2 Ağustos 2010 Pazartesi

O vakit gelecek

Topraklarından kan revan içinde göçertilmiş halkım, Dörtyol’da, sömürgeci devlet güçleri ve onların MHP ve AKP’lilerden ibaret sokak tetikçileri tarafından kuşatıldı. Bu faşist güruh, Türk bayraksız ev ve araçları kuşatıyor, toplandıkları emniyet müdürlüğünün yanında, çıktıkları panzer üzerinden devletten Kürtlerin Dörtyol’a sokulmamasını istiyorlar. İstedikleri oldu. Devlet güçleri, BDP’nin sorumlularından ibaret Kürtleri Dörtyol’a sokmadı.
Türklerin devleti, Türkiye’nin ve Kürdistan’ın bütün şehir ve kasabalarında aynı şeyi yapacak. Kürt halkını kuşatacak, Emniyet müdürlüğü ve valilikler çevresine toplanan “tekbirli” MHP ve AKP’li tetikçilere davranış özgürlüğü sağlayacak. Şimdilik yalnızca korkutma ve talan gerekiyorsa toplumsa cinayet işlenmeyecek. Fakat toplu cinayet işleyecekleri vakit de gelecek. Cinayet ve katliam üzerine kurulu Türk devletinin karakteridir bu. Bin yıldır bu topraklarda cinayet işlemekte ve en son Kürtlerle nihai bir hesaplaşmanın eşiğine gelip dayanmış bulunmaktadır.
Bunun ortası var mıdır? Yoktur. Halklar yaşamı, birinin hakimiyetinde, ötekilerin ezilip çorbalaştırıldığı tatsız tuzsuz bir yaşamı sür git kaldıramaz. Kürtlerin midesi daha fazla bunu kaldıramadı. Kürtlerin midesinin kaldırmadığı berbat bir yaşamın dışına çıkma arzusunu da Türk tetikçiliği kabul etmedi.  O zaman bunun ortası yoktur. İnegöl’de, Dörtyol’da, Sakarya’da olup biten her şey adım adım bütün bir Türkiye ve Kürdistan’ı saracaktır…
Toplumlar canlı organizmalardır. Yaşam refleksleri vardır. Yeni başlamış toplumsal olayların algılanma süreci uzun sürer. Bazen on yıllara yayılır. Algılanma süreci tamamlandıktan sonra, daha önce bir yılda gerçekleşen gerilim ve çatışmalar aya, haftaya ve bir güne kadar iner. Bu, suyun kaynaması gibidir. Doksanlı derecelere kadar su ısınır, onca ısınmanın kaynaması için artık bir derece yeterlidir.
Kürtlerle Türklerin durumu artık böyledir.
Kürtler, mezhep ve etnik kimlik gizleyen korkak atalarını doğal ölümle çoktan toprağa vermişlerdir. Şimdi hükmü süren, aile kadını veya erkeği olan Kürt, bomba ve kurşun sesleriyle, serhildanlarla büyümüş olan direnişçi Kürttür. Aşağılık bir yaşamı artık kabul etmek istememektedir. Tahammülsüzdür. Gergindir. Sürgün acısı, cinayet acısı, yoksulluk acısı ve inkar acısı bir türlü geçmemektedir.
Türklerin devleti, Kürtlerin düşünen beynini darmadağın etmiştir. Düşünen Kürtler dağdadır, sürgündedir, hapistedir, mezardadır… Türkiye alanında bulunanlar baskı ve şiddet altındadır. Türklerin devleti, otuz yıldır yan gelip yatan, canı istediğinde PKK aleyhtarı devlet projelerine dahil olan,  PKK’nin açtığı özgürlük alanında PKK’yi şikayet edip, devlet projelerine yaslanarak yaşayan “Bireysel Kürtlüğe” dayanarak Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye edebileceğini sanmaktadır. Bu büyük bir yanılgıdır. İki tane Kürdü bir arada tutama becerisi olmayan “bireysel Kürtlüğün” Kürt ve Türk halkına sunabileceği hiçbir şey yoktur.
Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’in küçük yerleşim birimlerinde başlayan gerginlik ve çatışmalar zamanla büyük kentlere kayacak, Kürdistan’a doğru geri büyük bir Kürt göçü başlayacaktır. Türk şehirlerinden kan revan içinde dönen Kürtlerin Kürdistan şehirlerinde Türk devletinin varlığını kabul etmeleri asla mümkün olmayacaktır…
Halkın kendi can güvenliğini korumasını istemekten başka yapacak fazla bir şey yoktur artık. Hiçbir reform ve öngörü yeteneği olmayan Türk devleti ise, bu kaos ortamında çöküp gidecektir. Kürdistan’ı kaybetmiş Türk devletinin, Türklerin ihtiyaçlarını karşılaması mümkün olmayacak, ilerici Türk insanı sokak tetikçiliğinden ibaret faşist bir yönetim altında yaşamayı kabul etmeyecektir…
Sovyetler Birliği onbeş cumhuriyetini evine gönderirken bu tür kanlı boğazlaşmaları hesaplamıştı. İkiye bölünmüş Almanya sınırında bir yürüyüşe tanıklık eden Rus Devlet Başkanı Gorbaçov:
“O yürüyüşü gördükten sonra Doğu Almanya’nın işinin bitmiş olduğunu anlamıştım,” demişti.
İnegöl, Dörtyol, İzmir, Trabzon, Samsun, Sakarya… Anlayanlar için çöküşün çoktan işaretleridir. Bu şehirlerde eşitliğin ve kardeşliğin sağlanması mümkün değildir. Buralardaki Kürtler yaşayacaklarsa, kafalarına dikilmiş bayrak ve gözlerine sokulmuş Türk işaretlerinin ağırlığı altında dudaklarını kanatırcasına yaşayacaklardır. Türk devletinin ve toplumunun onlara sunabileceği başka bir yaşam seçeneği yoktur.
Türk medya üç kağıtçılığı, çürümüş “Türk Kürtçülüğü” ve sömürgeci diktatörlük, Kürt sorununu çözme peşinde değil, PKK’yi yenme peşindedir…
Fakat bu heves asla gerçekleşmeyecektir. Bir katliam ve ölüm simgesi olan Türk üst kimliği, Kürtlerin kimliği olmayacaktır.
Kürtlerin, Kürt kasaba ve şehirleri dışında rahat edebilecekleri, güvenlik altında yaşayabilecekleri hiçbir yer yoktur…
Sihirli bir dokunuş, ilahi bir üfleme veya uluslar arası ciddi bir müdahale olmadığı sürece Kürtlerle Türklerin ayrılması gelip kapıya dayanacak ve Kürtler, Medlerden sonra ilk kez, Kürdistan coğrafyasının egemen sahipleri olarak tarih sahnesine çıkacaklardır…
Ey Türk sömürgeciliği altında ülkesinin adını anamayan ve doğurduğu çocuklarına kendi dilinde seslenemeyen halkım, büyük ve cesur düşün.
Kandil’e, Zagroslara, Cudi’ye, Botan’a; Diyarbakır, Hewler ve Urmiye’ye senden başka kim hakim olabilir?

Hiç yorum yok: