18 Ağustos 2010 Çarşamba

"Kürtler Ekonomik Sorunlarını da Özerklikle Çözebilir"

“Yerel yönetime dayanan planlama, ekonomik ve mali kaynakların israfını durduran ve merkezi yönetimi fuzuli mali yüklerden koruyan bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle, İspanya ve İtalya gibi bölgeli devletlerde, bölgelere eğitim, sağlık ve ekonomik alanlarda kanun çıkarma ve bunları uygulama özerkliği sağlanmıştır.“
Türkiye’de Kürt sorununun çözümü eksenindeki tartışmalarda, Kürt tarafının gündeme oturttuğu Demokratik Özerklik modeli, her ne kadar hükümet cenahından klasik redçi ve bastırmacı tavırla karşılaşmış olsa da, bazı aydın kesimlerde ‘tartışmaya değer somut çözüm önerisi’ olarak değerlendiriliyor, tartışılıyor... Aynı zamanda bu talep, Kürt sorununun ‘şiddet’ argümanlarıyla tartışılması yerine, gündemi diyalog ve demokratik barışçıl bir çözüme yöneltme anlamında da Kürt tarafının bir çıkışı olarak da değerlendiriliyor.

Ancak, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) son kongresinde yaşamsallaştırılmasına dair kararlaşmaya gidilen sözkonusu Demokratik Özerklik’e ilişkin tartışmalar genelde ‘yerel parlamento’, ‘bayrak vs’ gibi idari yapılanma biçimi üzerinden gelişiyor.

Biz, Demokratik Özerklik modelinin halkın ekonomik yaşamını etkileyen boyutunu Ekonomist Yazar Dr. Nebi Kesen’e sorduk...
Kesen’in, merkezi ve yerel özerk yapılanmaların ekonomiye bakışı, avantaj ve dezavantajları, Demokratik Özerklik’in Kürdistan’da uygulunma olasılığı ve ekonomi boyutuyla yaşanacak sonuçlarına ilişkin analizleri şöyle:

Merkezi ve ademi merkezi özerk idari sistemlerde ekonomik öncelikler nelerdir? Ekonomiye ilişkin yasalaşma veya planlamada sistemin sürekliliği mi, halkın ihtiyaçları mı veya başka faktörler mi belirleyici ve önceliklidir?
Merkezi idari sistemin belirgin özelliği, ekonomik yaşamı ilgilendiren konularda bütün görev ve yetkilerin bir merkezde toplanmasıdır. Hükümet ve buna bağlı idari organlar, ülkenin genelini ilgilendiren ekonomik hedeflere yönelik ekonomik ve mali politikalar tespit eder ve uygulamaya çalışır. Bu hedeflerin başında ekonomik büyüme, istihdam ve dış ticaret gelir. Mali kaynakların kullanımı, bu makro politikaların gerçekleşmesi için, merkezi yönetim tarafından tespit edilir. Ülkenin coğrafik büyüklüğü ve ekonomik kalkınma düzeyi ile mali kaynaklar, merkezi planlamanın başarısını etkileyen önemli faktörlerdir. Mali kaynakların sınırlılığı düşünüldüğünde, her hükümet tercih yapmak ve seçmenlerin gözüne girecek ‘’başarı projelerine“ yönelmek zorundadır.

Hükümetler, ekonomik ve mali politikalarını belirlerken ülkenin ‘’genel sorunları“ ve yeniden seçimi kazanma konularında odaklaşır. Yasama ve seçim dönemlerinin kısa olmasından dolayı, hükümetler, kısa vadeli hedeflere ulaşmaya çalışır ve merkezi idari sistemin bütününü buna adapte etmeye çalışır. Yerel yönetimler (belediyeler) bile, bu politika dahilinde merkezin mali desteğini alır. Başka bir deyişle, altyapı kamu hizmetleri (ulaşım, enerji, sanayileşme vs.) hükümetin ya da ona bağlı merkezi kurumların onayına ve desteğine bağlı olarak gerçekleşir. Böyle olunca da, hükümetin ekonomik ve siyasi hedefleri her zaman öncelik taşır.

Ademi merkezi sistem, yerelde yönetimi temel aldığı için, halkın ve bölgenin/yörenin zorunlu ekonomik gereksinimleri üzerinde yoğunlaşır. Bölgesel veya yöresel ekonomik kalkınma öncelikli olarak ele alınır ve gerçekleştirilmeye çalışır. Yerel yönetimler, idare ettikleri yörelerin acil ekonomik sorunları ve halkın ihtiyaçları konusunda doğrudan bilgi sahibidir. Bunların çözümünde yerel yönetimler daha verimli ve daha etkin olabiliyor. Yerelde yönetim, özel yatırımcıları teşvik konusunda somut ve kalıcı avantajlar sağlamak açısından da, merkezi ve bürokratik-hantal idari sisteme göre bir üstünlük gösteriyor.

Kuşkusuz, yerel yönetimler de yeniden seçilmek ister ve bu nedenle her zaman siyasi amaçlar güderler. Merkezi sisteme göre, buradaki fark, yerel yönetimlerin icratlarının yöre halkının ihtiyaçlarına ve beklentilerine dönük olmasıdır. Halkın yöneticilerini yakından izleme ve gerektiğinde onlardan hesap sorma durumu sözkonusudur. Bu anlamda, demokratik katılım ve kontrol mekanizmaları yerel yönetim yoluyla daha da işlerlik kazanıyor.

Ulus devlet sistemindeki ‘’genel“ ekonomik yasalaşmalar ve planlamalar ile özerk, federal veya konfederal yapıların ‘’yerel“ planlamaları halkın günlük yaşamını nasıl etkiler?
Ulusal ekonomik programlar ve politikalar, etkilerini hemen bölgelerde göstermeyebilir. Burada bir istisnayı, hükümetin ekonomik politikaları sonucu kamu ve özel yatırımlarının uygulandığı bölgeler oluşturur. Buna örnek olarak Türkiye’de 1985´ten sonra oluşturulan serbest ticaret bölgelerini gösterebiliriz. Bu bölgelerin oluşturulduğu Mersin, Antalya, izmir, istanbul vb. iller, bundan doğrudan yarar sağlayan bölgelerdir. Ama, sözkonus bu merkezi girişimin ülkenin diğer bölgelerine ekonomik yansımaları ya hiç olmaz ya da az olur ve geç ulaşır.

Halkın ekonomik yaşamını doğrudan ve çabuk etkileyen bölgesel ya da yerel ekonomik ve mali programlardır. Buna örnek olarak, Amed için hazırlanacak bir kalkınma projesini gösterebiliriz. Sanayi veya sağlık alanında, kamu teşvik modelleriyle desteklenen bir özel yatırımlar hamlesini düşünün. Bunun bölgeye ilk yansımaları, yatırımlar yoluyla sağlanan istihdam ve gelir artışı olacaktır. Sonradan istihdam, ulaşım, ticaret vb. alanlarda Amed ve çevresinde pozitif ekonomik gelişmeler yaşanacaktır ve bölgesel kalkınmada önemli adımlar atılmış olacaktır.

Bölgesel özerkliğe ya da federal sisteme sahip veya konfederal yapı içinde olan devletlerde, ekonomik alanda gereksinimlerin tespiti, doğal ve mali kaynakların tasarruflu kullanımı ve yarar-zarar hesaplaması bizzat bölgesel ya da yerel düzeyde gerçekleşmektedir. Bölge halkının bunu pratiğinde yaşaması ve avantajlarını görmesi mümkündür. Ülkenin geneli için uygulanan ekonomik ve mali programlar, iyimser bir ifadeyle söylemek gerekirse, zaman alır ve toplumun günlük ekonomik yaşamında hemen etkisini göstermez.

Yerel ekonomik programlar ve kalkınma projeleri, bölge/yöre halkının katılımını ve katkısını artırıcı özelliklere sahiptir. Toplum, bu projelerde kendi ekonomik çıkarlarını görürse destek verir. Bu, bir yandan yereldeki halkı ve özel girişimcileri üretime katar ve onları verimliliğe teşvik eder, diğer yandan bölgeler ve yöreler arasında bir ekonomik rekabeti yaratır. Bölgesel ve yerel yönetimler ise, “yöre bilinci” temelinde ekonomik programlar geliştirmek ve uygulamak yükümlülüğü taşırlar. Bölgesel ekonomik başarı, yönetimlerin seçiminde önemli bir kıstas olur.

Merkezi idari sistemin ekonomiye ilişkin kararları hangi durumlarda yerel özerk idari yapının ihtiyaçları ve talepleriyle uyumsuzluk sergiler?
Merkezi hükümet, bölgelerin ve yörelerin ekonomik sorunlarını detaylarıyla tespit etme ve çözme gibi bir programa sahip değildir. Buna ne zamanı ne de olanakları yeter. Bölge yada yöre halkının altyapı hizmetlerine ve diğer ekonomik ihtiyaçlarına yönelik hükümet yaptırımları da çoğu kez bir siyasi tercih konusu olabilmektedir. Buna en açık örnek, Türkiye’nin 1923 yılından sonra başlattığı sanayileşme ve kalkınma politikalarıdır. Devlet yatırımlarının tümü Türkiye’nin batısında gerçekleştirilmiştir. Bundan dolayı Kürdistan bölgesi tümüyle ekonomik olarak geri kalmış ve bir “Doğu-Batı Uçurumu” yaratılmıştır.

Bölgesel özerk idari yapı oluşturulduğunda, hedefler ve uygulamalar doğal olarak merkezden yerele aktarılmış olur. Bu durumda, bölgesel ve yöresel ekonomik tercihler ve planlamalar burada yaşayan toplumun ve bireylerin ihtiyaçlarını ve sorunlarını temel almak zorundadır. Bu görevlerin gerçekleşmesi için, yerel yönetimlerin yetki sahibi olmaları gerekiyor. Bu yetkilerin kısıtlanması veya engellenmesi, bölgesel ve yöresel ekonomik programların gerçekleşmesini olanaksız kılar. Bu nedenle, hukuki olarak merkezi idari sistemin müdahele yetkisi sınırlamak gerekir. Merkezin ekonomik kararlarının bölgelerin ekonomik çıkarlarını zedeleyici olmaması için, merkez-bölge arasındaki görev ve yetkilerin yasal ve bağlayıcı bir çerçeveye oturtulması gerekiyor.

Yetkilerin merkezi yönetimin elinde olması durumunda, yerel yönetimlerin fazla bir şey yapmaları mümkün değildir ve sadece merkezin kararları doğrultusunda ‘’idari görevlerini“ yerine getirmiş olurlar. Bu durumda da, yerel yönetimlerin özerkliğinden söz etmek yanlış olur. Böylesine bir durum, bölgesel ekonomik kalkınma ve gelişme açısından en çok geri kalmış bölgeleri etkiler. Çünkü, ekonomik olarak geri kalmış bölgelerin sorunları büyük ölçüde merkezi idari sistemden kaynaklıdır ve sistem aşılmadan sözkonusu bölgelerin sorunları çözülemez.

Bölgesel ekonomik gelişme farklılıkları, merkezi idari sistemin bilinçli tercihi yada hataları sonucu doğmuş olabilir. Ulusal ve etnik sorunların yaşandığı ülkelerde, ezilen ve azınlık durumundaki halkın yaşadığı bölgeler, genelde ekonomik olarak geri kalmış bölgelerdir. Bu bölgelerin yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları bile merkez tarafından talan edilmekte ve ülkenin ekonomik kalkınmasının hizmetine sunulmaktadır. Buna örnek olarak Türkiye’in ‘’bölgesel kalkınma politikaları“nı gösterebiliriz. Kürdistan’ın madenleri ve suyu, buranın ekonomik kalkınmasına değil, sadece Türkiye ekonomisinin hizmetinde kullanılmıştır. Bir başka örneği, GAP projesi oluşturuyor. Son 30 yıl içinde bu projenin yüzde 20’sinin gerçekleştirildiği söyleniyor, ve bu gelişme de ağırlıkta enerji üretimi ve tüketimi üzerine yoğunlaşmış bulunuyor. Sanayi ve tarımsal sulama projeleri ise, çok az miktarda gerçekleşmiş ve ağır-aksak bir seyirde yürüyor. Merkezi idari sistemin ve bölge halkının ihtiyaçları arasındaki uyumsuzluğa bundan başka iyi bir örnek aramak gerekmiyor.

Merkez ve yerel özerk yapının ekonomik konularda uyumsuzluğunun temel nedenleri ile yol açacağı yerel ve merkezi sorunlar nelerdir? (ispanya’da Katalonya veya italya’nin kuzey bölgeleri ve Sardunya örneği gibi…)
Merkezi ve yerel özerk idari yapılanmalar arasında ekonomik uyumsuzlukların siyasi, toplumsal, ekonomik ve ulusal/etnik nedenlerini burada tek tek sıralamak zor. Bu nedenler, devletlere ve toplumlara göre farklılıklar da taşıyor. Bunların yol açtığı yerel ve merkezi sorunlar konusunda ispanya ve italya’yı sadece örnek almak ne kadar doğru olur bilemem.

Bilinen bir şey şu ki, azınlıkların olduğu zengin bölgelerin de merkezi yönetimle ciddi sorunları olabiliyor. Fakat, bu sorunlar ekonomik nedenlere dayanmayabilir. Örneğin ispanya’nın Katalonya bölgesi gelişmiş bölgeler arasında yer almasına rağmen, etnik temeli olan siyasal ve sosyal çelişkiler sözkonusu. italya’da ise, Sicilya ve Sardunya gibi ülkenin güneyinde yer alan özerk bölgeler ekonomik geri kalmış bölgeleri oluşturuyor. Buna karşılık, ülkenin zengin bölgesi olan Kuzey italya’da ayrılma yönünde ve merkez-çevre ilişkilerinde daha çok sorunlar görme veya yaratma durumu mevcut.

Ülkelerin özgül koşulları ve ihtilafların arka plandaki nedenleri kıyaslamada gözönüne alınmak zorundadır. Merkez-(özerk) bölge ilişkilerinde ekonomik alanda yaşanan sorunlar, genelde farklı ekonomik çıkarlardan kaynaklanıyor. Merkezi hükümet ve idari yönetim, ülkenin genel ekonomik çıkarlarını gözönüne alır ve ona göre politikalar belirler. Bölgeler ise, kendi öz ekonomik sorunlarını çözmek durumundadırlar. Önemli olan bu çıkar çelişkilerinin, uzlaşma ve işbirliği temelinde giderilmesidir.

En son Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından benimsenen yerel veya bölgesel ‘’demokratik özerklik“, yasal bir statü kazanmasa bile, Kürtler hangi ekonomik ihtiyaçlarını devlete ihtiyaç duymadan, BDP’li belediyelerin varlığı da hesaba katılarak, ‘’özerk“ olarak karşılayabilir?
Merkezi yönetimin dışında ve ekonomik sorunları bölgesel özerklik projesini temel alarak çözmek için, ilk önce, bir bölgesel ekonomik pograma sahip olmayı gerektirir. Bu program, bölgesel ekonomik durumun analizi, acil sorunların tespiti ve uygulanması gereken adımları kapsamak zorundadır. Burada, yörelerin ve diğer küçük yerleşim birimlerinin de ekonomik durumunun detaylandırılmasının altını çizmekte yarar var. Sonuçta, bölgesel ekonomik programların başarısı, toplumun ve tüm yerel yönetimlerin bu programı sahiplenmesi ve desteklemesi ile olur.

Ekonomik hedeflerin tespiti ve yerel düzeyde somutlandırılması için, belediyelerin yanısıra işveren dünyasının aktörlerini (ticaret ve sanayi odaları gibi) bu çalışmanın içerisine almak gerekiyor. Bu nedenle aşamalı bir planlama ve uygulama sürecini başlatmakta yarar var. GAP Belediyeler Birliği içinde yer alan yerel yöneticiler ve uzmanların da katkısı sağlanabilinir ve deneyimlerinden yararlanılabilinir. ‘’Demokratik Özerklik Projesi“‘nin ekonomik ayağını sadece BDP yönetimindeki belediyelerle sınırlamak yerine, bütün yerel yönetimleri kapsayacak şekilde gündemleştirmekte yarar var.

Bölgelere özerklik kazandırılması yönünde ekonomik konsept geliştirilirken, hem merkezi hükümeti hem de AB uyum sürecini de gözardı etmemek gerek. Bölgesel kalkınma projelerinin somutlaştırılmasında en başta belediyelerden öneri ve taleblerin alınması ve bir mali bütçe (finansman) planlamasının yapılması zorunludur. Mali kaynak, en önemli handikapı oluşturuyor. Yerel yönetimlerin ekonomik yatırım projelerinin finansmanı güvenceye alınmadığı zaman, bir sonuca varılmaz. Burada bir çıkış yolu bulmak için, ya yerel yönetimler kendi kaynaklarını (vergi, harç, bağış, uluslar arası mali yerdım ve hibe vb.) yaratacaklar ya da sonuçta merkezi idari yönetimden (AKP-Hükümeti, Maliye Bakanlığı, iller Bankası vs.) mali yardım isteyeceklerdir.

Kürtlerin, acil ekonomik ihtiyaçlarını çoğunlukta kendilerinin finanse etmesi yönünde bir yapılanmaları yok. Belediyeler ise, ellerindeki mevcut kaynakları, ancak, bazı pilot projeler gerçekleştirip bunu özerk yerel yönetim modeli için halka ve Türkiye kamuoyuna örnek olarak gösterebilirler. Bu tür adımlar, maliyeti düşük ve halkın katılımıyla (yani emek yoğunluğu ile) gerçekleşebilecek türden projeleri kapsayabilir. Tarım ve hayvan ürünlerine dayalı iş ve üretim alanları, örneğin halı ve diğer el dokumacılıkları, bu projelere uygun sayılabilir. Altyapı hizmetleri ve yatırımları açısından birinci görev belediye yönetimlerine ve idarelerine düşmektedir, çünkü sorunları bilen ve günlük yaşayan onlardır.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin ve belediye yönetimlerinin öncülüğünde bir bölgesel ekonomi konferansı düzenlenmeli, ekonomik sorunların yerelde çözümü yönünde alternatifler aranmalı ve sunulmalıdır. Kürtlerin bu konuda yeterince sivil toplum örgütleri, uzmanları ve yılların deneyimine sahip yerel yöneticileri var. Yeter ki, bunun bilinciyle adımlar atılsın. Ayrıca, Güney ve Kuzey Kürdistan arasındaki ticaret ve ekonomik işbirliği ile yatırımlar konusunda, bu dönem somut adımlar atılabilinir.

Merkezi ve ademi merkezi özerk yönetimlerde ekonomik hizmetlerin karşılanmasında demokratik işleyiş veya halkın ekonomik işlere demokratik katılımındaki farkı nasıl analiz edersiniz?
Merkezi idari sistem, siyasal ve toplumsal alanlarda olduğu gibi ekonomik karar süreçlerinde de halkın yerel sorunlarından hareket etmez. Bu nedenle halkın ekonomik yaşamını ilgilendiren konularda söz sahibi olması, yani katılımının gerçekleşmesi teknik olarak mümkün değildir. Böyle olunca da, demokrasinin ekonomik alanda gerçekleşmesi yada derinleştirilmesi zordur. Ekonomik ve mali politikaların tümüyle merkezi yönetim tarafından belirlenmesi, bölgelerin ve orada yaşayan insanların çıkarlarına denk düşmeyebilir, hatta buna zarar veren sonuçlarda doğurabilir. Kürdistan’daki yoksulluk, işsizlik, kırsaldan kentlere ve Türkiye’nin Batısı’na göç, buna örnek gösterilebilecek sorunlar ve sonuçlardır.

Yerelde yönetim uygulamasında, halk, ekonomik karar organlarının yakınında ve onları takipçisi olma durumundadır. Yerel yönetimler, en azından kendilerinin tekrar seçilmesi için, halkı gerekli gördükleri ekonomik yatırım ve hizmetlerde kararlara ortak etme zorundadırlar. Zaten, bölgesel ve yöresel yönetimlerde halkın seçtiği ve yakından tanıdığı yöneticiler var. Halkın acil ekonomik ihtiyaçları ve beklentileri bilindiği için, bunların gerektirdiği politikaları belirlemek ve uygulamak ta o kadar çabuk ve kolay olur. Diğer taraftan, yerel yönetime dayanan planlama, ekonomik ve mali kaynakların israfını durduran ve merkezi yönetimi fuzuli mali yüklerden koruyan bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle, ispanya ve italya gibi bölgeli devletlerde, bölgelere eğitim, sağlık ve ekonomik alanlarda yasama yetkisi verilmiştir. Yani, bölgelere, kendilerini ilgilendiren konularda kanun çıkarma ve bunları uygulama özerkliği sağlanmıştır.

Günümüzde, demokratikleşmenin önemli kıstaslarından birisi olarak bölgecilik (regionalism) ve halkın yerelde kendini yönetmesi kabul edilmektedir ve bir çok devlette uygulanmaktadır. Bu açıdan, ademi merkezi sistem bölgelerin ekonomik çıkarları ile demokratikleşme arasında bir köprü işlevini görüyor. ‘’Demokratik Özerklik“ düşüncesi, Türkiye’de sadece Kürtler’in sorunlarını ve Kürt sorununü çözme dışında, bölgelerin ekonomik gelişimi ve demokratikleşme için de bir model karakterini taşıyor. Bunun bilince çıkarılmasında ve üzerinde tartışılmasında sayısız yarar var.

NEBİ KESEN KİMDİR? 1962 Konya Yeniceoba Beldesi doğumlu Nebi Kesen, ekonomi ve siyasal bilimler ögrenimi gördü. Docent, mali müsavir (serbest meslek) ve uluslararası vergi uzmanı olarak çalışan Kesen, Kürt Sorunu, AB-Türkiye İliskileri, Türkiye`nin siyasi sistemi, ekonomisi ve vergi sistemi üzerine kitaplar yazdı.

HALİL DALKILIÇ

Hiç yorum yok: