27 Ekim 2010 Çarşamba

KCK Davası Bir Hukuk Fiyaskosudur

Yeni_Özgür_Politika ‘’Bu davanın, tarihi olmasının birkaç sebebi var. Birincisi davanın hukuki boyutudur, çünkü tamamen bir hukuk fiyaskosudur. İkinci boyutu da siyasi yönüdür ve Kürtlere yaklaşım biçimidir. Bu dava legal siyaset yapan insanların yaptıkları tüm legal aktiviteleri yargılıyor.’’
18 Ekim Pazartesi günü Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlayan 103’ü tutuklu 152 Kürt siyasetçinin davasını izlemek üzere İngiltere’den giden gözlemci heyetin hukukçu üyesi Av. Ali Has, gözlemlerini ve davanın hukuki boyutlarını bizimle paylaştı. Davanın siyasi olduğunu söyleyen Ali Has hukuki açıdan da bir fiyasko olduğu tespitini yaptı.

Tarihi bir davayı izlemek için gözlemci heyetin bir üyesi olarak Diyarbakır’a gittiniz. Davanın boyutları hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
Tarihi bir davadır ve halen devam ediyor. Davanın tarihi olmasının birkaç sebebi var. Birincisi davanın hukuki boyutudur, çünkü tamamen bir hukuk fiyaskosudur. İkinci boyutu da siyasi yönüdür ve Kürtlere yaklaşım biçimidir. Bu dava legal siyaset yapan insanların yaptıkları tüm legal aktiviteleri yargılıyor. Bu çok büyük bir tehlike arz ediyor ve Kürtlere siyaset yapamayacakları mesajı veriliyor. Dolayısıyla Kürtler kriminalize ediliyor. Dış dünyaya da Kürtlerin geri bir halk oldukları mesajını veriyor. Kürtlerin ancak isyan ettiklerini ve legal siyasetten anlamadıkları mesajını vermek için Kürt siyasetçilerini tutukladılar ve bu dava ile de bu mesajı vermek istiyorlar.

Davanın hukuki boyutu nedir?
Davada 152 kişi yargılanıyor. 7 bin 578 sayfalık bir iddianame var. 130 bin sayfa kadar da sözde delil var. Bu insanlar 18 aydır tutuklular. Delillerin toplanmasında şaibeler var. Her yerde geçerli olan bir ilke var o da savcı kamu davası açıyorsa lehte ve aleyhte delilleri toplaması lazımdır. Delillere ve iddianamenin içeriğine bakıldığında savcının tek taraflı olduğu çok belli oluyor. Savcı savunma ihtimalinin olmadığını var sayarak hareket etmiş.

Deliller toplanırken uyulması gereken prosedürler var. Elektronik deliller her zaman istismara açık delillerdir. Örneğin bir bilgisayara sonradan da dosyalar yüklenebilir. Deliller toplanırken herhangi bir mühürleme yapılmamış. Polisler sadece her şeyi almışlar. Normalde bir elektronik malzeme alınınca bir torbaya konulur mühürlenir, seri numarası alınır ve bir kopyası da sanığa verilir. Öyle olmayınca da sanıklar kendi bilgisayarlarına sonradan bilgiler yüklendiğini ispatlayamıyorlar. Bazı sanıkların bilgisayarlarına sonradan bazı dosyalar ve programlar yüklenmiş. Savcı tamamen bu elektronik delillere dayanarak iddianame hazırlamış. Ortam dinleme, telefon dinleme kayıtları yapılmış.

Peki, bu tür deliller ne kadar yeterli olabilir?
Bu tür deliller genelde tek başına güçlü ve yeterli deliller değillerdir. Çünkü seslerin kime ait olduğu konusu netleştirilemez. Konuşmalar bütün olarak ele alındığında bir anlam ifade eder. Konuşmanın her hangi bir yerinde alınmış bir iki cümle konuşanın düşüncelerini ifade etmez.

Bu davada sanıklardan birisi telefon ile evini arıyor ve evdekilere ne kadar domatesin lazım olduğunu soruyor. Bu domatesler iddianamede bir kod olarak ele alınıyor ve bunların el bombası anlamına geldiği iddiasında bulunuluyor. Esasa ilişkin ciddi bir delil yok ortada. Herhangi bir silah, bir çakı bile bulunamamış. 1700 kişinin evi aranmış ve hiçbir evde bir suç aleti bulunamamış. Davada savcının iddia ettiği bir mağdur yok. Yargılanan bu insanlar hiç kimseyi mağdur etmemişler. Aslında Belediye Başkanlarını tutuklamakla onlara oy veren kişiler mağdur edilmişlerdir.

Davanın atmosferini bize izah eder misiniz?
Mahkeme Diyarbakır Adliye Sarayı’nda görülüyor. Adliye binasının bahçesini bir mahkeme salonuna dönüştürmüşler. Ve salon birkaç spor salonu büyüklüğündedir. 250 avukat, 3 hakim, 3 savcı, 152 sanık, 90 izleyici ve basın ve 100 kişi kadar polis ve jandarma salona sığdı. İlk gün çok sıkı bir güvenlik vardı ve içeri alınma işlemi çok düzenli değildi ve zorlanarak içeri girdik. İçeri girdikten sonra sanıklar kelepçeli olarak getirildiler. Sanıkları hazırlanan yere oturttular ve etrafları jandarmalarca çevrildi. Jandarmaların arkasında polisler dizili durdular. İşin garip yanı ise her 10 dakikada bir grup jandarma geliyordu ve sanıkların oturtulduğu yerin etrafını dolanarak geri çıkıyorlardı. Bunu sürekli yaptılar ve bu sırada hakimler, avukatlar normal işlerini yapıyorlardı.

Bunun izleyiciler, sanıklar ve avukatlar üzerinde büyük etkisi vardı. Avukatlar ortamın adil olmadığından şikayetçi oldular. Görüştüğüm diğer gözlemcilerde bu uygulamaların amacının ‘’devletin varlığını hissettirmek” olduğunu söylediler. Korku yaratıp, davayı daha çok kriminalize etmek istiyorlardı, sanki çok büyük bir suç işlenmiş ve bu nedenle de çok sayıda asker bulunduruluyor gibiydi.

Kürtçe savunma yapmaya izin verildi mi?
İddianame okunmadan önce savunma avukatlarından birkaç tanesi Kürtçenin savunma dili olarak kullanılmasını talep ettiler. Kişinin hakim olduğu dilde kendini ifade etmesi önemlidir, iyi bilmediği bir dilde kendini yeteri kadar savunamaz ve bu sebeple ceza bile yenilebilinir. Bu nedenle en iyi bildikleri dilde konuşmaları daha mantıklıdır. Avukatlar bu konuda savunmalar yaptılar, Lozan Antlaşması kapsamında bu hakkın mevcut olduğu söylendi. Mahkemede Türkçe dışında da bir dil konuşulabilinir diye talepte bulunuldu ve hakimler bir gün sonra karar vereceklerini söylediler. İkinci gün duruşmaya gittiğimizde hakimler bu talebi ret ettiler.

Ne gerekçe gösterdiler?
Gerekçeleri şuydu; polis karakolunda verdikleri ilk ifadelerin Türkçe verildiği, mahkemeye kadarki tüm sürecin Türkçe olduğu, çoğu sanığın Türkiye’de eğitim gördüğüydü. Sanıklar Türkçe bilmediklerini söylemediler, anadilleri ile kendilerini daha iyi ifade edeceklerini söylediler.

Bu dava sadece bu konu üzerine AİHM’ne gitse sanıkların kendi dillerini konuşma istemlerinin normal olduğunu söyler. Davaların belli prosedürleri var. Sanıklar tek tek kürsüye giderler ve kimliklerini beyan ederek yerlerine dönerler. İlk sanık kürsüye giderek kendi detaylarını Kürtçe olarak söyledi. Hakim müdahale etti ve sanığın karakolda alınan kimlik bilgilerini esas alacağını söyledi. Sanıklar Kürtçe de direttiler.

Bu durum nasıl bir hukuki sorun yaratabilir?
Bir sanığın kimlik bilgileri okundu ve hakim anlamadığını söyledi. Hukukçu olarak konuyu ele aldığın zaman bu çok ciddi bir durumdur. Kimse bu sanığın Türkçe bilip bilmediğini bilmiyor. Böyle olunca da mahkemede kimliği tespitsiz bir sanık olarak duruyor. Birçok kişi Kürtçe olarak bazı kimlik bilgilerinin yanlış olduğunu söylediler ancak bunlar kayıt altına alınmadı. Bu çok ciddi bir hukuk sorunudur çünkü kimliği tespit edilmemiş kişiler var.

Kürtçe konuşmalar nasıl kayıtlara geçirildi?
Tercüman bulundurulması kararı almadılar bu durumda yapılan Kürtçe konuşmaları ‘’susma hakkı” olarak kayıtlara geçeceklerdir. Bu da davanın ne kadar adil olduğunu tartışmalı kılar. Çünkü bu insanlar susma hakkını değil savunma hakkını kullanmak istediler.
HASAN UŞAK/LONDRA


Hiç yorum yok: