebe olacak bir dönemeç noktası… Sokak ortası linç bu… Ne olacak şimdi? Herkes birbirine mi saldıracak?

Pasaia’da bir haftam oldu geleli… Birkaç yeni kelime öğrendim, günlerdir neredeyse hiç konuşmadım. Ara sıra sesimi duymak için ıslık çalıyorum. Pasaia’da neredeyse her evin balkonunda pembe flamalar var. "Superturik Ez!", "Gudari, Egona 2010", "Euskal Preso Eta Ihesleriak, Etxera" yazıyor, ne yazdığını Urtzi’ye maille yazdım, şimdilik dek tanıştığım ve İngilizce bilen tek Basklı Urtzi ne de olsa…

Güzel bir yürüyüş yolu falezlere doğru; deniz ve dağ arasında ince bir yol… Yolun sonunda kanalın denize yerinde bir kafe var. Garson kızla artık tanışıyoruz. İsmi Olatz. Pasaia’ya da tanıştığım ikinci kişi ve ikisinin adı da Olatz. Her gün yaptığım gibi oraya yürüyüp bir süre oturdum. Yüksek ve dehşete düşüren gemi sesiyle irkildim. Kano yapan iki kişi devasa bir yük gemisinden kaçmaya çalışıyordu, yük gemisinin iki tarafında iki küçük gemi (küçük gemiler bile İstanbul’daki vapurlar kadardı) tarafından çekiliyordu. Yük gemisinin içi kütük doluydu. Kano yapan gençler (biri erkek bir kadın bir çift olmalıydılar) hızla kenara çekildiler. Denizde damla gibiydiler kanocular, dev geminin yanında… Pasaia’nın tartışmalı bir mevzusu var tam da bu konuyla bağlantılı… Balkonlarda gördüğüm pembe flamada yazan “Superporturik ez!” bunu anlatıyor. Bu ‘süper limana hayır’ demek…

Bu slogan, Pasaia’yı deniz ve dağlarından ayırmaya çalışan bir projeye karşı geliştirilmiş tepkileri içeriyor… Pasaia’ya dev bir liman yapılması planlanıyor. Bu Pasaia’nın doğasının ve tarihi yapısının özetle Pasaia’nın yok olması demek. Urtzi’den gelen yanıta göre, Bask ülkesinde iki büyük liman var, birisi Bilboa’da, diğeri Bask’ın Fransa tarafında kalan Baiona şehrinde… Bask ülkesinin üçüncü bir limana, hele dev bir limana ihtiyacı yok ancak ülke değil bölgesel olarak bu kararlar alınıyor. Şimdi Pasaialılar tüm balkon ve pencerelerine “Superporturik ez!” (Süper Liman’a hayır) flamaları asarak yer yer eylemler gerçekleştirerek, buna karşı tepkilerini dile getiriyor.

“Gudari Eguna 2010” şunu söylüyor: Gudari, ‘guda’ savaş demek, Gudari Bask savaşçılarını işaretliyor. Gudari’nin ilk olarak 1936-1937 yılındaki iç savaşta kullanılmış Bask savaşçı ve militanlar için. “Gudari Eguna” ise “Bask Savaşçılarının Günü” demek. 27 Eylül, yani geçen pazartesi günü, iki gün önce Franco tarafından öldürülen iki ETA üyesi Txiki ve Otaegi’nin yıldönümüydü. Franco’nun öldürttüğü son kişilerdi. Franco 20 Kasım 1975’te öldü.

27 Eylül’de anmaları yapılan bu iki kişiden Otaegi Basklıydı ancak Txiki (gerçek adı Jon Paredes Manot) Güney İspanya’da doğmuştu ve Bask ülkesine çocukken göçmen olarak gelmişti. Franco ‘kaynaşma’ için birçok İspanyol aileyi Bask ülkesine zorunlu olarak göç ettirdi, Bask ülkesini İspanyol yapmak için… Ancak bu ailelerin bir kısmı gerçekten kaynaştılar Bask ülkesiyle ve Bask mücadelesine katkı sundular. ETA’ya katıldılar. Txiki onlardan biriydi.

Josu’nun da Urtzi’nin de anneleri de göçen bu ailelerden. Urtzi’nin annesi İspanyol kökenli olmasına rağmen Bask dili öğretmenliği yapacak kadar Basklı bugün…

Bir diğer afiş: Euskal Preso eta Iheslariak Etxera”… “Bask Tutuklu ve Sürgünleri Evlerine” anlamına geliyor. Bu flama en sık görülenlerden bir tanesi. Ayrıca bir kalbi andıran bir haritada okla iki bölüme ayrılmış Bask ülkesinin bayrağı da çok sık görülüyor. Altında da, “Bask militanları eve dönsün,” yazıyor.

Pasaia’da bugün yarım saatlerde çaldığı gibi tek ya da saat başı, saat sayısı kadar değil, birçok kez çaldı çanlar. Pasaia’da biri öldü. Pasaia’lılar çoğunlukla yaşlılardan oluşan sakinleri, kilisenin etrafında toplandılar.

2 Ekim… Bugün Bask’ta eylem günüydü… İndepedentzia… Bugün on binler hep bir ağızdan bunu bağırdılar; İn-de-pe-dent-zia… Urtzi’nin çalıştığı küçük televizyonun kameramanı hasta olduğu için gösterinin çekimlerini ikimiz yaptık. Alana vardığımızda, henüz çok büyük bir kalabalık yoktu. Urtzi emin bir şekilde, “Gelecekler” dedi, 15 dakika vardı yürüyüşün başlamasına. Liderler yerini almıştı, tüm Bask partileri katılacaktı. Bask dilinde “Sosyal, Politik ve Sivil Haklar’a Evet” ve “Gösterileri Yasaklamaya Son” yazılı iki büyük pankartında arkasında yürüdüler. İspanya devleti geçen ay içerisinde iki gösteriyi yasaklanmıştı. Bir tanesi ETA’ya yakın olan Batasuna’nın gerçekleştirmek istediği “Adierazi EH” başlıklı gösteriydi. Ayın grubun “İfadeye Özgürlük” başlıklı gösterisi de bir öncekine benzerliği dolayısıyla yasaklanmıştı. Grup yürüyüşe başlamadan “İndepentenzia” (Bağımsızlık) sesleri yükselmeye başladı. Olabilecek en etkili şey binlerce insanın bir ağızdan ‘Bağımsızlık’ diye bağırmasıdır. 50 binin üzerinde insan toplanmıştı, bu Bilbao’nun nüfusu için çok büyük bir rakamdı.İki üç kilometre yol yüründü kalabalıkla, intizam içerisinde.

Bask ülkesini Fransa ve İspanya arasında bir nehir bölüyor; Bidasoa… Bidaso’nın bir tarafı Gipuzkoa İspanya yönetiminde, diğer tarafı Lapurdi Fransız yönetiminde. O nehri geçtik… Resmi sınırlar bir anlam ifade etmiyor Basklılar için…

Sınır, Kürtlerin çok iyi bildiği, hissettiği bir olgu… Sırf o sınırlar yüzünden kaç kişinin öldüğünün haddi hesabı bile yok… “Sarhoş Atlar Zamanı” filminde, kaçakçı İranlı Kürtlerin Irak tarafındaki kendi ülkelerinin içindeki sınırları geçerken ölümle burun buruna yaşamları geliyor aklıma…

Basklar için Ancak Avrupa Birliği süreci Fransa’daki ve İspanya’daki Baskların daha rahat ulaşım sağlamasını yol açmış, Kürtlerin böyle bir imkânı yok, Mardin’den kalkıp Zaho’da öğle yemeği için gitmek şimdilik bir hayal… Geçen sene Mahmur’a gittiğimizde saatlerce sınırda bekletilmiş, sabah 6’da Mardin’den yola koyulmuş, akşam 5’te Zaho’ya varmıştık.

Bask’ın bir diğer önemli temsili Picasso’nun meşhur Guernica tablosuna konu alan, Baskça Gernika şehri… Gernika, Franco’nun iç savaş yıllarında gerçekleştirdiği ve Picasso’nun tablosuna dönüşen katliamıyla biliniyor… Gernika eski küçük bir yerleşim yeri Bask ülkesinde. Bu katliam belleklerde taze duruyor tıpkı Kürtlerin Dersim’i ve Anfal’i gibi…

Bask birçok şey için vazgeçilmez ama en çok Mikel Laboa’nın devrimci marşlarını dinlemek, elmadan yapılmış Sagardoa’sını içmek, yüksek dağlarını, dalgalı denizini seyretmek, bir eyleme gidip ‘independentzia’ diye bağırmak ve sıcak insanlarının dost gözlerine bakıp ‘Kaixo’ (Merhaba) ayrılırken ‘Agur’ (Hoşça kal) demek için bir başka güzel…

Basklar ve Kürtler kardeşler; yasaklanan dilleri, sınırlarla bölünen coğrafyaları, dağlara aşkları, yasaklanan dilleri, isimleri, talepleri, gördükleri baskıları ve her şeye inat söyledikleri özgürlük şarkılarıyla…

MİZGÎN ARSLAN

Hiç yorum yok: