26 Ekim 2010 Salı

KCK Davasi ve Gercekler-1

Yeni_Özgür_Politika ‘’DTP’nin, DTK’nın ve diğer sivil toplum örgütlerinin yaptıkları bütün çalışmalar delil olarak sunulmuş. İHD raporu gibi, DTP programı gibi, MYK kararları gibi. Bölge barolarının, anayasa profesörlerinin katıldığı bir anayasa çalıştayı suç olarak gösteriliyor.
‘KCK’ adı verilen dava, şimdiden Cumhuriyet tarihinde ‘özel’ bir bölüm olarak yer aldı. Seçilmişlerin, yasal bir siyasi partinin görevlilerinin elleri kelepçeli, sıraya dizilmiş fotoğraflarının basına servis edilmesiyle başlayan sürecin; ‘Kürt sorunu’nun en kritik aşamalarından biri olarak, Türkiye’nin ve Kürt halkının kaderinde önemli bir rol oynayacağı açık.

Dünya ve Türkiye kamuoyunun gözünü diktiği davada yargılanan sanık sayısı 151, savunmayı üstlenen avukat sayısı ise 300’e yakın. İçlerinde Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Hatip Dicle, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş gibi isimlerin bulunduğu sanıkların savunmalarını Kürtçe yapmaları, davanın ‘siyasi’ boyutuna vurgu yapan en önemli hamlelerden oldu. Avukatların koordinasyonu kolaylaştırmak amacıyla aralarında oluşturduğu 5 kişilik komisyonun üyesi Avukat Meral Danış Beştaş’a davanın kamuoyuna yansımayan, çarpıtılan ayrıntılarının yanı sıra siyasi sonuçlarını da sorduk. Meral Danış Beştaş da, sorularımıza hukukçu kimliğinin yanı sıra BDP Hukuk ve İnsan Haklarından Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı olarak yanıt verdi.

7561 sayfalık iddianamenin tamamını satır satır okudunuz mu?

Evet, satır satır okudum.

Ne kadar sürdü bu?

Gece yarılarına kadar, sabah 04.00’e, 05.00’e kadar olmak suretiyle bir buçuk aya yakın sürdü. Tabi iddianameyi okumak yetmiyor. Bir de bunun 130 bin sayfalık ek delil klasörleri var. İddianamede delil klasörüne atıf yapılan yerlerde bir de dönüp bu delillere göz atmak zorunda kalıyorsunuz. Zaten iddianamenin bu kadar uzun olmasının temel esprisi de bu. Hukukçu deyimiyle iddianamede aynı zamanda delil ikamesi de yapılıyor. Yani delilleri de iddianamede görebiliyorsunuz.

Okumayı bitirdiğinizde sizde kalan duygu ve düşünce ne oldu?

Abartabilmek, çarpıcı hale getirebilmek için Obama’dan Baykal’a Türkiye ve dünya siyasetinin önemli isimlerinin hepsini yan yana koymuşlar. Davanın avukatı olarak, ‘nelere yer verildi, nelerle desteklendi’ diye baktığım için iddianameye, bana göre tam bir ‘skandal’ diyebilirim. Hukuki verilere dayalı bir kurgu yok. Sanki savcı bir gözlük taktı, ‘bunların attığı her adım, söylediği her söz, KCK adına yapılmış’ diye karar verdi ve iddianameyi hazırladı. Önce yargısını koymuş çünkü. Objektif hiçbir değerlendirmeye rastlayamıyorsunuz, hepsi sübjektif.

Hukuken delil olarak sayabileceğiniz hiçbir şey yok mu?

Şüphesiz böyle bir dosyada, ceza hukuku açısından tartışılabilecek çok şey var. Ama, davanın çıkış noktası siyasi saik olduğu için, DTP’nin, DTK’nın ve diğer sivil toplum örgütlerinin yaptıkları bütün çalışmalar delil olarak sunulmuş. Oysa hepsi aleni ve yasal. Mesela İHD raporu gibi, DTP programı gibi, MYK kararları gibi.

Örneğin DTK’nın anayasa çalıştayı bile örgüt faaliyeti olarak gösterilmiş. Bölge barolarının tümünün, Türkiye’den pek çok hukukçunun, anayasa profesörlerinin katıldığı bir anayasa çalıştayı suç olarak gösteriliyor. Hukukta en önemli şey meşru olmasıdır, meşru olan yasaldır, meşruiyetin kaynağında da halkın iradesi vardır. Ve aleniyet meşruiyetten önemli kıstaslardan biridir.

Dava, bazı isimler seçilerek mi açılmış?

Eğer illegal faaliyetse katılan herkesi kapsaması lazım. Tabii ki bunu herkese dava açılsın diye söylemiyorum. Mesela bölgede her yıl Newroz bayramı kutlanır. Bu yıl da bir milyon kişinin katıldığı bir bayram kutlaması oldu. İddianamenin yüzlerce yerinde illegal bir eylem olarak gösterilmiş. Mesela ‘şu tarihte Nevroz kutlamalarına katıldığı anlaşılmıştır’, ya da ‘8 Mart Dünya Kadın Günü kutlamalarına katıldığı tespit edilmiştir’ gibi. Bunlar örgüt üyeliğinin dayanağı olarak kabul ediliyor. En korkuncu o. Buna benzer onlarca örnek vermek mümkün.

Gülümsediğiniz örnekler var mı?

Özellikle ‘Örgüt içinde kullanılan kodlar’ diye bir bölüm var. Efendim ‘Kanco’ Ahmet Türk’müş. Herkes bilir ki Ahmet Türk Kasr-ı Kanco da oturur. Ona da zaman zaman Kanco denmesi çok doğal. Aşiretinin ismi Kanco. Bu kod ismi gibi geçiyor mesela. Ya da ‘Uzun’ şunun, ‘Kısa’ şunun kod adı gibi. Gerçekten komik ama traji-komik. Güldüğüm yerlerden biri de Hasankeyf’e ilişkin etkinliğin değerlendirmesi. Dünyada pek çok kurum kuruluşun, aydın, yazar, sanatçının; Tarkan’dan Pelin Batu’ya, Ajda Pekkan’a kadar pek ismin destek verdiği bir etkinlik. Ama iddianame nerede Hasankeyf geçiyorsa ‘Terör örgütü mensuplarının geçiş güzergahı olması sebebiyle Hasankeyf’in kurtarılması etkinliklerine katıldığı’ diyor. ‘Yuh’ diyorsunuz artık gerçekten. Hasankeyf’in sular altında kalmaması için çalışmak örgüt mensuplarına yardım etmek oluyor yani.

İddianamedeki dinleme kayıtları yasalara uygun mu?

Hayır değil. Buna ilişkin ilk itirazlarımızı sunduk. İletişim tespit tutanakları, arama kararları kesinlikle ne CMK’ya ne de uluslararası sözleşmelere uygun. Soruşturmanın bütününe bir keyfiyet hakim zaten. Şöyle örnekleyeyim: 15 Mayıs 2007 yılında emniyetin istemiyle, savcılık tarafından soruşturma başlatılıyor. Ve 2009’un 14 nisanına kadar savcılığın hiçbir katkı ve katılımı olmuyor. Yerel yönetimler bürosunu, belediye başkanlığını, DTP Diyarbakır İl Başkanlığını ve daha yüzlerce kişiyi polis dinliyor.

Dinleme talebinin gerekçesi ne?

Emniyet savcılıktan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı dinlemek için karar istiyor. Savcılık hiçbir değerlendirme yapmadan bunu mahkemeye iletiyor. Mahkeme de, emniyetin talebini kabul ediyor. Ve ‘Ben Diyarbakır gibi büyük bir şehrin belediye başkanlığını sizin ileri sürdüğünüz gerekçelerle nasıl dinlerim? Daha sağlam kanıtlar getirin’ demiyor. Burası örgüt evi değil ki. İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan, her şeyi yasal sınırlar içinde olan, kamuoyunun gözü önünde, her gün müfettişlerin denetlediği bir yasal kurum. Mahkeme bunu hiç sorgulamıyor. Önemli olan bizim için gerekçe. Burayı dinlemeye niye ihtiyaç duyuyorsunuz. Normalde yasal olarak ceza soruşturmalarında böyle bir sorgulama bekleriz.

Hedefleri ne?

Aslında bir siyasi partinin tasfiyesi temel amaç. Ve bu siyasi partiyi tasfiye etmeye giden yolda hukuk, yargı kullanılan bir araç. Bu resim bence artık tüm Türkiye’de de görülmeye başlandı. Hepsi legal siyasetçilerin, legal faaliyetleri. Bu 2010 yılı Türkiye’sinin bir utanç resmidir.

Devletin geçmişte yaptıkları hala hafızamızda. Ben 91’de avukatlığa başlayan biriyim. Köy boşaltmaları, işkenceleri, faili meçhulleri, yargısız infazları yaşamış biriyim. Ama Kürt sorunu çözülmedi, Kürtler susmadı. Tek bir talepleri vardı aslında: Eşit yurttaş olmak. Hani ‘bu sorun çok karmaşık’ falan deniyor ya. Aslında, son derece yalın! Nereden baktığınla ilgili. Madem bu cumhuriyetin ortağı olduğumuzu söylüyorlar, o zaman niye eşit yurttaş değiliz?

Bugün baskı yöntemlerini değiştirmek zorunda kaldılar ama esas niyet değişmedi. KCK operasyonları tam da bu. ‘Siz bu partiye oy veriyorsunuz ha, milletvekili seçiyorsunuz bu partiden ha, 99 tane de belediye başkanı seçtiniz, ben onları tutuklarım ve sizin iradenizi çizerim’ demek bu. Bu çok ağır bir şey. Yüz binlerce insanın oy verdiği Zülküf Karatekin, Leyla Güven, Ethem Şahin tutuklu. Bu aslında Kürt halkına karşı bir operasyondur. Onların nezdinde bir halk cezalandırılmak isteniyor. Temel amaç da kendi iktidarlarını kurmak. Çözmek niyetleri yok.

Dinleme kayıtları ve arama tutanaklarının yasal çerçevesine dönersek…

Evet, oraya dönersek 2007 nisanında yapılan operasyonda 54 siyasetçi, hukuk dışı evleri aranarak, tahrip edilerek ve kendilerine yönelik kötü muamelelerle gözaltına alınıyorlar. Ama tarih çok dikkat çekici. 14 Nisan 2009’un en önemli özelliği, yerel seçimlerin 15 gün sonrası. DTP’nin 2007 seçimlerine oranla çok ciddi bir başarı sağladığı bir seçim. 99 belediye başkanlığını kazanıyor. Bu birilerini rahatsız etti. Bu okumayı yapmak için siyasetçi olmaya, hukukçu olmaya gerek yok aslında. En önemlisi 13 Nisan 2009. Tek taraflı ateşkes ilan ediliyor, sonrasında operasyon başlıyor. Birileri Kürt sorunun çözümünü istemiyor. Çünkü ateşkes, Kürt sorununun demokratik zeminde çözümüne hizmet edecek ve hepimizin arzuladığı şiddetsiz, ölümsüz, kansız bir ortamda, diyalogla, tartışarak, demokratik yollarla çözüme yol verecek bir dönem başlıyor. Bu yol açılıyor ama bu yolu kullanacak kişiler tutuklanıyor. Böyle bir tezat olabilir mi? Bu sorunun siyasi çözümüne katkı sağlayacak kişileri aldı, örgütleyenleri aldı, muhatapları aldı.

‘Baydemir’e yönelik manipülasyon yapılıyor’

Bu davaya dayanak olarak gösterilen en önemli örnekler; bir temizlik işçisinin belediye başkanına emir vermesi ve Belediye Başkanı’nın Başbakan’ı talimat nedeniyle karşılamaya gitmemesi. Bunlara sizin yanıtınız nedir?

Böyle bir durum söz konusu değil. Adını koyarak söyleyeyim; Osman Baydemir’e ilişkin verilen bir örnek bu. Partinin genel başkan yardımcısının (DTP’nin) Osman Bey’le bir telefon görüşmesi var. O gün partinin eş başkanları Emine Ayna ve Ahmet Türk Diyarbakır’da. Eş başkanların burada olduğunu kendisiyle görüşmek istediklerini söylüyorlar. Osman Bey’de ‘Başbakan’ı karşılamaya gidiyordum’ diyor. Ona toplantı olduğu ve gelmesinin gerektiği söyleniyor. Bu ‘KCK talimat verdi’ şeklinde bir suçlamaya dönüyor. Ama şunu dikkatten kaçırıyorlar. DTP siyasi bir parti ve genel başkan tabi ki Belediye Başkanına talimat verebilir. Son derece doğal. Osman Bey de, “genel başkan yardımcım aradı ve gitmem gerektiğini söyledi. Bu talimatsa, evet bir talimat” dedi.

Diğer mesele ise, Yerel Yönetimler Bürosu’nda meydana gelen bir vaka aslında. Partinin işleyişinin, yerel yönetimler bürosunun çalışmalarının, belediye başkanlarına düşen rollerin tartışıldığı bir toplantı kayda alınmış. O kişinin belediye işçisi olup olmaması, onun partide görev alıp almamasını engellemez. Bir belediye işçisi MYK üyesi olamaz mı? Ya da yerel yönetimler bürosu üyesi olamaz mı? Biri, o kişinin hayatını idame ettirdiği bir iş, diğeri onun siyasi faaliyeti. Bunları ayırmak lazım. Sınıfsal bir bakışla küçümseme de var. Bilinçli bir hiyerarşi yaratılıyor.

Bu kayıtlarda bir emir cümlesi var mı?

Kesinlikle yok. Sadece parti çalışmaları konusunda fikir yürütülüyor, öneriler getiriliyor ve tartışmalar yapılıyor. Osman Bey ifadesinde de, savunmalarında da açtı; “Biz partiliyiz ve aile gibiyiz. Tartışabiliriz, görüş ayrılıklarımız olabilir ama bu çalışmaları zaten böyle yürütürüz” dedi. İddianamenin kamuoyuna özellikle bu biçimde servis edilmesi, ellerinde başka bir malzeme olmadığını ve olayı ne kadar büyütmeye çalıştıklarını gösteriyor.

Belediye başkanları zaten çok farklı bir modeli hayata geçirmeye çalışıyor. Doğrudan katılımı esas alan, halkın söz ve hak sahibi olduğu, kararların alımına katkıda bulunabileceği hedefler öngörülüyor. Tabii ki bunun sonucunda, Antalya ya da İstanbul belediye başkanı gibi çalışmıyor. Orada bu tartışmayı yapan belediye işçisi değil de halktan başka biri de olabilirdi. Partinin merkez yürütme kurulu bir karar alıyor. Yerel Yönetimler Bürosunu kuruyor. Bir eş başkan yardımcısının başkanlığında yerel yönetimler bürosunun üyeleri çalışmayı yürüyor. Yani partiden yetkilendiriliyor. Parti yetki verirken, bu işçi mi, memur mu, profesör mü diye bakmıyor. Bu alanda çalışan, üreten, katkıda olabileceğini düşündüğü kişileri atıyor. Yerel yönetimler bürosu kamuoyuna yanlış yansıtılıyor. Ve savcılık da bunu manipüle ediyor.

Yarın: ‘Kürt sorunu’nun kaderi bu davada’

İNCİ HEKİMOĞLU

Hiç yorum yok: