21 Eylül 2010 Salı

12 EYLÜL DARBESİ - 1


Darbeyi adım adım hazırladılar

Halkın tepesine bir karabasan gibi çöken 12 Eylül 1980 askeri cuntası, darbe koşullarını adım adım hazırladı. Cuntacılar, önce 1 Mayıs 1977 Katliamı yaptı, daha sonra Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarıyla darbe zemini oluşturarak yönetime el koydu. Bedeli ağır oldu.

12 Eylül Cuntasının Ayak Sesleri

Türkiye'de 1960'lı yıllardan itibaren toplumsal altüst oluşlar ile birlikte grev, fabrika işgali, sokak direnişi yöntemlerinin tamamını kullanarak yükselen işçi sınıfı hareketi, egemenlerin önündeki en önemli engellerden biri haline gelir. İşçi hareketinin yükselişi, sınıfın temel ekonomik istemlerini dahi savunmaya niyeti olmayan Türk-İş'e alternatif Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) kurulması ile sendikal alandaki ifadesini de bulur. 12 Mart 1971 darbesi ile gelişen toplumsal mücadele iki yıl boyunca geriletilmiş, ancak 12 Mart cuntasının etkisini kaybettiği 1973'ten itibaren toplumun bütün kesimlerinden tekrardan itirazlar gelişmeye başlar. Yarım yüzyıllık 1 Mayıs yasağının 1976'da Taksim Meydanı'nda düzenlenen ve yüz bini aşkın kişinin katıldığı görkemli mitingle aşılması, Kemalist rejimin işinin hiç de kolay olmadığını gösterir. 1 Mayıs 1977 tarihinde yalnızca İstanbul'dan değil, ülkenin her yanından sendikaların ve devrimci grupların Taksim Meydanı'nda dev bir gövde gösterisi gerçekleştirecek oluşu, devletin büyük bir katliam planlamasının esas nedenidir. Sol içi silahlı çatışmaların yayılmasının yarattığı kafa karışıklığının kendisine sunduğu avantajları da sonuna kadar değerlendirmeyi uman devletin resmi ve gayri resmi silahlı güçleri, 1 Mayıs 1977 sabahında son hazırlıklarını yaparak alanı doldurmaya başlayan emekçi yığınlarını beklemeye başlarlar. 12 Eylül 1980 askeri cuntanın yönetime el koyacak darbesinin ilk katliamı İstanbul Taksim'de 1 Mayıs alanında tezgahlanır.

1 MAYIS 1977 KATLİAMI

Büyük bir katılım ile gerçekleştirilen 1977 1 Mayısı'nda kürsüye çıkan o dönemin DİSK Başkanı Kemal Türkler konuşmasını tamamlamak üzereyken, Sular İdaresi'nin üzerindeki kontrgerilla görevlilerinin uzun namlulu silahlarla kitlenin üzerine doğru ateş etmeye başlamaları ile katliam başlar. Bu ilk ateşten sonra, bir gün önceden İntercontinental Oteli'ne (bugünkü The Marmara Oteli) yerleştirilmiş olan tetikçiler de kitle üzerine ateş etmeye başlarlar. Otelin yanındaki binalardan da sürekli olarak ateş edilmeye başlanır. Ardından Renault marka bir araba ile alana giren 4 kişilik bir grup da kitleye doğru ateş etmeye başlar ve polisler tarafından durdurulmaksızın Gümüşsuyu istikameti yönünde gözden kaybolur. Kurşunlara hedef olmamak için yerlere yatan insanların arasına dalan panzerler de insanları ezmeye başlar. Meral Özkol polis panzerleri altında ezilerek katledilir. Canını kurtarmak için Kazancı Yokuşu'na doğru yönelen binlerce kişiyi başka bir ölüm tuzağı bekler. Zaten dar olan yokuşa büyük bir kamyon park edilmiştir. Buradaki panik sırasında 28 kişi ezilerek yaşamını yitirir. O gün 1 Mayıs'a katılan 34 kişi öldürülürken, 126 kişi de yaralı kurtulur.

MARAŞ KATLİAMI

1 Mayıs 1977 Katliamı'ndan sonra ikinci bir katliam da Maraş'ta gerçekleştirilir. Maraş'taki katliam iki solcu öğretmenin öldürülmesiyle başlar. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978'de gerçekleştirilir. Katliamın hazırlıkları 8 ay öncesinden yapılır. Alevilerin ve solcuların çoğunluk olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını söyleyen bazı kişiler, nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri tek tek dolaşmakta, evlerde kaç kişinin yaşadığı gibi sorular sormakta ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapılara kırmızı boya ile işaret koymaktadırlar. Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Bu işaretlemelerin amacı, Alevi ve solcu evlerini belirlemektir. Maraş Katliamı olayları, 19 Aralık günü tesiri az bir patlayıcının patlamasından sonra 'Müslüman Türkiye', 'Milliyetçi Türkiye', 'Komünistler Moskova'ya', 'Başbuğ Türkeş' gibi tahrik eden sloganlarla başlar. 19 Aralık'ta başlayan olaylar 25'ine kadar devam eder. Olayların sonucunda resmi rakamlara göre 104 kişi, yaşayanlara göre de 111 kişi yaşamını yitirmiş, 1000'in üzerinde insan yaralanmış, 552 ev ve 289 işyeri tahrip edilip, yakılmıştı. En son Hatay/Dörtyol'da 'Kürtler polisimizi öldürdü' diyerek sokaklarda binlerce ırkçının Kürt mahallelerine saldırmaları, işyerlerini, evlerini talan etmeleri ve kentten atmak istemeleri ile aynı refleksler üzerine yapılan katliam provasına tanık olduk.

1978 SİVAS KATLİAMI

Darbe öncesi üçüncü büyük katliam ise Sivas'ta gerçekleşir. 1978 Eylül ayının 4. gününde Alibaba Mahallesi'nde halk, pazaryerinde bayram alışverişi yapmaktadır. Bu sıralarda mahallenin üst kesiminde bulunan Çukurtarla semtinde Maraş'takinin benzeri patlayıcı bir madde atılıyor ve yoldan geçenlere saldırılıyor. Önceden hazırlanan plan gereğince aynı anda faşist bir grup da Alibaba Mahallesi pazaryerindeki halka silahla saldırarak 'Ey Müslümanlar ne duruyorsunuz, Aleviler, komünistler namazdan çıkan Müslümanlara saldırdı, Müslümanlar katledildi' diyerek saldırılarını ve tahriklerini sürdürürler. Bu sırada yaşlı bir kadın saldırganın açtığı ateş sonucu öldürülür, birçok kişi yaralanır bu saldırıda. Pazar yerindeki tüm eşyalar, araçlar talan ve tahrip edilir. Giderek büyüyen kalabalık mahalle aralarına dalarak, evleri yakma, yıkma girişimlerini yoğunlaştırır. Olay giderek büyür ve tüm bölgeye yayılır. Aynı anda İnönü ve Yiğitler Mahallesi'nde de saldırılar başlar. Olayların başladığı birinci gün, 6 kişi öldürülürken yüzlerce insan yaralanır ve bine yakın ev ve işyerinin tahrip ve talan edilmesiyle sonuçlanır. Böylelikle askeri bir darbeye zemin hazırlanır. Ve 12 Eylül askeri darbesi varlığını hissettirmeye başlar.

ÇORUM KATLİAMI

12 Eylül askeri darbesi öncesi gerçekleştirilen son büyük katliam tezgahı Çorum'da gerçekleştirilir. Çorum olayları ile darbe artık iyiden iyiye kendisini hissettirirken, hafızalardan silinmeyecek bir tablo çıktı ortaya. Çorum olayları şöyle başlar: 27 Mayıs 1980'de Gün Sazak'ın öldürülmesini bahane eden karanlık güçlerin kışkırttığı MHP'lilerin öncülüğündeki grup, 28 Mayıs günü Çorum'un en işlek caddelerinde terör estirmeye başlar. Dükkanlar yağmalanır, Alevi demokrat esnaflar dövülür. Alevilerin yoğun olduğu Milönü Mahallesi'ne saldırı olur. Çorum'da katliamın startı verilmiştir ve bu saldırılar belli aralıklarla 5 Temmuz 1980'e kadar sürer. Çorum'daki katliama polis ile TRT de dahil olur. Polis panzeri ve arkasındaki üç sivil araba ile Çorum'da operasyona girişirler. TRT de 'Çorum'da Alaaddin Camii'ne patlayıcı madde atılması ve dışarıdan ateş açılması ile olaylar başladı' haberini sık sık vererek kitleleri kışkırtma rolünü üstlenir. Çorum'da da telsizlerle 'Aleviler camiyi bombaladı' söylentisi yaygınlaşır. Evinde oturan tarafsız Sünniler istemeye istemeye yayılan dedikoduların etkisiyle Milönü'ne koşarlar. Oysa camiye ne patlayıcı madde atılmış, ne de dışarıdan ateş edilmiştir. Ama artık harekete geçirilen kontrolsüz kitleler, karanlık güçlerin öncülüğünde bir katliama girişirler. Katliam, 57 yurttaşın hayatını kaybettiği, 200'ün üstünde yaralı; 300'e yakın ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılması; binlerce ailenin göçüyle tarihin en karanlık sayfaları arasında yerini aldı.

12 EYLÜL GÜNÜ

Böylece 1 Mayıs Katliamı ile başlayan darbe süreci, 12 Eylül 1980 tarihinde tamamlanmış oluyordu. Artık ülkede hakimiyet tamamen ordunun eline geçmişti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 12 Eylül'de radyo ve televizyondan bir konuşma yaparak yönetime el koyacaklarını duyuracaktı. Evren konuşmasına şöyle başlar: 'Aziz yurttaşlarım, bir defa daha belirtiyorum ki silahlı kuvvetler aziz Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlevlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır' diyerek darbe yaptıklarını duyurur.

12 Eylül askeri darbesi ile Türkiye'de TSK, 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından yönetime üçüncü defa el koyuyordu. Bu müdahale ile ilk etapta ülkenin bütün kentleri, kasabaları, köyleri, sokakları büyük bir askeri yığınak ile adeta işgal altına alınıyordu. Sabaha doğru radyo ile darbeyi açıklayan askeri cunta, Süleyman Demirel'i başbakanlıktan aldıktan sonra TBMM'yi de lağvediyordu. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası, yeni bir anayasa yapılmak üzere tamamen rafa kaldırılıyordu. Böylelikle Türkiye'de askeri hakimiyet bir kez daha kendisini gizleme gereği duymadan doğrudan iktidara geçmiş oldu. Bu dönem, yaklaşık dokuz yıl sürdü. 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturdu, siyasi gelenekler de, geçici de olsa alt-üst edildi. Ülkede askeri bir işgal gibi hakimiyetini gösteren askeri darbe ile 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Hak aramanın, itiraz etmenin bütün araçları yok edilmişti. Ülke tamamen askeri cuntanın esareti altına geçmişti. İşgal altındaki bir ülke görünümünde açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, bunlardan 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).

Milli Güvenlik Konseyi'nin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan anayasa ise, 1982 yılında halk oylamasına sunuldu. Askeri hakimiyet altında gidilen halk oylamasında yüzde 92'lik 'Evet' oyu ile büyük farkla kabul edildi. Hayır demenin işkence ve de zulüm anlamına geleceği düşünülürse bu sonuç şaşırtıcı olmamalı. Kabul edilen anayasada, generallerin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, seçimlerle iktidara gelen hiçbir hükümet tarafından kaldırılmadı ve 12 Eylül liderlerinin dokunulmazlığı bugüne kadar sürdü.

12 EYLÜL BİLANÇOSU

İnsanların yaşadıkları işkenceyi, acı ve zulmü rakamlar ile açıklamak yeterli değildir ancak ülkede yaşanan ortamı vermesi açısından aşağıdaki bilanço ibret verici bir tablo çıkarıyor.

388 bin kişiye pasaport verilmedi.

30 bin kişi 'sakıncalı' olduğu için işten atıldı.

14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.

30 bin kişi 'siyasi mülteci' olarak yurtdışına gitti.

300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.

171 kişinin 'işkenceden öldüğü' belgelendi.

937 film 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandı.

23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.

3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.

400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

31 gazeteci cezaevine girdi.

300 gazeteci saldırıya uğradı.

3 gazeteci silahla öldürüldü.

Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.

13 büyük gazete için 303 dava açıldı.

39 ton gazete ve dergi imha edildi.

Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.

144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.

14 kişi açlık grevinde öldü.

16 kişi 'kaçarken' vuruldu.

95 kişi 'çatışmada' öldü.

73 kişiye 'doğal ölüm raporu' verildi.

Hazırlayan: Ercan Aktaş - Ceyhun Erdem *


* Dut Ağacı Kolektifi
(Yarın: Darbenin ürünü kurumlar)

Bu yazı 11 Eylül 2010 tarihli Günlük Gazetesi 'nde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: