2 Ekim 2010 Cumartesi

Avrupa’da Kürt Kadınları


Göçmen kadın sosyal danışmanı psikolog Anna Maria Roht, İsviçre’de yaşayan göçmen ve Kürt kadınlarının sorunlarını değerlendirdi: 1990’lı yılların başında mülteci olarak Avrupa’ya gelen Kürt kadın ile farklı uluslardan Avrupa’ya gelen kadınların buradaki sosyal yaşamları ya da sorunları büyük oranda benzerlikler taşıyor. İçe dönük dışa kapalı bir yaşam biçimi doğal olarak kadını dar bir yaşam alanı içine kitliyor. Dil sorunu başta olmak üzere gelenek ve göreneklerin ağır basması, erkeğin geldiği ülkede olduğu gibi her konuda baskın gelmesi ve ailede reis olarak kabul görmesi, sosyal ve ekonomik ilişkilerde atıl olması, üretim ilişkilerinde yer alamaması, çocuklarıyla arasındaki iletişim kopukluğu veya karşılıklı anlayışın gelişmemesi gibi birçok sorun var.


Birinci kuşak yabancı kadını zorlu bir yaşamla karşı karşıya kalıyor. Yalnızlık, sorunlarını bölüşebileceği ortamlarda yoksun olması, herhangi bir sosyal aktivitede bulunamaması zamanla psikolojik sorunlara yol açıyor ki, bu ve benzeri sonuçlar intihara kadar sürüklüyor. Madalyonun ikinci yüzü diyebileceğimiz dış etkenleri de sıralamakta yarar var. Çeşitli nedenlerden dolayı Avrupa’ya göç etmiş birinci kuşak kadınlara ilişkin yaşadıkları ülkelerde ciddi bir uyum politikası uygulanmadı. Onları sosyal alanlara çekecek projeler hemen hemen hiç gerçekleşmedi, kadının dışa dönük yüzü görmezden gelindi ve onlar bir nevi kendi kaderleriyle baş başa bırakıldı. Birinci kuşak, aynı zamanda yoğunluklu olarak Avrupa’daki yabancı kadınların ilklerin oluşturdu. Kendi kıyafetleri, dilleri, yaşam biçimleriyle tuhaf karşılanan kadınlar, büyük ölçüde dıştalandı ve yok sayıldı.

Avrupa’da uygulanan psikolojik ırkçılık, milliyetçilik ve ötekileştirme önce birinci kuşak kadınlar üzerinde uygulandı ya da bu kesim üzerinde başladı. Bu sonuçlar sözkonusu kadını tam bir cendereye itti ve kadının bütün dünyası evi oldu. Evde gördüğü şiddet, psikolojik baskı, yalnızlık vs. tam anlamıyla cezaevi koşullarını yarattı. Gerçekten bu koşullar çok ama çok zordur. Buna dayanmak ve dayanarak yaşamak ne kadar kötüyse, bir o kadar da büyük bir başarıydı. Ben buna herşeye rağmen Avrupalı kadında olmayan fedakarlık diyorum. Kürt kadını kendisine bir dünya yaratmayı başarabildi.

Politik Kürt kadını daha sorunsuz
Genel anlamıyla Avrupa’da yaşayan değişik uluslara mensup birinci kuşak kadınların karşılaştığı sorunlar ve çıkmazlar böyleyken, aynı kuşağa ait birinci ve ikinci kuşak Kürt kadınlarında birçok açıdan farklılıklar görmek mümkündür. Kürtlerin politik sorunları doğal olarak kadını da etkiledi. Bu sorunlara bağlı olarak Kürt kadınındaki arayışlar onları yan yana durmayı sağladı. Her ne kadar içe dönük bir yaşam biçimi birinci kuşak Kürt kadını içinde geçerliyse, politik sorunlardan dolayı ortaklaşma, dayanışma, birbirini sahiplenme, otokontrol, sosyo politik ilgi alanları gibi birçok faktör kadının kendisine olan güvenini arttırdı. Örneğin diğer uluslardaki kadınlar için kullandığım ‘cezaevi’ tabiri birinci kuşak Kürt kadını için yukarıdan sıraladığım nedenlerden dolayı aynı oranda geçerli değil. Sorunlarını bölüşebilmeleri, kendi aralarındaki sosyal ilişkilerde taviz vermemeleri, hayatı yaşadıkları sorunlardan dolayı adını koymasalar da politik, siyasal düşünmeleri, kız çocuklarının savaşcı olması ve onlara manevi bir güç vermesi, erkekle aralarında bir hukuğun oluşmasına vesile olması, aile içindeki misyonunun güçlü olması gibi birçok faktör, Kürt kadınlarını diğer birinci kuşak yabancı kadınlardan ayrı değerlendirilmesi gereken bir kaç başlıktır.

Dinamizm onları farklı kılıyor
Elbetteki karşılaştıkları sorunlarda ciddi bir değişiklik yok ama Kürt kadınındaki iç dinamizm onları farklı kılıyor. Örneğin İsviçre’de diğer uluslara mensup birinci kuşak kadınların psikolojik sorunları ve bu sorunlardan dolayı tedavi oranı her yüz kadında onaltı iken, bu rakam birinci kuşak Kürt kadınlarında üç civarındadır. Hatta birinci ve ikinci kuşak kadınlara göre aynı kuşaklara mensup Kürt erkeklerin psikolojik sorunları ve bununla ilgi gördükleri terapi Kürt kadınlarına göre daha yüksektir. En azında psikolojik sorunlardan dolayı emekliye ayrılmış erkeklerin oranı ile kadınların oranı arasında uçurumlar görmek mümkündür. Bu nedenleri ve sonuçları göz önünde bulundurduğumuz zaman, genel anlamıyla Kürt kadınının Avrupa’da yaşadığı sorunlar büyük ölçüde diğer uluslardaki kadınlarla bir benzerlik teşkil etse de, Kürt kadınının bu sorunları bakış acısı ve sorunlara çözüm gücü bulabilmeleri onları farklılaştırıyor. Sonuç olarak Bir, iki ve üçüncü kuşak Kürt kadını Kürt siyasetinin verdiği manevi güç ve bunun getirdiği sosyalleşme önemli bir çıkış noktasıdır. Örneğin bir Kürt kadını yüzlerce kadın ve erkeğin katıldığı toplantıları yönetebiliyor, seminerler verebiliyor. Ben hiçbir yabancı kadın topluluğunda bunu görmedim. Bu çok önemli. Bunun aynı toplumdaki kadınlar ve erkekler üzerindeki etkileşimi çok çarpıcı mükemeliyettir.

Kürt kadınının yaşadığı sosyal kırılma
İsviçre Kadın Sığınma Evleri Danışmanı sosyolog Monica Birigitta, İsviçre’ye gelen göçmen kadınları değerlendirdi: Birinci kuşak Kürt kadınlarına ilişkin çok fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Çünkü birinci kuşağa mensup kadınlar ciddi oranda içe dönük yaşıyor. O dünyalarda ne gibi sorunların olduğu, akademik tespitler ve araştırmalarla açımlanabilinir. Bizimkisi bu konuya ilişkin ancak yapabildiğimiz olay ve olgulardan yola çıkarak tespitler olabilir.

İkinci ve şimdiki üçüncü kuşağa ilişkin size bazı şeyler aktarabilirim. Yabancı kadınlar özelde ise Kürt kadınları önemli ölçüde bir sosyal kırılma ya da tam anlamıyla kendisiyle barışık olmayan bir sendrom yaşıyorlar diyebilirim. Bunun en önemli nedeni; kültür, inanç, dil, gelenek ve göreneklerin taşıyıcısı oldukları, çocuk eğitiminde veya sorumluluğunda erkeğe göre daha fazla misyon yüklenmeleri gibi birçok etken ve bu etkenlerin altında hakim olmadıkları farklı bir topluma ve farklı bir ülkeye yerleşmeleri onlarda köklerinden koparılmış bir hissi güçlendiriyor. Evet özellikle Ortadoğu ve Asya kadınlarını yaşadıkları coğrafyadan kopardınız mı, bu onlar için bir yıkım oluyor. Aynı coğrafyada kökleri üzerinde yükseldikleri için birçok konuda fazla kaygı duymuyorlar. Ama aynı kadını, farklı ve kendileri açısından keşf edilmemiş bir topluma koyduğunda, bu onlara özellikle taşıyıcılık konusunda büyük sorumluluklar yükler. Hakim olmadıkları bir alanda yapacak çok şeyleri olmadığı için ve kendi değerleri eriyip gittikçe sendromsal dönemler veya nöbetler baş gösteriyor. Bence en önemli sorun budur. Yoksa aile içi şiddet, boşanma, erkek egemenliği, kuşaklar çatışması, içe dönük yaşam, sosyal alanlara kapalı olmaları gibi birçok sorun genel anlamıyla yerli ve yabancı kadınların yaşadığı temel sorunlardır. Bu sorunlardan biri diğerinden ağırlıklı olabilir ama bu genel anlamda önemli değişiklikler içeremez.

Kuşaklar arası sağlıklı geçişler olumlu
Üçüncü kuşak Kürt kadınları, birinci ve ikinci kuşağa göre birçok avantaja sahip. Çünkü onlar burada yetişiyor ve burada büyüdükçe birinci ve ikinci kuşak yani anneleriyle aralarındaki mesafeyi açıyorlar. Bu olumlu mudur yoksa olumsuz mudur? Olumludur, çünkü onların üzerinde annelerinden olduğu gibi bir toplumsal baskı yok, özgüvenleri daha güçlüdür, kadercilikten ziyade real bir yaşam biçimini benimsiyorlar ve buna benzer tüm etkenler üçüncü kuşağı buradaki yaşama daha aktif katıyor. Ortadoğu dolayısıyla Kürtlerde ve Asya toplumlarında önemli bir yere sahip büyük aile olgusu ve aile değerleri hızla yıpranmaya başlıyor.

Aslında birinci ve ikinci kuşak Kürt kadınların diğer topluluklardaki kadınlarda olduğu gibi sorunu üçüncü kuşakları ve onların yaşadığı yaşam biçimleridir. Çünkü yüz yıllardır taşıyıcı oldukları bir kültürün kendilerinden sonra erimesini görmeleri, onları psikolojik olarak ciddi anlamda tehdit ediyor. Her şeye rağmen bu Kürtler de yavaş ilerliyor. Bunun en önemli nedeni Kürtler geldikleri coğrafyanın sorunlarını kendileriyle birlikte getirdiler ve bu sorunları diri tuttular. Doğal olarak yaşamlarının içinde büyüyen üçünücü kuşak gençler, bir nebze de olsa anneleri dolayısıyla kökleri üzerinde yan yana durabilme gücünü gösterdiler ve bu tüm sorunlara rağmen devam ediyor. Bunu olumlamamak sosyolojiye ters düşer. İyi ve sağlıklı geçişler olduktan sonra bu yaşam biçiminin devam etmemesi mümkün değil. Eğer bu ve benzer konularda birinci, ikinci ve üçüncü kuşak kadın ve erkeklere konu hakkında eğitimler verilirse, projeler üretilirse ve en önemlisi geçiş aşamaları karşılıklı empati içinde gerçekleşirse, Kürt toplumu dolayısıyla kadınları büyük başarıya imza atmış olurlar. Ki, bunu devletlerin entegrasyon politikaları bile başaramaz. Kürtlerdeki sosyal gelişimi göz önünde bulundurunca bunun mümkün olduğunu gözlemleyebiliyorum. Bence geleceğe yönelik çıkış yolu buradan geçiyor. Önemli olan kocaman bir toplumda bireylerin yaşadığı bir kaç olumsuz örneği toplumsal gelişimin önüne koymamaktır ve bu olumsuzlukları tedavileriyle birlikte büyütmemektir.

Birinci kuşak kadınlar daha cesaretliydi
Elif Gölgeli, İsviçre’de yaşayan birinci kuşak Kürdistanlı kadınlardan biri. 1976’da İsviçre’nin Basel şehrine geldiğinde henüz 22 yaşındadır. Kırk yıldır İsviçre’de yaşayan Gölgeli, ilk günlerin zorluklarını anlatırken derinlere dalıp, duygulanmaktan kendisini alamıyor. Geldikten kısa bir süre sonra ona bir otelde iş bulunmuş. Dil ve yol bilmeyen Gölgeli, o günlerini şöyle anlatıyor: „İnsan görmekten korkuyordum. Birileri bana bir şey sorar diye korkuyordum. Her şeye yabancıydım. Kimseyle konuşmuyorum, kimsenin benimle konuşmasını istemiyorum. Bir süre sonra sesimi unuttu. O günlerde hiç olmadığı kadar köyümü, ailemi, dilimi ve yaşıtlarımı özledim. Hiç unutmuyorum, bana memlekette bir Yılmaz Güney kartpostalı geldi. Tek tanıdık oydu burada benim içim. Günlerce bakıp ağladım Yılmaz Güney’e.“

Yaşamın her alanında zorluklar çektiğini belirtelen Gölgeli, zaman zaman psikolojik sorunlar yaşadığını ama derdini kimseye açamadığını dile getirmeden geçemiyor. 1980’lere doğru Kürt ailelerin gelmeye başladığını söyleyen Gölgeli, onlarla yan yana gelip memleket anılarını paylaştıklarını belirterek, „benim için en güzel anlar bu anlardı. Hep dayanışma içindeydik. Birbirimize değer veriyorduk ama sabah olduğunda herşey yeniden başlıyordu ve biz hafta sonunu büyük bir özlemle bekliyorduk“ şeklinde konuşuyor.

İlk Kürt derneğinde kadın izi
Maraş katliamı ve ardından gerçekleşen 12 Eylül askeri darbesiyle otuz, kırk aileye yakın bir Kürdistanlı kitlesinin Basel’e geldiğini belirten Gölgeli, eşi Hıdır Gölgeli’nin 1979 sonunda kendisine dernek önerisinde bulunduğunu belirterek, şunları söyledi: „Ben de ‘iyi olur. Bir araya geliriz. İnsanlar birbirlerine yardım eder’ dedim. Hemen yer aramaya koyulduk. Sadece hafta sonları açabileceğimiz bir yer bulduk. Ben oraya çok emek verdim ama çok iyi de oldu. Çünkü insanlarımız dolup taşıyordu ve yalnızlığımız bir nebze de olsa burada azalıyordu.“

1981 yılında derneğin dar geldiğini ve daha geniş bir dernek bulduklarını belirten Gölgeli, „o dönem şehit Sabri Dirlik geldi. Onun gelmesiyle derneğin Kürt siyasetine evrildi. Eşim Hıdır Gölgeli artık yabancılar arasında Kürt temsilcisi olarak tanınıyordu ve biz Kürt mücadelesi için çalışıyorduk. İnsanlar çok büyük ilgi gösteriyordu“ şeklinde konuştu.

Derneklerle kadınlar dışarı çıktı
Derneğin en çok da kadınlar için yararlı olduğunu belirten Gölgeli, bu konuda da şunları dile getirdi: „Çünkü biz bir yere çıkamıyorduk. Ama dernek olunca hem dışarı çıkıyorduk hem de kadınlar olarak biraraya geliyor, sohbetler edip hasret gideriyorduk. En güzeli de 1981’de bir restorantta yirmi kişiyle birlikte ilk Newroz gecemizi yaptık. Çok güzel oldu. Çok değerliydi benim için.“ Gölgeli, kadınların kendi aralarındaki sosyal bölüşümün aslında Berxwedan gazetesiyle başladığını da sözlerine ekliyor. Köln’e eşiyle birlikte gidip gazete getirdiklerini ve dağıttıklarını belirten Gölgeli, „derneğe gelenlere okuyorduk sonra da tartışıyorduk. Her şey, herkes için ilginç ve yeniydi. Özelikle kadınlar buna çok çok seviniyordu“ diyor.

Birinci kuşak kültürlerine bağlıydı
Günümüz ikinci ve üçüncü kuşak Kürt kadınlarına ilişkin sorduğumuz soru, Gölgeli derinden çektiği bir „of“ ile karşılık buluyor. Bugün kadınların fazla zorlukla karşılaşmadığını belirten Gölgeli, son olarak şunları belirtiyor: „Emeğin değerini, bölüşümü ve fedakarlığı bilmiyorlar. Bizim çektiğimiz acıların ondan birini görmediler. Herşeyden önce burdaki kadınlar cesur ve kendilerine inanan kadınlar değil. Biz yol yolak ve dil bilmediğimiz halde bir kuyuya atıldık ve çıkmasını bildik. Eski kadınlar çaresizdi ama korkak değillerdi. Emeğin değerini biliyorlardı ve kültürlerine daha çok bağlıydılar.“

Hazırlayanlar: ALİ ONGAN-SELMA AKKAYA-DENİZ BİLGİN

Hiç yorum yok: