13 Eylül 2010 Pazartesi

Demokratik Özerk Kürdistan'a doğru

Kürt Özgürlük Mücadelesi, yeni bir döneme girmiş bulunuyor. Artık ne devletten ne de hükümetlerden Kürt sorununun çözümü talep edilmeyecek, halkın kendi çözüm tercihi olan demokratik özerklik modeli pratikleştirilecek. Demokratik Toplum Kongresi (DTK), son toplantısında “Kürt sorununun çözümü için en gerçekleşebilir yöntemin demokratik özerklik olduğunu” ilan etmesi ardından BDP de “ Programının aynı olduğunu” açıklayınca, Kürt toplumunda coşkuyla karşılandı. Nitekim daha şimdiden Kürtlerin yaşadığı her il ve ilçede bu çözüm biçimi bir bayram havasıyla karşılanmakta, yediden yetmişe herkes bunun heyecan ve sevincini yaşamaktadır.

HER YERDE BOYKOT

Kürdistan’da on binlerle, yüz binlerle meydanları dolduran Kürtler, bir yandan AKP’nin anayasa referandumunu boykot ederken, diğer yandan ise kendi kaderini tayin etme temelinde demokratik özerklik projesini hayata geçirmeye hazırlanıyor. Ne “evet” ne “hayır”, her yerde boykot sloganıyla AKP ve diğer düzen partilerine karşı tutumunu net bir biçimde ortaya koyan Kürt halkı, bedeli ne olursa olsun, onurlu bir çözüm için iradesini ortaya koymaktadır. Bu halk, ne açılım adı altında rötuşlanan darbeci 12 Eylül anayasasıyla ne de adı ve eşkâlleri Ergenekon gibi katliam çetelerine bulaşmış generallerin tehditleriyle durdurulamayacaklarını, görkemli mitinglerinde ortaya koymaktan çekinmemektedirler.

İLK ATEŞKESTEN BUGÜNE!

Bu döneme nasıl gelindi? Kürtler, demokratik özerklik ile Türkiye’den ayrılmak mı istiyor; yoksa çözümsüzlüğe, oyalama ve istismara müdahale ederek kendi çözümünü mü geliştirmek istiyor? Bu modelin Türkiye demokrasisinde yeri ve rolü ne olacak? İşte bütün bu sorulara açıklık getirmek ve biraz da bir çözüm modeli olarak düşünülen demokratik özerklik çerçevesine ilişkin düşünce geliştirmek amacıyla böylesi bir çalışmayı düşünmüş bulunuyoruz.

Kürt Özgürlük Hareketi tarafından üçüncü dönem olarak değerlendirilen süreç, 1993’te ilan edilen ilk ateşkes ile başlayan ve bugüne, yani 1 Haziran 2010’a kadar süren zamanı kapsamaktadır. Söz konusu bu dönemin temel karakteri, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl temelde çözülmesi için gerek içeride gerekse de dışarıda sürdürülen yoğunca çaba ve arayışları ifade etmektedir. Bu dönemi başlatan ve bizzat yürüten de PKK lideri Abdullah Öcalan’dı.

Son yıllarda da içinde bulunduğu tecrit ve giderek kötüleşen sağlık koşullarına rağmen Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesi için bitmez, tükenmez bir yoğunlaşma ve çaba sergiledi. Onun talep ve çağrılarıyla birçok kez ateşkes veya eylemsizlik kararı alındı. İyi niyet beyanı olarak çok önemli açıklamalar yapıldı, yetmedi, gerilla güçleri misakı milli sınırları dışına çıkarıldı, o da yetmedi, dağdan ve Avrupa’dan barış grupları gönderildi. Şu an gündemde olan ve 20 Eylül’e kadar sürecek olan eylemsizlik kararı, yedinci tek taraflı ateşkes olmaktadır.

“DÜŞÜNMEZSENİZ KÜRT YOKTUR”

Kürt hareketinin bütün bu iyi niyet ve barışçıl yaklaşımlarına karşın devlet ve özellikle de hükümet cephesinden olumlu veya samimi tek bir adım atılmadı. Tam aksine her defasında bu tür girişimler sabote edilerek boşa çıkarıldı.

Kendisinden önceki hükümetler gibi AKP hükümeti de Kürt sorununun çözümünde samimi davranmadı. İktidara gelir gelmez, Erdoğan’ın, “düşünmeseniz Kürt sorunu yoktur” sözleri, AKP’nin yaklaşımını veya baştan itirafını ifade ediyordu. Bu sözler daha sonra izlenen oyalama ve istismar siyasetinin temel felsefesi oldu. Dolayısıyla Erdoğan’ın 2005 tarihli Amed konuşması ve en son gündeme gelen sözde demokratik açılım palavraları, sözünü ettiğimiz oyalama siyasetinin birer kıvrılma evrelerinden başka bir şey değildir. Nitekim bu “açılım”ın koordinatörü olan Bakan Atalay, Hatay-Dörtyol’da yapmış olduğu militarist konuşmasıyla neme nem bir açılım olduğunu dünyaya göstermiş oldu.

KARAYILAN: KENDİ ÇÖZÜMÜMÜZÜ KENDİMİZ GELİŞTİRECEĞİZ

Kürt Özgürlük Hareketi tarafından “varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama” şiarıyla başlatılan ve dördüncü dönem olarak tanımlanan sürece işte böyle gelindi. Bu dönemin ana çerçevesini KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan şöyle belirtmektedir: “Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi olarak kendi çözümümüzü kendimizin geliştirmesi çerçevesinde ilk adım olarak demokratik özerkliği ilan etme görevimiz ve hedefimiz vardır. Demokratik özerklik aslında devleti demokratik çözüme zorlama adımıdır. Devlet çözüme gelmezse de özerkliğini kendisinin sürdürmesi tutumudur. Buna rağmen hiçbir surette çözüme gelinmez, ilan edilen demokratik özerklik hedeflenerek, yok edilmek istenirse o zaman devlet olmadan kendi çözümümüzü demokratik konfederal eksende geliştirme seçeneğine yönelmek durumunda kalacağız. Demokratik özerkliği hedefler ve buna gelinmezse geriye kendi başının çaresine bakma seçeneği kalıyor ve o zaman biz de buna yönelmek durumunda olacağız.”

“DEMOKRATİK ÖZERKLİĞİ ADIM ADIM İNŞA ETMEK İSTİYORUZ”

Kürtler, aslında daha 2005 Newroz’unda kendi siyasal ve toplumsal sistemlerinin ne olacağına dair kararlarını vermişti. Kürt Halk Önderinin savunmalarında yoğunca üzerine durduğu ve halkın öz örgütlülüğünü ifade eden demokratik konfederalizm, bu temelde gündeme gelmişti. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, bu süreci şu sözlerle dile getiriyor: “Dördüncü stratejik mücadele döneminin Kürt sorununa çözüm programını bugünlerde yaygınca tartışıyoruz. Biz bu çözüm modelini demokratik özerklik olarak tanımladık. Önder Apo bunu 2005 yılında demokratik konfederalizm sistemi olarak ifade etti. 2005’te PKK’nin Yeniden İnşa Kongresi, programını bu esas üzerine kurdu. Demokratik konfederalizmi böyle bir çözümün bir tarafı olarak örgütleyip inşa etmeyi hedefledik. Şimdiye kadar sağladığımız gelişmelere dayanarak böyle bir çözüm yöntemini artık pratikte dayatmak, kendi mücadelemizle ve çabalarımızla adım adım inşa etmek istiyoruz.”

Aradan geçen bu beş yıllık zamanı nasıl değerlendirmek gerekir? Söz konusu bu zaman zarfında Kürt tarafı neden demokratik özerklikten veya bu çözüm biçiminin ayrıntılarından fazla söz etmedi? Bu soruların da cevabını yine Kalkan’dan alıyoruz: “Şimdiye kadar ayrıntılarını ortaya koymamak aslında müzakere içindi. Yani içinde bulunduğumuz stratejik mücadele gerçeğinin gereği nedeniyleydi. Çünkü diyalog oluşturmak, müzakere başlatmak, çözümü siyasi müzakereyle sağlamak istiyorduk. Mücadelemizi böyle bir müzakere sürecinin geliştirilmesi için yürütüyorduk. Dolayısıyla da Kürt sorununun çözüm ilkelerinin neler olacağını müzakere ederek ortaya çıkartmayı öngördük. Demokratik özerklik olarak programladığımız, ilke olarak ortaya koyduğumuz çözümü ayrıntılı programa kavuştursaydık, elbette o zaman müzakere diye bir şey olmazdı. Müzakere çağrımızın, diyalog çağrımızın, barışçıl-siyasi çözüm çağrımızın bir anlamı kalmazdı.”

“ULUSLAR EN İYİ DEMOKRATİK TOPLUM SİSTEMİNDE GELİŞEBİLİRLER”

PKK lideri Öcalan, “Özgürlük Sosyolojisi” adlı savunmasında demokratik konfederalizme ve demokratik ulus kavramlarına genişçe yer vermektedir. Bu konular demokratik özerklik projesinin içerik ve niteliğini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bunlar anlaşılmadan bir çözüm modeli veya bir sistem olarak demokratik özerklik de yeterince anlaşılamaz.

Demokratik ulus için Öcalan şu değerlendirmede bulunuyor: “Uluslar için en verimli model demokratik ulustur. Demokratik toplumun ulus konusunda en çözümleyici, geliştirici toplum tipi olduğunu önemle anlamak gerekir. Uluslar en iyi demokratik toplum sisteminde oluşup gelişebilirler. Kavga, savaş aracı değil, kültürel zenginlik içinde dayanışmalı, hatta ulusların ulusu olma (üst ulus) gibi tarihi bir evreyi de mümkün kılabilirler. Ulusların kendi başına kavga etkeni değil, dayanışma ve kültürel zenginlik içinde barış, kardeşlik etkeni olabilmeleri demokratik sistemle mümkündür.”

DEMOKRATİK KONFEDARALİZM VE TEMEL DAYANAKLARI

Demokratik Özerkliğin içerik olarak anlaşılması açısından bir diğer temel konunun da Demokratik Konfederalizm olduğunu belirtmiştik. Aynı kitapta, Öcalan bu kavramı şöyle tanımlamaktadır: “Demokratik konfederalizm; toplumun siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, inanç ve mezhepsel, etnik, cinsiyet özgürlüğüne dayalı, ekolojik, komünal alandaki örgütlenmelerinin birliği ve örgütlenmiş toplumun kendi kendini yönetme organizasyonudur. Kadınlar birliği, belediyeler birliği, mahalleler birliği, demokratik işçiler birliği, gençlik birliği, öğrenciler birliği biçiminde…” Bu çerçevede tanımladıktan sonra, beş şık biçiminde açımlıyor;

a- Farklı ve çok katmanlı siyasi oluşumlara açıktır. Yatay ve dikey farklı siyasi oluşumlar mevcut toplumun karmaşık yapısı nedeniyle zorunludur. Merkezi, yerel ve bölgesel siyasi oluşumları denge içinde bir arada tutar. Her biri somut koşullara cevap verdiğinden, çoğulcu siyasi yapı, toplumsal problemlerin en doğru çözüm yollarını bulmaya daha yakındır. Kültürel, etnik, ulusal kimliklerin kendilerini siyasi oluşumlarla ifade etmeleri en doğal haklarıdır. Daha doğrusu, ahlaki ve politik toplumun gereğidir. İster ulus-devlet, ister cumhuriyet, ister burjuva demokrasileri biçimlerinde olsun, devlet gelenekleriyle ilkesel uzlaşmalara açıktır. İlkeli barış temelinde bir arada yaşayabilir.

b- Ahlaki ve politik topluma dayanır. Kapitalist, sosyalist, feodal, endüstriyalist, tüketimci, toplum mühendislerine dayalı benzer şablonist proje toplum çabalarını kapitalist tekellerin kapsamında görür. Bu tip toplum özünde yoktur, propagandası vardır. Toplumlar esas olarak politik ve ahlakidir. Ekonomik, siyasi, ideolojik ve askeri tekeller toplumun bu temel doğasını kemirerek artı-değer, hatta toplumsal haraç peşinde koşan aygıtlardır. Kendi başlarına bir değerleri yoktur. Devrim bile yeni toplum yaratamaz. Devrimler ancak toplumun aşındırılan, kadük bırakılan ahlaki ve politik dokusunu asıl işlevine kavuşturmak için başvurulan operasyonlar olarak olumlu rol oynayabilirler. Gerisini ahlaki ve politik toplumun özgür iradesi belirler.

c- Demokratik siyasete dayanır. Ulus-devletin katı merkezli, düz çizgili, bürokratik yönetim ve idare anlayışına karşılık, tüm toplumsal gruplar ve kültürel kimliklerin kendilerini ifade eden siyasi oluşumlarla toplumun özyönetimini gerçekleştirirler. Çeşitli düzeylerde atamayla değil, seçimle başa gelen yöneticilerle işler görülür. Asıl olan meclisli, tartışmalı karar yeteneğidir. Başına buyruk yönetim geçersizdir. Genel merkezî koordinasyon kurulundan (meclis, komisyon, kongre) yerel kurullara kadar her grup ve kültürün bünyesine uygun, çok yapılı, farklılıklar içinde birlik arayan kurullar demetiyle toplumsal işlerin demokratik yönetimi ve denetimi gerçekleştirilir.

d- Öz savunmaya dayanır. Askeri tekel olarak değil, toplumun iç ve dış güvenlik ihtiyaçlarına göre demokratik organların sıkı kontrolü altında öz savunma birlikleri temel güçtür. Görevleri, ahlaki ve politik toplumun özgür ve farklılıklar temelinde eşitlikçi karar yapısı olarak, demokratik siyaset iradesini geçerli kılmaktır. İçten ve dıştan bu iradeyi boşa çıkaran, engelleyen, yok eden güçlerin müdahalesini etkisiz kılmaktır. Birliklerin komuta yapısı hem demokratik siyaset organlarının, hem de birlik üyelerinin çifte denetiminde olup, gerek görülürse karşılıklı öneri ve onaylamalarla rahatlıkla değiştirilebilir.

e- Genelde hegemonyacılığa, özelde ideolojik hegemonyacılığa yer yoktur. Hegemonik ilke klasik uygarlıklarda geçerlidir. Demokratik uygarlıklarda ve modernitede hegemonik güçlere ve ideolojilere hoşgörüyle bakılmaz. Farklı ifade ve demokratik yönetim sınırlarını aşınca, özyönetim ve ifade özgürlüğüyle etkisiz kılınırlar. Toplum işlerinin kolektif yönetiminde karşılıklı anlayış, farklı önerilere saygı ve demokratik karar esaslarına bağlılık şarttır. Bu konuda genel klasik uygarlık ve kapitalist modernite yönetim anlayışıyla ulus-devletin anlayışı çakışmasına rağmen, demokratik uygarlık ve modernitenin yönetim anlayışlarıyla aralarında büyük farklar ve aykırılıklar vardır. Farklar ve aykırılıklarının temelinde bürokratik, keyfi yönetimle demokratik ahlaki yönetim tarzı yatar.

İdeolojik hegemonya söz konusu olamaz. Çoğulculuk, farklı görüş ve ideolojiler arasında da geçerlidir. Yönetimin kendini ideolojik kamuflajla güçlendirmesine ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla milliyetçi, dinci, pozitivist bilimci, cinsiyetçi ideolojilere ihtiyaç duymadığı gibi, hegemonya kurmaya da karşıdır. Toplumun ahlaki ve politik yapısını aşındırmadıkça, hegemonya peşinde koşmadıkça, her görüş, düşünce ve inanç serbestçe ifade edilme hakkına sahiptir.

f- Süper hegemonik güç denetimindeki ulus-devletlerin BM’li birlik anlayışına karşılık, ulusal toplumların Dünya Demokratik Konfederal Birliği’nden yanadır. Gerek sayısal gerek niteliksel olarak, çok daha geniş toplulukları demokratik siyaset kriterlerince Dünya Demokratik Konfederasyonu’nda birleştirmek, daha güvenlikli, barışçıl, ekolojik, adil ve üretimsel bir dünya için şarttır.

Devam edecek...

Hiç yorum yok: