21 Eylül 2010 Salı

Yerelden ve yerinden yönetim -1


Britanya ve İspanya'da yerel yönetimler

Dünyada son iki yüzyılda bilim, teknik, ulaşım ve iletişimdeki gelişmeler büyük toplumsal değişim ve dönüşümlere yol açmıştır. 19. yüzyılda yaşanan Sanayi Devrimi, buharlı makinelerin icadı ve ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte devlet sistemlerinde, üretim ilişkilerinde, teknikte ve toplumsal hayatta ciddi değişimler yaşanmıştır. Yaşanan bu değişimlerde devletlerarası ilişkiler ve siyasal hayat önemli ölçüde etkilenmiştir.

Çok-uluslu imparatorlukların ve şehir devletlerinin ortadan kalkmasıyla yaygınlık kazanan ulus devlet anlayışı iki farklı şekilde anlaşılabilir. Artık çağdışı olarak medeniyet dışında kaldığını söyleyebileceğimiz anlayışa göre 'ulus-devlet,' yurttaşlık ile etnisite (soy) ya da kültürün örtüştüğü devlet biçimidir. Burada 'ulus' (millet) ya etnik bakımdan tek bir milletten oluşacaktır ya da toplum asimilasyon (kültürel eritme) yoluyla tekleştirilecektir.

Örnek verirsek; Yani, ulus-millet ya sadece Türklerden oluşacak ya da Türk olmayanların Türkleştirilmesini gerektirecektir. Türkiye'deki sistem partilerinin ortaklaştıkları 'ulus' ve 'ulus-devlet' anlayışı da budur.

Öteki ise çağdaş medeniyetlere uygun 'ulus-devlet' anlayışı ise, hiçbir modern devletin kültürel bakımdan homojenliğin-tekliğin olamayacağını kabul eder. Burada 'ulus,' yurttaşların etnisite (soy) ya da kültürel türdeşliğine değil, ulusal topluluğa gönüllü bağlılıklarına dayanır. Yani kültürel değil siyasal bir ulus söz konusudur. Ulus, kültürü değil, yurttaşlığı ve onun getirdiği haklarla yüklediği sorumlulukları paylaşanlardan oluşur. Demokratik ulus olarak da ifade edilebilinir.

Ancak Türkiye'nin farklı ve çoğulcu kültürel yapısına rağmen bu gerçeklik göz ardı edilerek tekçi zihniyet anlayışında ısrar edilmekte bunu da devletin üniter yapısı ile yani birlik ve bütünlüğün bozulabileceği kaygısı ile gerekçelendirmektedir.

Oysa çağdaş ülkelerde farklı kimlikler, farklı kültürler; ayrıştıran, bölen, parçalayan değil birleştiren, bütünleştiren birer zenginlik olarak görülür. Farklı kimliklere özgürlükleri tanımak üniter yapıyı bozmadığı gibi demokratik birliği güçlendirmektedir.

Devletler, ülke bütünlüğünü sağlamak ya da korumak için farklı idari yapılara bürünebilir. İdari yapılanmanın bilinen üç temel biçimi var: Üniter devlet, federasyon ve konfederasyon.

Coğrafi bakımdan geniş bir alana yayılan, daha küçük devletlerin (eyaletlerin) bir araya gelmesiyle oluşan ya da çok-uluslu, yani birden fazla ulusun ya da etnik-dinsel grubun mevcut olduğu devletler, genellikle federasyon şeklinde örgütleniyor.

Eyaletlerine içişlerinde geniş özerklik tanıyan federal devletler, ABD ve Almanya örneklerinde idari nitelikte olabildiği gibi; Hindistan, Rusya, Kanada, Belçika, İsviçre, Irak vs. örneklerinde olduğu gibi etnik-dinsel temelli de olabiliyor.

Federal devletler gibi, üniter devletler de tektip değil. Üniter devletleri, merkezin ne denli güçlü olduğuna bağlı olarak üç tipe ayırmak mümkün:

1) Merkeziyetçi yapıda olanlar: Türkiye'nin belki en aşırı örneğini oluşturduğu bu kategoriye, yüzölçümü olarak küçük ve kültürel bakımdan yüksek derecede türdeş Portekiz, Yunanistan ve İrlanda da giriyor.

2) Ademi-merkeziyetçi yapıda olanlar: Yani yerel yönetimleri güçlü olduğu; eğitim, sağlık, polis gibi hizmetlerin belediyelere bırakıldığı üniter devletler. Kuzey Avrupa ülkeleri İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya bunlara örnek. Bir zamanların aşırı merkeziyetçi yapısıyla Türkiye'ye de model olan Fransa bile 1982'de her biri kendi meclisine sahip 26 bölgeye ayrıldı; en geniş yetkiler de farklı bir etnik yapısı olan Korsika'ya tanındı.

3) Devolüsyon yapanlar: Yani merkezi hükümetin bölgelere değişik ölçüde yetki devri yaptığı türden üniter devletler. Bunlara örnek İspanya ve Britanya. Tabii, üniter iken önce devolüsyon yapan, sonra da federasyonu kabul eden Belçika örneği de unutulmamalı.

'Üniter devlet' çok farklı yapılara bürünebildiği gibi, tek bir resmi dili zorunlu kılmıyor. Kastilyan, İspanya'nın ortak resmi dili, ama geniş özerkliği olan Bask, Katalan ve Galiçya tarihi bölgelerinde yerel diller de yarı-resmi statüye sahip. 'Üniter devlet' kamu okullarında anadil eğitimine de engel değil. İsveç'in resmi dili İsveççe, ama okullarında 100'den fazla dilde seçmeli anadil dersi veriliyor.

BRİTANYA'DA YETKİ DEVRİ

Parlamenter demokrasiyle yönetilen bir meşruti (anayasalı) monarşi olan Birleşik Krallık (BK), toplam nüfusu 61 milyon olan dört parçadan oluşuyor. En büyük parça İngiltere (nüfusu 51 milyon). Onu İskoçya (5 milyon), Galler (3 milyon) ve Kuzey İrlanda (2 milyon) izliyor. K. İrlanda hariç BK'ye Britanya deniyor. Her parçanın BK'ye dahil olmasının ayrı bir tarihi var. Ancak BK 1990'ların sonlarında kabul edilen düzenlemelerle, etnik bakımdan farklı olan bölgelerine devolüsyon, yani yetki devri yaptı. Yeryüzünde bölgelerine devolüsyon yapan sadece iki ülke var: BK ve İspanya. Devolüsyon, üniter ile federal devlet yapısı arasında, ikincisine daha yakın bir tür idari yapılanma. Devolüsyonla federalizm arasındaki en önemli fark, birincisinde bölgelere farklı ölçülerde özerklik tanınırken, ikincisinde bütün eyaletlerin eşit yetkilere sahip olmaları.

İrlanda Cumhuriyeti 1922'de ayrılıp bağımsızlığını kazanırken, K. İrlanda özerk bir bölge olarak BK'ye bağlı kaldı. Özerk statüsü, BK'ye bağlı kalmak isteyen Protestanlarla İrlanda'ya katılmak isteyen Katolikler arasında 1968'de patlak veren iç çatışmalar üzerine, 1973'te askıya alındı. 1998'de iki taraf arasında varılan Hayırlı Cuma ya da Belfast Antlaşması ile 1999'da, BK Parlamentosu'na ayrılan yetkiler dışında geniş yetkilere sahip K. İrlanda Meclisi (Assembly) kuruldu. K. İrlanda, kısaca, bütün partilerin ve toplum kesimlerinin hükümette temsil edilmesi ilkesine dayanan bir iktidar paylaşımı sistemiyle yönetiliyor.

İşçi Partisi Lideri Tony Blair, Mayıs 1997'de yapılan seçime, ayrılıkçı akımların teskin edilmesi amacıyla İskoçya ve Galler'e devolüsyon vaadiyle girdi. Eylül 1997'de yapılan referandumlarla her iki bölgenin de Londra'daki iki kamaralı BK (Westminster) parlamentosundan ayrı birer yasama meclisine sahip olmaları kabul edildi. İskoçya Parlamentosu, eğitim, sağlık, tarım, adalet ve ulaştırma konularında yetkili olduğu gibi (bugüne kadar kullanmadığı) ek vergi salma yetkisine de sahip. Yine 1999'da toplanan Galler Meclisi'nin ise vergi salma yetkisi bulunmuyor. İskoçya, Galler ve K. İrlanda'nın hepsi ayrı meclislere sahip oldukları gibi, BK Parlamentosu'na da temsilci seçiyorlar.

İSPANYA'DA YEREL YÖNETİMLER

İspanya, parlamenter bir sisteme ve yarı federal coğrafi ademi merkeziyetçiliğe dayalı bir meşrutiyettir. 1978 Anayasası'nı hazırlayanlar, onlarca yıl boyunca diktatörlük rejimi altında yaşadıktan sonra demokrasiye geçişin gündeme getirdiği çok sayıda tartışmalı konuyu ele almak durumunda kaldılar. Bunlar arasında tarafların birbirinden en çok ayrıldığı mesele, tarihten bu yana hassasiyetini korumuş olan bölgesel ya da ulusal özerklik konusuydu. İspanyol devleti, bölgesel farklılıklarının boyutu ve derinliği açısından sıradışı bir devlettir. İspanyol toplumu, her biri ülkenin geri kalanından kültür ve dil olarak ayrılan farklı grupları (Basklar, Katalanlar ve Galiçyalılar) barındırır. Bölgesel aidiyet duygusu o kadar güçlüdür ki, pek çok yerde vatandaşlar kendilerini İspanya'dan daha çok kendi bölgeleriyle özdeşleştirirler. Bu nedenle de demokratik reformların en belirgin özelliği, bölgelere daha fazla yetki ve sorumluluk devredilmesi olmuştur. Bu, yalnızca geçmişte bir ölçüde özerk olmuş bölgeler (Galiçya, Bask Bölgesi ve Katalonya) için değil, İspanya'nın geri kalanı için de gerçekleştirilmiş bir uygulamadır.

Anayasa tüm milliyetlerin ve bölgelerin özerklik haklarını tanımakta ve koruma altına almaktadır. 1978 Anayasası, bir taraftan, İspanya'nın tek ulus olduğunu ve tek bir kolektif kimliğin egemenlik hakkını kullanacağını söylerken, öte taraftan da milliyetleri ve bölgeleri tanımaktadır. Anayasal metin milliyet ve ulus arasındaki farkı belirtmemektedir, fakat meclis tartışmaları milliyeti 'kültürel ve dilsel topluluk'a indirgemiştir.

Anayasanın giriş kısmının ikinci maddesine göre, 'Anayasa, İspanyol ulusunun ve tüm İspanyolların anavatanının bölünmez bütünlüğü üzerine kurulmuştur. Milliyetler ve bölgeler için özerklik hakkı garanti altına alınmıştır.' Ayrıca, İspanyol ulusunun bütünlüğü üzerinde durulurken milliyete tüm metin boyunca başka hiçbir atıfta bulunulmamıştır.

İspanya'da on yedi özerk topluluk bulunmaktadır ama güçleri bakımından bu bölgeler birbirine denk değildir. İspanya'nın isminde 'federal'lik olmamasına karşın 1978 Özerk Topluluklar sistemi ile İspanya pek çok federal nitelik kazanmıştır. Anayasada federal kelimesine yer verilmemesi, sadece muhafazakar milliyetçilerin demokratik reformlara tepkisini önlemek içindir. İspanyol federalleşme süreci mevcut etnik-dilsel yapılara uyum sağlayacak şekilde kurumların tasarlanması yönünde ilerlemektedir. İspanyol federalizminin asimetrik yapısı büyük bir anayasal tasarımdan ziyade zaman içinde parça parça oluşmuştur. Örneğin, Katalonya, Bask ülkesi ve Galiçya kendi eğitim sistemini uygulamaktadır. Geri kalan on dört Kastilya dilini konuşan bölge de kendi eğitim politikalarını standartlaştırmış ve bu sistemin yürütülme görevini merkezi hükümete bırakmışlardır. Medya için de aynı durum geçerlidir. 31 Aralık 1982'de Bask kamu yayıncılığı kurumu ETB kurulmuştur. Bunu 1983'te Katalan TV3'ü ve 24 Temmuz 1985'te Galiçyalı yayın kurumu izlemiştir. Bu arada Kastilya dilini konuşan İspanyollar TVE'ye bağlı kalmayı tercih etmişlerdir. Bu özelliklerinden dolayı İspanyol Özerk Toplulukları asimetrik federalizm modeline örnek gösterilmektedir.

ÇEŞİTLİLİK İÇİNDE FARKLILIK

1978 Anayasası ile çizilen sınırsal çerçeve, İspanyol milliyetçiliğinin yeniden oluşturulmasını gerekli kılmıştır. İspanyol milliyetçiliği tezi ilk zamanlarda halkın gündeminden düşmüştür. Bu da İspanyol milliyetçiliğinin, özellikle liberal ve solcu kesimler arasında meşruluğunu yitirmesiyle ilintilidir. Dikta rejiminin izlerini silmeye çalışan İspanyollar Franco'nun ölümü ve hızlı bir demokratikleşme ile bunu başarmaya çalışmışlardır. AB üyelik perspektifinin bu ilerlemede önemli payı olduğu söylenebilir. Ancak İspanyol elitlerinde, özellikle de sol kesimde, Franco'dan kaynaklanan bir aşağılık kompleksi söz konusu olmuştur. Bu etki, milliyetçiliğin demokratik bir yüze sahip olmaya çalıştığı Franco'nun son yıllarında ve demokrasiye geçiş döneminde kendini göstermiştir. O dönemde İspanyol milliyetçiliğine herhangi bir açık atıf gayrimeşru sayılmış ve Francoculuğun savunduğu eski görüşlerle denk tutulmuştur. İspanyol solu Franco rejiminin suçluluk hissiyle İspanya milliyetçiliği konusunda ürkek bir tavır sergilemiş; 'Ulusal' ve hatta 'İspanyol' terimlerini kullanmaktan kaçınmıştır. 'Milliyetçi' ya da 'milliyetçilik' etiketlerinin reddedilmesinden yana olan entelektüeller 1980'lerin ortalarından itibaren azınlıkların taleplerine de karşı çıkmaya başlamışlardır. Bu yeni strateji, milliyetçiliğin tüm türlerini totaliter, etnomerkezci, dışlayıcı kabul etmekte ve küçümsemektedir. İspanyol ulusunun toprak bütünlüğünün savunulması artık solcu liderler ve entelektüeller tarafından da milliyetçilik olarak değil 'yurtseverlik' ve 'anayasaya sadakat' olarak görülmektedir. Böylece, 1960 ve 70'lerde reddedilen söylemler, 1980 ve 90'larda yeniden işlerlik kazanmış, azınlık milliyetçiliklere tanınan hoşgörü yürürlükten kalkmıştır.

1980'lerin ortalarından itibaren, İspanyol sağ entelektüelleri İspanyol tarihini yeniden yazma görevini üstlenmişlerdir.

Amaçları, İspanya'yı 'çeşitlilik içinde farklılık' (variety within diversity) örneği olarak sunmak ve böylece 1978 Anayasal formülüne ulaşmaktır. Bu bakış açısına göre, Romalılar döneminden beri İspanya farklı insanların ve kültürlerin mozaiği olmuştur, ortak bir kaderde birleşmiş ve Orta Çağ'dan beri birlikte bir siyasi birim oluşturma isteğiyle birleşmiş insanlardan oluşmaktadır. Geleneksel 'çeşitlilikte birlik' (unity in diversity) fikri 19. yüzyıldan beri İspanyol gelenekçi düşünürleri tarafından savunulmuştur. Bu fikir, 'farklı İspanyalar' fikrini de doğurmuştur. Yeni muhafazakarlar İspanya'yı tek ama çok kültürlü bir ulus olarak görme eğilimindedir.

Bu arada ülkede birden fazla İspanyol milliyetçiliği bulunduğunun unutulmaması gerekir.

İspanya örneğinde, toplumu en çok bölme potansiyeline sahip sınıfsal ve dinsel kimliğin zayıfladığı görülmektedir.

Bunun yerine, bölgeselcilik güç kazanmıştır. Milliyetçi taban desteğinin temelinde de belirgin bir sosyal sınıfın varlığından söz etmek güçtür. Bu arada, 'İspanyol kimliği' Franco rejimini çağrıştırmasından korkulduğu için epey zayıf hatta çelişkili bir biçimde kendini göstermektedir. Öte yandan İspanyol ulusal kaynaşmasının bazı geleneksel araçları, özellikle ulusal simgelere işaret eden her şey, diğer tüm ülkelere oranla daha zayıf kalmıştır. Örneğin, İspanya, milli marşının güftesi olmayan birkaç ulus-devletten biridir. İspanya ayrıca 1978'e kadar tüm politik solun üzerinde tartıştığı bir bayrağa (kırmızı ve sarı) sahip olan birkaç ulus-devletten biridir.

Bazı solcu lider ve entelektüeller, İspanya'nın tek kültürel ve siyasi ulus olarak vurgulanması gerektiğini, böylelikle sınırları içinde sosyal dengenin sağlanabileceğini ve toplumu değiştirmede -sosyal reform aracı olarak güçlü bir merkezi yapılanma ile- devletin kapasitesinin kullanılabileceğini savunmuştur. Ancak azınlık milliyetçileri güçlü bir dayanışmanın kendilerinin aleyhine olacağı düşüncesiyle sosyal devlet anlayışına karşı çıkmışlardır; zira İspanya'nın fakir bölgelerine mali destek sunmayı istememektedirler.

HAFTAYA:
- Özerk bölgeler
- I. Katalonya,
- Başkent: Barselona

* Tüm Bel-SEN Diyarbakır Şubesi (Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası) Eğitim Komisyonu'nun Britanya ve İspanya'daki yerel yönetimler diğer adıyla özerk bölgeler üzerine yaptığı araştırmayı güncelliğini koruyan Demokratik Özerklik tartışmalarına katkı sunacağı inancıyla bu sayfamızda üç bölüm biçiminde yayınlayacağız.

Hiç yorum yok: