4 Ağustos 2010 Çarşamba

Karasu: AKP 12 Eylül rejiminden nemalanıyor

KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, AKP’nin 12 Eylül ile hesaplaşma politikasının olmadığını belirterek, “AKP yüzde 10 barajını da kaldırmamakta ısrarlıdır. Çünkü yüzde 10 barajından, yani antidemokratik olan bu barajdan nemalanmaktadır. Nemalanma budur. Antidemokratik otoriter sistemden, gerici sistemden, 12 Eylül rejiminden nemalanmak budur” dedi.

Mustafa Karasu, kendisiyle yaptığımız mülakatın ikinci bölümünde, anayasa referandumuna ilişkin değerlendirmelerini sürdürdü. Karasu, AKP’nin Kürt sorununun çözümü değil, çözümsüzlüğü üzerinden yaşayan, politika yapan bir parti olduğunu belirterek, “Bu açıdan Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda adım atması mümkün değildir” diye vurguladı.

İktidar partisinin 12 Eylül’le bir hesaplaşma politikası olmadığını kaydeden Karasu, “Bugün de yarın da 12 Eylül’le hesaplaşmanın tek yolu Kürt sorununun çözümüdür” ifadelerini kullandı.

Karasu, “Artık Kürtsüz anayasaları da, Kürtsüz yasaları da, Kürtsüz demokrasiyi de, Kürtsüz Müslümanlığı da, Kürtsüz insan haklarından söz etmeyi de, Kürtsüz adaletten ve eşitlikten söz etmeyi de tamamen münafıklık ve oportünistlik olarak görüyoruz” şeklinde konuştu.

AKP’NİN KARAKTERİ

*Mevcut anayasada şimdiye kadar başka değişiklikler de oldu, ama son değişiklik paketinin 12 Eylül’le hesaplaşma gibi gösterilmesini neye bağlıyorsunuz?

-Bu, aslında bir yönüyle de AKP'nin karakteriyle ilgilidir. AKP başından beri demokrasi söylemiyle, sosyal refah söylemiyle, özgürlükleri genişleteceğim söylemiyle iktidara gelmiş bir partidir. AKP'nin karakteri şöyledir: Türkiye toplumunun nabzını iyi yokluyor. Türkiye toplumu neyi istiyor, özlemi nedir, talebi nedir bunları değerlendiriyor ve bu konuda Türkiye halkının taleplerine ve özlemlerine sesleniyor. Bu konularda demagoji yapıyor. Sağın da solun da herkesin de istediği, genellikle toplumda genel eğilim olan özlemleri, düşünceleri dillendiriyor. Bu talepleri yerine getirmiyor, ama yerine getirecekmiş gibi gösteriyor. Ya da sınırlı bir şeyler yaparak bunları toplumun genel özleminin, talebinin karşılanmasıymış gibi ortaya atıyor. Böylelikle toplumu etkilemeye ve hükümetini sürdürmeye çalışıyor. Diğer taraftan ise toplumun açıkça istediği, ama yerine getiremediği şeyleri, yani demagojiyle aldatamayacağı, kandıramayacağı konuları için ise ben yapmak istiyorum, ama engelleyenler var diyerek yine kendisini demokrasi, özgürlük, sosyal refah, adalet ve eşitlik konusunda çalışan bir parti gibi göstermeye çalışıyor. Bu konuda belirli düzeyde başarılı olduğu söylenebilir. Algı yaratma, bu yarattığı algıları yönetme konusunda bir becerisi olduğunu görüyoruz.

Nasıl ki dünyasına imaj ve marka dünyası deniliyorsa; imaj, marka, reklam, moda ve bunlarla toplum yönlendiriliyorsa, özden çok biçimin esas olduğu bir toplumsal yaşayış ve düşünüş biçimi ortaya çıkarılıyorsa, kapitalist modernist siyaset tarzında da algı yaratma, algı üzerinden insanları yönetme, etkileme çalışması öne çıkmış bulunuyor. Özellikle iletişim ve bilişim tekniği kullanarak insanların beyinleri propagandayla, iletişim ve bilişim araçlarıyla bombardımana tutulmakta ve istenilen yöne sevk edilmektedir. AKP'nin bu konuda iyi çalıştığı, iyi çaba gösterdiği söylenebilir. Özellikle de ekonomik imkanları ele geçirdikten sonra çok geniş bir medya gücüne sahip olmuştur. Öyle ki şu anda medyanın çoğunluğu kendi elinde olmasına ve hükümet olarak diğerlerini bile etkilemesine ve kendi politikasına çok karşı çıkmayan bir tutuma sokmasına rağmen hala sanki medya karşısında mağdurmuş gibi bir yaklaşım içine girmektedir. Bu nedenle gerçekten de mağduriyete dayalı politika yaptığını söylemek yanlış olmayacaktır. Medyadan en son şikayet etmesi gereken kendileriyken hala medyadan şikayet etmesi, aslında benim yarattığım algı, benim yarattığım düşünce dışında hiç farklı düşünce olmasın, ağzımızdan çıkanı herkesin kabul etsin diyen otoriter bir yönetim anlayışın ortaya konulmasıdır. Bu yönüyle Orwel’in 1984 adlı kitabındaki büyük abi gibi bir egemenlik peşinden koştuğu anlaşılıyor.

AKP elindeki imkanları da kullanarak, bu demagojik karakteriyle, bu hırsıyla değişiklikleri de sanki ilk defa kendisi yapıyormuş, bundan önce değişiklik yapılmamış, kendi yaptığı değişiklikler köklü değişikliklermiş gibi toplumu kandırmaya çalışıyor. Biraz önce belirttiğim gibi özellikle 15. Maddenin değiştirilmesi üzerinden bu makyaj, bu promosyon maddesi üzerinden değişiklikleri 12 Eylül karşıtı olduğunu gösterme çabası içindedir. AKP biliyor ki böyle gösteremediği taktirde kendi çıkarları doğrultusunda düzenlediği bu değişiklikler geçmeyecektir. Toplum bu değişikliklere ilgi göstermeyecektir. Boykot gösterenler belki de ‘hayır’dan da ‘evet’ten de daha fazla olacaktır. Bu açıdan bütün stratejisini bu değişikliğin 12 Eylül’ün köklü değiştirildiği üzerine kurmaktadır. Eğer böyle bir imaj yaratır, bir de ‘evet’i hakim kılarsa bu kendisi açısından ucuz bir zafer olacaktır. Bu ucuz zafere dayanarak da yeni bir seçim kazanıp dört yıl daha iktidarda kalarak devletin başat gücü olacağını, bu konudaki önündeki engelleri temizleyeceğini düşünüyor.

EN BÜYÜK DEĞİŞİKLİK İDAMIN KALDIRILMASI, O DA ECEVİT DÖNEMİNDE OLDU

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: eğer 80’den bugüne değişikliklerden önemli olanları söylemek gerekirse bunlar da, Ecevit döneminde idamın kaldırılması, Türkçe dışındaki yayınlara belirli sınırlar dahilinde izin veren ilgili anayasa değişiklikleridir. Çünkü idamın kaldırılması gerçekten de çok büyük, köklü bir adımdır. Siyasetin demokratikleşmesi açısından da siyasetin üzerinde idamın Demoklesin kılıcı gibi kullanılmasının kaldırılması açısından da idamın kaldırılmasını sıradan bir değişiklik olarak görmemek gerekiyor. Belki bir-iki madde gibi görülebilir, ama 12 Eylül özünde ve ruhunda açılan tek gediktir. Ne ondan öncekiler ve ne de şimdi yapılanlar 12 Eylül anayasasının özünde ve ruhunda hiçbir gedik açan niteliktedir.

*Demokratikleşme için katbekat sonuç yaratacak yasal değişiklikler varken ve bunları çok kolay biçimde yapacakken neden bunları yapmıyor?

-Kuşkusuz demokratikleşme açısından da demokratik anayasa yapma açısından da demokratik bir toplum yaratmak için de esas olarak siyasetin demokratikleşmesi gerekir. Siyasi alanın demokratik anlayışa, kültüre kavuşturulması gerekir. Siyaset alanı antidemokratik kural, kaidelerden, ilişkilerden kurtarılmadan ne demokratikleşme doğrultusunda yol alınabilir, ne demokratik anayasa yapılabilir ne de demokratik toplum yaratılabilir. Türkiye'de aslında demokratikleşme önündeki en büyük sıkıntı siyasetin demokratikleşmemesidir. Siyaset, demokrasinin vazgeçilmez araçları olarak nitelenen partileri şekillendiren siyasi partiler yasasından başlamak üzere seçim yasasına kadar antidemokratiktir. Demokrasi her şeyden önce toplumun iradesinin yansımasıdır. Toplumun iradesinin yansımadığı, toplumun iradesinin etkili kılınmadığı yerlerde kesinlikle demokratikleşme de gelişemez.

TOPLUM İRADESİ İKİ BİÇİMDE SİYASETE YANSITILIR

Toplum iradesi de iki biçimde siyasete yansıtılır. Bir; doğrudan, tabandan güçlü biçimde örgütlenmelerle yansır, diğer taraftan da temsili olarak temsilcilerini meclise ve temsili kurumlara göndermekle yansıtabilir. Türkiye bu her iki alanda demokratikleşmeyi geliştirecek bir karakterde değildir. Yasalar bu alanların demokratikleşmeye hizmet etmesine imkan vermemektedir. 12 Eylül’ün gelir gelmez yaptığı işlerden biri de siyasetin kesinlikle antidemokratik karaktere kavuşturulması, merkezileştirilmesidir. Birkaç kişinin ağzından çıkan laflara indirgenmesidir. Gençlik kolları, kadın kolları bile kaldırılmıştır. Genel başkanın yetkileri arttırılmıştır. Partilerde ön seçim kaldırılmıştır. Milletvekilleri, belediye başkanlıkları ve yönetimlerin seçilmesinin demokratik bir işleyişe, demokratik bir altyapıya dayanarak yapılmasının imkanı kalmamıştır. Bu yönüyle hem siyasal partiler kanunu antidemokratik karakterdedir hem seçim kanunu antidemokratik karakterdedir. Toplumun örgütlenmesi de dernekler kanunundan sendikalar kanuna kadar antidemokratik hale getirilmiştir.

12 Eylül’ün en temel felsefesi ve amacı toplumu örgütsüz bırakmaktı. Toplumun örgütlülüğünü dağıtıp sistem karşısında güçsüzleşmiş bireyler haline getirmekti. 12 Eylül’den önceki en karakteristik durum, bütün toplumun örgütlenmiş olmasıydı. Toplumun örgütlenmeye yatkın olmasıydı. Türkiye'nin giderek her alanda (bu polisinden subayına kadar) örgütlenmiş yatkın bir toplum haline gelmesi söz konusuydu. 12 Eylül her şeyden önce Türkiye toplumundaki toplumsallığı dağıtıp onları birey haline getirip üzerinde egemenlik kurmayı hedeflemiştir. Böyle bir siyasi yaklaşımı esas almıştır. Bu hala aşılmış değildir. Yalnız anayasa değil, yasalarla da her şeyi devletin eline veren örgütsüz toplumu hedefleyen bir sistem kurmuştur. Çünkü tek başına anayasayla da sistemi kuramaz. Anayasalar belirli yasalarla ve kurumlaşmalarla öngördüğü toplumu var edebilirler.

Siyasal partiler yasasının demokratikleşmesi, Türkiye'nin demokratikleşmesi için belki de birinci sıradaki bir görevdir. Bu konuda adımlar atılsa, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve demokratik anayasanın yapılması açısından da bir ortam, bir zemin doğabilir. 12 Eylül anayasasının veyahut da sisteminin toplumsal ayağı, tabanı böylece değişime uğratılıp dayandığı zemin daraltılabilir. Sistem de anayasa da değişmeye uygun hale gelebilir. Ama partiler yasası demokratikleşmediği için mevcut partiler de demokratikleşmiyor, onların üyeleri de demokratik olmuyor. Demokratik kültürü öğrenmiyorlar, demokratik kültüre ve demokratik zihniyete sahip olmuyorlar. Bu yönüyle istedikleri kadar partiler programlarını şöyle demokratik, böyle demokratik yaptıklarını söylesinler, bunlar programlarda kalan maddelerden öteye gitmiyorlar.

Siyasal partiler kanunu, iktidara gelen partilerin şimdiye kadar kolaylıkla yapabileceği bir değişiklikti. AKP şimdiye kadar hükümet olan partilerden daha kolaylıkla bunu yapabilirdi. Ama şimdiye kadar siyasal partiler yasasını değiştirecek hiçbir adım atmamıştır. Çünkü toplumun ve partinin demokratik olmayan karakterinden yararlanarak kendini güç yapmıştır. AKP demokratik kültürün ve demokratik toplumsal zeminin değil, aksine antidemokratik kültür ve demokrasiye yatkın olmayan zeminden beslenerek güç olmakta, iktidar olmakta, hükümet olmaktadır. Bu bakımdan bu yasayı değiştirmeyi çıkarına görmemiştir.

Kürtler kendi kimliğiyle örgütlenme özgürlüğünü ve siyasal parti kurma iradesini ortaya koymadan ve temsil konusu gerçekleşmeden demokratikleşme sağlanabilir mi? Demokrasi, toplumun iradesinin yansımasıdır. Bu da toplumun kendi kimliğiyle tabandan başlayarak demokratik örgütlenmesi ve seçimlerde demokratik siyasal iradesini yansıtmasıyla olur. Demokrasi bir yönüyle de seçimin demokratik karakteriyle gerçekleşiyor. Yüzde 10 barajıyla Türkiye demokratikleşme konusunda gelişme yaratabilir mi? Yüzde 10 barajının olduğu bir ülke demokratikleşmez. Demokratikleşme iddiasında bulunamaz. Çünkü düşünceler, programlar, partiler birden yüzde 5 olmaz, birden yüzde 6-7 olmaz. Kendi düşüncesini ve programını ortaya koyar, toplum da adım adım bu düşünceleri yüzde 1’den 3’e, 5’e, 6’ya çıkarır. Ama siz baştan yüzde 10 derseniz yeni düşüncelerin, yeni fikirlerin ortaya çıkmasının önünü almış olursunuz. Bundan daha antidemokratik bir durum olabilir mi?

AKP YÜZDE 10 BARAJINDAN NEMALANIYOR

AKP yüzde 10 barajını da kaldırmamakta ısrarlıdır. Çünkü yüzde 10 barajından, yani antidemokratik olan bu barajdan nemalanmaktadır. Nemalanma budur. Antidemokratik otoriter sistemden, gerici sistemden, 12 Eylül rejiminden nemalanmak budur. 12 Eylül sevdası budur, sevgisi budur. 12 Eylül bu barajı ortaya koymuştur, sen niye değiştirmiyorsun bu barajı, niye değiştirmiyorsun bu siyasal partiler kanununu? Bunları değiştirmek için öyle 360-370 de gerekli değil. Çok azla bunu yapabiliyorsun, ama bunları değiştirmiyorsun. Bunları değiştirmeyen bir partinin demokratikleşme iddiası olamaz. 12 Eylül rejimine karşı çıkma iddiası olamaz. Çünkü 12 Eylül rejimi veyahut da 12 Eylül anayasası kendi gerici sistemini bu siyasal partiler yasası ve seçim yasasıyla ayakta tutuyor. Bu gerçek ortadayken bu değişikliklerin 12 Eylül’e karşı olduğunu söylemek toplumla alay etmektir. AKP eğer bu değişiklikleri yapsa yüzü açığa çıkar. Bu 12 Eylül rejiminin ortaya çıkardığı sistemden nemalanamaz; 12 Eylül’ün nimetlerinden yararlanamaz. Şimdi 12 Eylül’ün nimetlerinden yararlandığı için ne partiler yasasını ne de seçim yasasını değiştiriyor.

Bu anlaşılır bir durumdur. Öyle siyasi istikrar için bu yapılmıyor. Şu anda Türkiye'de çok ağır bir siyasal istikrarsızlık vardır. Bu seçim barajı değişmediği müddetçe siyasal istikrarsızlık sürecektir. Kürt toplumu kendisini temsil etmediği müddetçe bu sistemle bütünleşmeyecektir. Bu sistemle bütünleşmesi mümkün değildir. Bir kere burada sorun vardır, en başta bu sorunun çözülmesi gerekmektedir. Sen bu sorunu çözmeyeceksin, Kürtlerin siyasi temsilinin adaletli bir biçimde meclise yansımasını engelleyeceksin, ondan sonra da istikrardan söz edeceksin! Sen Kürtlerin demokratik iradesini kabul etmiyorsun ki! Siyasal partiler kanunu ve %10 barajıyla demokratik siyasal alanda kendisini geliştirme ve güç etmesinin önüne baştan böyle engel koyuyorsun. Bu açıdan AKP hükümeti bırakalım demokratikleşmeyi, 12 Eylül’ün antidemokratik kurumlarını, yasalarını korumak için direnmektedir. Demokratik siyasete karşı direnmektedir. Siyasetin demokratikleşmesi açısından engel konumundadır. Siyaset demokratikleşmediği için Erdoğan ne derse herkes onu yapıyor. Karizmatik lidermiş! Öyle değil. Karizmatik lider olduğundan değil! Deniz Baykal da öyleydi, Bahçeli de kendine göre karizmatiktir. Niye? Mevcut siyasal partiler yasası lidere böyle güç veriyor. Bu sistem içinde hangi lider olursa olsun karizmatik olur, etkili olur. Etkili olması ve herkesin etrafında el pençe durması kaçınılmazdır. Siyasal partiler yasası bunu gerektirmektedir. Milletvekili olmak için de belediye başkanı olmak için de parti başkanın onayı gerekmektedir. Erdoğan da etkili kişi olmanın hazzıyla ne siyasetin demokratikleşmesi için çaba gösteriyor ne de yüzde 10 barajını kaldırıyor.

Yüzde 10 barajını kaldırmamasının bir nedeni de şudur: Yüzde 10 barajı olduğu müddetçe Kürdistan'da milletvekillerin çoğunu kendisi alıyor. Böylelikle Kürdistan'da en fazla milletvekili alan parti kendisi oluyor. Böylelikle de Türkiye'nin en temel sorunu konusunda Kürdistan'da tek siyasi güç kendisi olduğunu göstererek, Kürtler üzerinde siyasal egemenliği ben kurarım, kültürel soykırımı ben sürdürürüm, BDP'ye karşı ancak ben mücadele ederim diyerek kendisini hükümette tutmaya çalışıyor. Hükümette kalmanın bir yolunu da yüzde 10 barajını sürdürüp böylelikle Kürdistan'da bedavadan milletvekili kazanmakta görüyor.

*Türkiye'nin en temel sorunu Kürt sorunuyken, bu sorunun çözümünü ilgilendiren değişiklikler neden yapılmıyor? Bu anayasa paketine neden bu değişiklikler konulmadı¬?

-AKP'nin Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda bir niyeti de yaklaşımı da yoktur. AKP'nin Kürtlerin varlığını reddeden tek millet, tek vatan tek devlet (tek siyasi irade) anlayışından vazgeçmemiştir. Bu konuda derin devletle uzlaştığı kesindir. Bırakalım Kürt sorununun anayasal ve yasal güvenceye kavuşturulması konusunda adımlar atmasını, Kürt halkının demokratik siyasi iradesini yansıtacak yüzde 10 barajını bile kaldırmıyor. CHP bile aslında barajı kaldıralım derken, Kürt Demokratik Hareketi BDP yüzde 7’yi geçmez hesabı üzerinden böyle bir değişiklik öneriyor. Çünkü AKP bu konuda çok antidemokratik bir yaklaşım içindedir. Bu yönüyle kendisinin bu konuda demokratik bir tutum takındığını göstererek AKP'nin teşhirini sağlayıp çeşitli kesimlerden oy almayı hesaplıyor. Türkiye siyasetinin demokratikleşmesi konusunda adım atmayanların, yüzde 10 barajını düşürmeyenlerin, Kürt diliyle ilgili enstitüsünün adına Kürdoloji bile diyemeyenlerin, hala yayın yapan televizyonları yasal statüye tam kavuşturmayanların, sadece yerel diller üzerinden kimi yayınlar yapılmasından öte bir yaklaşım göstermeyenlerin Türkiye'nin en temel sorun olan Kürt sorununda anayasal, yasal bir değişikliğe gitmeleri düşünülemez.

Anayasalar ve yasalar toplumların ihtiyacı çerçevesinde değişirler, yapılırlar. Hele köklü değişikler tolumdan gelen talep üzerinden gerçekleşirler. Şu anda Türkiye'deki en acil sorun, en öncelikli sorun Kürt sorunudur. Eğer anayasa ve yasalarda bir değişiklik yapılacaksa önceliğin Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayacak maddelere verilmesi siyasetin ve demokratik anlayışın gereğidir. Bırakalım Kürt sorunun çözümünü ilgilendiren adımlar atmayı, dolaylı olarak ilgilendirecek yüzde 10 barajını ve partiler yasasını değiştirmemesi bile AKP'nin antidemokratik karakterini göstermektedir. Geçen yerel seçimlerde bağımsızların birleşik oy pusulasına konulması bile Kürt demokratik siyasetinin meclise girişini engellemek için yapılmıştı. Bu konuda AKP, MHP ve CHP ortak tutum takınmışlardı. Şimdi bu zihniyette olan bir partinin Kürt sorununun çözümü konusunda adım atmayacağı anlaşılır bir durumdur. Eğer gerçekten de bir anayasa ve yasa değişikliği olacaktıysa bu Kürt sorununda olabilirdi. Demokratik siyasetin gereği böyle olması gerekirdi. Türkiye'nin ihtiyaçları bunu gerektiriyordu.

Bugün herkes, cumhurbaşkanı bile Türkiye'nin en temel sorunu nedir diye sorulduğunda Kürt sorunudur cevabını veriyor. Bugün siyasilerin çoğu bu kanıdadır. Ama AKP Türkiye'nin en temel sorunu olan Kürt sorununda adım atmayı aklına getirmemektedir. Türkiye'nin şu andaki en acil sorunu bilmem HSYK’nın bileşimini değiştirmek midir yoksa Kürt sorununun çözümünde adım atmak mıdır? HSYK’nın değişimi kesinlikle hiçbir demokratikleşme getirmez, demokratikleşme adımı değildir. Sadece 12 Eylül anayasasını uygulayanları atayanların nasıl seçileceğine karar veren organın bileşiminin değiştirilmesidir. Bunu demokratikleşme olarak lanse etmek toplumla alay etmek anlamına gelir. Ancak Kürt sorunu konusunda atılacak her adım demokratikleşme adımıdır. Doğrudan demokratikleşmedir. Kürt sorunuyla ilgili atılan adımlar demokratikleşme açısından dolaylı bile değildir.

AKP KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ ÜZERİNDEN YAŞIYOR

AKP hükümeti anayasa değiştirmeyi, yasa değiştirmeyi toplumun öncelikleri sorunu olarak ele almamaktadır. Kendi iktidarının ve yandaşlarının öncelikleri nedir buna göre ele almaktadır. Halbuki anayasa ve yasalar toplumun ihtiyacının önceliklerine göre yapılmaktadır. Bu genel bir kuraldır. AKP bunu tersyüz etmiştir. Türkiye geneli böyle istediği için değil, kendi iktidarını düşünen, kendi yandaşlarını düşünen karakteri nedeniyle mevcut değişiklikleri gündeme getirmiştir.

Öte yandan AKP Kürt sorununun çözümü değil, çözümsüzlüğü üzerinden yaşayan, politika yapan bir partidir. AKP kesinlikle Kürt sorununun çözümünü değil, Kürt Özgürlük Hareketini bastırmayı hedefleyen, bunun üzerinden kendisini pazarlayan bir siyasal partidir. Bu açıdan Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda adım atması mümkün değildir. AKP bu konuda devletle uzlaşmıştır. Kendisini Kürtleri en iyi ben ezerim diye göstermiş ve kendisini böyle pazarlayarak bugünlere kadar hükümet olmuştur. Bugün de hala iddiası bu doğrultudadır. Kürtleri en iyi ben ezerim, Kürtleri en iyi ben oyalarım, Kürtleri en iyi ben kandırırım, Kürtlere destek olacak liberalleri, çeşitli demokrat kesimleri ben Kürtlerden koparırım, diyor. Eğer Kürtlere karşı bir savaş yürütülecekse böyle bir savaş ortamında benden daha iyi bir siyasal aktör bulamazsınız; Kürtlerin tabanını daraltan, dostlarını daraltan, uluslar arası alanda sıkıştıran, başka bir siyasal güç bulamazsınız demektedir. Böyle yaklaşan, böyle düşünen bir partinin Kürt sorununda adım atması mümkün müdür?

AKP’NİN 12 EYLÜL’LE HESAPLAŞMA POLİTİKASI YOK

*AKP bu değişiklikleri ısrarla 12 Eylül’le bir hesaplaşma olarak gösteriyor, gerçekten böyle bir hesaplaşma var mı?

-AKP'nin 12 Eylül’le bir hesaplaşma politikası olmadığı açıktır. 12 Eylül bugün Türkiye'de kurulmuş sistemin ta kendisidir. Şu andaki bütün siyasal sistem, bütün kurumlar 12 Eylülcüdür, 12 Eylül’e aittir. 1982’den bu yana yapılan hiçbir değişiklik bu özelliğini değiştirmemiştir. Belki dört yılda bir seçim yapılıyor, ama özünde sistem korunmaktadır. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketinin ve demokratik güçlerin yürüttüğü mücadele sonucu 12 Eylül rejimi 1983’teki haliyle kalmamıştır. 12 Eylül bu açıdan teşhir edilmiştir, deşifre edilmiştir. 12 Eylül anayasası meşruiyetini kaybetmiştir. Bu konuda bir hesaplaşma geçmişten bugüne yapılmaktadır. 12 Eylül’le hesaplaşma yeni başlamıyor. Kürt Özgürlük Hareketi 30 yıla yakındır yürüttüğü mücadeleyle 12 Eylül’le bir hesaplaşma sürdürüyor. Demokrasi güçleri büyük bedeller ödeyerek yürüttüğü mücadeleyle büyük bir hesaplaşma sürdürüyor. Bu yönüyle eğer bir hesaplaşmadan söz edilecekse bu tabii 30 yıldır sürmektedir; bugün de sürüyor. Eğer 12 Eylül anayasasına neredeyse hiç kimse sahiplenmiyorsa, her önüne gelen Kenan Evren’e ağzına geleni söylüyorsa, geçici 15. Madde formalite gereği olarak kaldırılıyorsa bunu sağlayan başta Kürt halkının Özgürlük Mücadelesidir. Bunun kesinlikle böyle kabul edilmesi gerekiyor.

PKK öncülüğünde yürüyen hareket eğer 12 Eylül’ün kurduğu sistemi başarısızlığa uğratmasaydı ya da 12 Eylül’ün kurduğu sistemin Türkiye'de sorunları daha da ağırlaştırdığı gerçeğini ortaya çıkarmasaydı bugün ne 12 Eylül sistemine ne de onun anayasasını yapanlara karşı toplumda bu kadar eleştiri ve tepki gelişirdi. Ancak gelinen aşamada artık 12 Eylül’ü yapanlara ya da onun sistemine, onun anayasasına sadece bir tepki göstermek yetmiyor. 12 Eylül şöyle kötüydü, böyle kötüydü demek yetmiyor. Ya da geçmişte şöyle ağır işkenceler yapıldı, böyle kötü şeyler yapıldı demek yetmiyor. 12 Eylül’e karşı çıkmak, hesaplaşmak onun felsefesiyle hesaplaşmaktır; onun sistemi ve kurumlarıyla hesaplaşmaktır. Onun kurduğu anayasayı köklü değiştirerek hesaplaşmaktır. Bu anayasaya bağlı oluşan kurumları, kanunları köklü biçimde değiştirerek hesaplaşmaktır. Yoksa sistem içi kimi değişiklikler yapmak 12 Eylül’le hesaplaşmak değildir. Bu yönüyle defalarca değişiklikler yapılmıştır, ama bu bir hesaplaşma olarak görülmemiştir ya da hesaplaşma olmamıştır. Çünkü onlar da bugünkü AKP değişiklikleri gibi anayasanın özünü ve ruhunu değiştiren değişiklikler değildi.

Öte yandan Türkiye bu anayasayı kabul ettiğinde 1983’tü, soğuk savaş dönemiydi. O zaman Türkiye soğuk savaş dönemine göre yasalarını ve anayasalarını düzenliyordu. Soğuk savaş ortadan kalktıktan sonra belli düzeyde anayasa ve yasalarında değişiklikler yapmak zorunda kaldı, bunun ihtiyacını duydu. Ama sistemini ya da ittifaklarını değiştirmedi. Batı sistemiydi, batı sistemi öyle bir anayasa istiyordu, öyle bir devlet istiyordu. Şimdi farklı bir devlet istiyor. Bu yönüyle ABD eskiden Latin Amerika’da diktatörleri destekliyordu, şimdi desteklemiyor. Bu açıdan belirli kısmi değişiklikler AKP hükümeti öncesinden de yapılmıştır. Özal döneminde de, Demirel döneminde de, Çiller döneminde de yapılmıştır. Ama bu bir hesaplaşma biçiminde gerçekleşmemiştir. Türkiye'nin ekonomik, sosyal ihtiyaçlarına, küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına göre kimi değişiklikler yapılmıştır.

Türkiye'de 12 Eylül’le hesaplaşmadan söz edilecekse bu ancak 1924 anayasasından bugüne kadar gelen zihniyetlerle hesaplaşmakla mümkündür. 1924 anayasası da, 61 anayasası da, 12 Eylül de eleştiriliyor. Aslında bunlar hepsi birbirinin devamıdır, birbirinden kopuk değildir. Siyaset felsefesiyle ve nasıl bir Türkiye sorusuna cevap açısından çok köklü farklılıkları ifade etmiyor. Bu konuda Kürtlere yaklaşım tabii ki tüm anayasaların temel sorundur. Kürtlerin asimilasyonu ve Türkleştirmesi bütün anayasaların temel paradigmasıdır. Geçmişte siyasal İslamcılar da sistemden dışlanıyordu. Gelinen aşamada derin devlet, asker sivil bürokrasisi sadece Kürtleri tek muhalif güç olarak bırakmak ve Kürtleri tümden ezmek açısından siyasal İslam’ı muhalif olmaktan çıkarıp devletin parçası haline getirmek istiyorsa, bu konuda klasik iktidar bloklarında siyasal İslam’a karşı bir yumuşama olmuşsa ve bunun sonucu da Erdoğan’la Büyükanıt ve Başbuğ’la oluşan bir mutabakat ortaya çıkmışsa bunu sağlayan da Kürt Özgürlük Mücadelesidir. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi karşısında Türkiye böyle bir tercihle karşı karşıya kalmıştır.

Dolayısıyla siyasal İslamcıları geçmişte rahatsız eden bazı yasaları kaldırmak Türkiye'de çok köklü değişim yaratmak ve 12 Eylül’le hesaplaşmak değildir. Nitekim anayasa mahkemesi bu değişikliklere evet demiştir. Reddetmemiştir. Nasıl ki AKP'yi kapatmayarak AKP'nin sistem içileşme, Kürt Özgürlük Hareketine karşı mücadele etme temelinde hükümet olabileceğini, cumhurbaşkanı olabileceğini kabul etmişse, şimdi de bu anayasal değişikliklere hayır dememiştir. Çünkü ortada 12 Eylül’le bir hesaplaşma yoktur. Gelinen aşamada artık Kürt sorununun demokratik çözümü dışında hiçbir adım 12 Eylül’le hesaplaşma olarak ele alınamaz. Bunu bir kere belirtmekte fayda vardır. Türk devleti öyle bir devlettir ki, komünist de olabilir, siyasal İslamcı da olabilir, şeriatçı da olabilir, her türlü devlet olabilir, ama Kürt sorununun çözümünü kabul etmez. Böyle bir zihniyet vardır. Türkiye'deki devletin zihniyeti de şovenist milliyetçi toplumsal kesimlerin zihniyeti de bu çerçevededir. Bu görülmeden Türkiye'deki siyasetçiler nasıldır, kimdir, zihniyetleri nedir, siyaset felsefeleri nedir anlaşılamaz.

12 EYLÜL’LE HESAPLAŞMANIN TEK YOLU KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜDÜR

Bugün de yarın da 12 Eylül’le hesaplaşmanın tek yolu Kürt sorununun çözümüdür. Bu konuda gerçekten ciddi adım atanlar ve ciddi adım konusunda düşüncesini ortaya koyup da pratiğine yönelenlere 12 Eylül’le hesaplaşıyor diyebiliriz. Bunun dışındaki hiçbir yaklaşımı 12 Eylül’le hesaplaşma biçiminde göstermek mümkün değildir. AKP yöneticileri ve sözcüleri defalarca anayasanın ilk üç maddesinin biz de değişmesinden yana değiliz diyerek 12 Eylül’le hiçbir biçimde hesaplaşma niyetlerinin olmayacağını ortaya koymuşlardır. 12 Eylül’ü yapanların en fazla üzerinde durduğu konular hakkında hiçbir değişiklik ortaya konulmamaktadır. Kürtlerin varlığını reddeden ve örgütsüz bir toplum yaratmayı hedefleyen 12 Eylül zihniyeti bugün tüm kurumları ve uygulamalarıyla dimdik ayaktadır. Dolayısıyla 15. Madenin değişmesi, anayasa mahkemesi ve HSYK’nın bileşiminin farklılaşması 12 Eylül’le hesaplaşma değildir. Diğer değişikliklere ise CHP ve MHP de karşı çıkmamıştır. İki üç maddeye itirazları olmuştur, ama bunu da anayasa mahkemesi 12 Eylül ruhuna ve lafsına aykırı görmemiştir. 12 Eylül'lün temel ruhu olan, felsefesi olan, Kürtler üzerinde siyasi egemenliği sağlama ve kültürel soykırımı tamamlama politikasına yönelik AKP hiçbir adım atmamıştır. Dolayısıyla 12 Eylül'le hesaplaşıyoruz demek toplumu kandırmaktır. Kendi değişikliklerini abartıp farklı biçimde göstermektir.

UTANGAÇ EVETÇİLER

*Bir kısım AKP yandaşları ise AKP'nin bu 12 Eylül'le hesaplaşmadır iddiasını abartılı görerek, bu 12 Eylül'le bir hesaplaşma değildir, ama yine de evet denilecek maddeler vardır diyerek neden evet dediklerini gerekçelendirmeye çalışıyorlar. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

-Bu söylem daha çok AKP destekçisi liberal kesimlerin ve kendini sol olarak tanımlayan utangaç evetçilere aittir. Yine AKP yandaşı olup da toplumda bu değişikliklere karşı tereddütlü olanları böyle bir söylemle yanına çekmek isteyen kesimler var. Bunlar da aslında AKP'nin yaptığı değişikliklerin çok ciddi olmadığını biliyorlar. 12 Eylül'lün özüne ve ruhuna dokunulmadığını biliyorlar. Ama bir demokrasi mücadelesi yürütecek, güçlü bir demokrasi hareketi içinde yer alabilecek gücü kendilerinde görmediklerinden dolayı ya da AKP kendi iktidarını sürdürmek için bu kesimlere belirli düzeyde imkan tanıdığı için bunlar AKP'ye evet diyorlar. Sonradan da çaldıkları minareye kılıf yaratıyorlar. Neden evet dediklerini gerekçelendiriyorlar.

Köklü değişiklik yok, ama olumlu şeyler var demek aslında bir kasaba kahvesinde konuşulacak şeylerdir. Demokratik siyasetçiler, bilim adamları, gerçekten demokrat olanlar, toplumdaki köklü demokratikleşme ve yeni bir demokratik anayasa ihtiyacını görerek, bu sıradan değişiklikleri toplumu aldatma, köklü anayasa değişikliklerini boşa çıkarma, toplumu oyalama olarak değerlendirip reddetmeleri gerekir. Böyle bir referanduma alet olmamaları gerekir. Hayır diyerek MHP’nin kuyruğuna girmeyelim, CHP’nin kuyruğuna girmeyelim gibi düşünceler var. Tamam, onların kuyruğuna girmeyin. Bunun yolu referandumu boykot etmektir. Boykot yapmak hem12 Eylül anayasasını reddetmektir hem de 12 Eylül’ün yamalanmış biçiminin yeniden onaylatılmasını reddetmektir. Böylelikle de yeni demokrasi ihtiyacının ortaya çıkmasını sağlamaktır. Buna destek vermektir. Ama bunlar bu gücü gösteremiyorlar.

12 Eylül'le hesaplaşma olmayan değişikliklerin bu kadar gürültülü bir hale getirilmesi bile yanlıştır. 12 Eylül'le büyük bir hesaplaşma yok, ama bunu büyük bir hesaplaşma olarak gösterme varsa buna bile karşı çıkılması gerekiyor. Sadece hesaplaşma yoktur, ama desteklenecek maddeler var demesi oportünizmdir. Bir hesaplaşma değilse, sıradan maddelerse topluma bunu bir hesaplaşma diye yutturmak isteyen ve böylelikle toplumdaki köklü anayasa değişikliğini, ihtiyacını çürüten, yozlaştıran AKP'ye karşı tutum koymaları gerekir. Doğru yaklaşım budur. Yok, biz buna evet deriz, ama 12 Eylül’den sonra yeniden eleştiririz demek çok sıradan yaklaşımlardır. Bunlar politik yaklaşımlar değildir. Demokratikleşme iddiası olan insanlar bunu söylemez. Hele aydınlar bunu hiç mi hiç söyleyemezler. Bu tür söylemler çok fırsatçı ve tüccar kafalı olanların işi olabilir. Bu tür yaklaşımlar sinekten yağ çıkarmak gibi bir anlayışla hareket etmektir. Demokratikleşme yaratmayacak değişiklikleri zorlama yorumlarla demokratikleşme adımları olarak gösterilmesini doğru bulmuyoruz. Bu tür yaklaşımlar Türkiye'deki demokrasi mücadelesini gerileten, gevşeten, bozan, yozlaştıran kesimlerin kuyruğuna takılmak anlamına gelmektedir. Toplumun bunların kuyruğuna takılmasına alet olmaktır.

Bir topumda demokrasi özlemini, özgürlük özlemini, sosyal refah özlemini kendi çıkarları için kullanmaya çalışan partiler, demagoglar her zaman olacaktır. Özellikle Türkiye gibi demokrasi ihtiyacının, yeni anayasa ihtiyacının, Kürt sorunun çözümünü kendisini bu kadar acil dayattığı bir dönemde böyle oyalayan, her şeyi kendi çıkarına kullanan bir partiye onay vermek, demokrasiye de yeni anayasa yapılması ihtiyacın da, Kürt sorununun kendisini dayatmış olmasına karşı da bir sorumsuzluktur. AKP'nin açılım adı altında tasfiye politikası izlemesi ve bu temelde Kürt sorununun çözümü konusunda ortaya çıkmış birikimi kendi politikası doğrultusunda çarçur etmesi, yozlaştırması, bozmasının ortaya çıkardığı tehlikeler görülmelidir. Bugün Kürt sorununda çatışmaları arttıran, bu noktaya getiren açılım deyip hiçbir adım atmayan AKP'nin politikalarıdır. Türkiye'yi bu noktaya AKP'nin Kürt sorunundaki çözümsüz politikaları getirmiştir. Açılım demiş, daha kötü duruma getirmiştir Türkiye'yi. Kuşkusuz açılım Kürt sorununda Türkiye toplumunu da rahatlatan gelişmeler ortaya çıkarırdı. Ne var ki açılımdan söz edip tam tersini yaparak olumsuz durumlar ortaya çıkarınca sıradan insanlar açısından “demek ki açılım bu sonuçlara yol açmış” gibi bir algının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle de Türkiye toplumunda Kürt sorununun çözümüne ve açılımına karşı kuşkular uyanmış, tepkiler gelişmiştir. Bazıları bunu kışkırtmış olabilir, ama bunun bu hale gelmesine de, o kışkırtmalara neden olan zeminin ortaya çıkmasına da fırsat veren AKP’nin politikaları olmuştur. Bu açıdan AKP'nin bu tür oyalayıcı, çürütücü, sabote edici, boşa çıkarıcı politikalarına karşı gerçek demokratların, aydınların, liberallerin tutum koyması gerekir. Yoksa Türkiye'de ortaya çıkan güçlü bir demokrasi birikiminin, Kürt sorunun çözümü konusunda birikimin, yeni anayasa ihtiyacının ortaya çıkmasının çarçur edilmesine onlar da alet olmuş olurlar. Böyle bir tarihi sorumluk ve töhmetle karşı karşıya gelirler.

*Siz bu değişikliklerin içinde iyi şeyler olduğu ya da bu değişikliklerin iyi ve Türkiye'nin demokratikleşmesine hizmet edeceği gibi iddiaların ötesinde, bu değişikliklere evet demenin de hayır demenin de 12 Eylül’ü onaylamak ve meşrulaştırmak anlamına geldiğini söylüyorsunuz. Bunu hangi argümanlarla ortaya koyuyorsunuz?

-Bir kere şunu vurgulamakta fayda var: Türkiye'de bırakalım demokrat ve liberal olmak, insan olmak bile artık sorunlara Kürt sorununun çözümü konusunda ne gibi değişiklikler var-yok ekseninde bakmayı gerektirir. Müslüman olmak da demokrat olmak da sosyalist olmak da emekçi olmak da insan haklarının savunan birisi olmak da artık Türkiye gerçeğinde bunu gerektirir. Türkiye'nin en temel insan hakları sorunu Kürt sorunudur, en temel demokrasi sorunu Kürt sorunudur. En temel Müslümanlık ve inanç sorunu Kürt sorunudur. Eğer özgürlükle ilgiliyse en temel özgürlük sorunu Kürt sorunudur. Bu konuda doğru yaklaşım gösterilmeden ne demokrasiden, ne özgürlükten yana olunabilir ne de Müslüman olunabilir. Kürtlerin hak ve hukukunu, özgürlüğünü tanıma konusunda adım atmayan hiçbir anayasa ve yasanın demokratik olmayacağı gibi, olaylara, olgulara, yasalara, adımlara, değişikliklere bu çerçeveden bakılmadan da ne Müslüman olunabilir, ne demokrat, ne özgürlükçü, ne sol ne de sosyalist olunabilir. Bir kere bunun altını çizmekte fayda var.

KÜRTSÜZ ADALET VE EŞİTSİZLİKTEN SÖZ ETMEK MÜNAFIKLIKTIR

Bu, milliyetçi bakış ya da her şeyi Kürt ekseninde görmek değildir. Artık gelinen aşamada Türkiye'de sorunları böyle ele almadan, Kürt sorununu böyle köklü ele almadan sorunları çözmek, diğer alanlarda demokratikleşme yaratmak, özgürleşme yaratmak, vicdani ve insani bir yaşam sürdürmek mümkün değildir. Bu açıdan buna vurgu yapıyoruz ve bu değerlendirmenin de doğru anlaşılması gerektiğini düşünüyoruz. Yoksa her şey Kürt sorununa bağlanıyor, Kürt sorunu çözülmeden ilerleme olmaz mı, gibi demagojik yaklaşımlar aslında devletin zihniyetinden şerbetlenmeyi ve beslenmeyi ifade eder.

Artık Kürtsüz anayasaları da, Kürtsüz yasaları da, Kürtsüz demokrasiyi de, Kürtsüz Müslümanlığı da, Kürtsüz insan haklarından söz etmeyi de, Kürtsüz adaletten ve eşitlikten söz etmeyi de tamamen münafıklık ve oportünistlik olarak görüyoruz. Böyle görmeden de Türkiye'de hiç kimse köklü değişiklik yaratamaz. Türkiye'deki siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel sorunları çözüme kavuşturamaz. Ya Kürtler siyasi sömürgecilik altında tümden kültürel soykırıma uğratılıp tüketilecektir, o zaman bu sorunlardan kurtulunacaktır; böyle bir anlayış yoksa, sorunlardan böyle kurtulmak mümkün değilse, o zaman sorunlara Kürt halkının özgürlük ve demokrasi sorunu çerçevesinde bakmak, Kürtlerin varlığını ve özgür yaşamını Türkiye siyasetinin temel konusu haline getirmek gerekmektedir.

Kuşkusuz bu anayasa değişikliğini onaylamak 12 Eylül rejimini onaylamaktır. Çünkü bu anaysa değişikliklerini artık bütünden ayrı değerlendirmek, bütünden ayrı bir olgu olarak ele almak yanlıştır. Eski deyimle bu değişiklikler mütemmim cüzüdür. Tüm değişiklikler bütünün parçası olarak ele alındığında anlamlıdır, doğru ifadeye kavuşturulmuş olur. Çünkü bu değişiklikler başlı başına hiçbir şey ifade etmiyor. Kendi başına bir metin değildir. Kendi başına bir felsefeyi, bir zihniyeti ifade etmiyor. Anayasa değişikliklerini bir kere böyle ele almamak, neyi nasıl ele aldığını bilmemek, bu konuda bilgisiz olmak ya da bilmezlikten gelmektir ya da toplumu kandırmaktır. Bu değişiklikler 12 Eylül anayasasının içine yedirilecektir, yerleştirilecektir, onun bir parçası haline getirilecektir. Bu değişikliklerin ne getirip getirmediğini, bu değişiklikler olduktan sonra 13 Eylül’de oluşacak anayasanın neyi ifade edip etmediği değerlendirilmesi ve izah edilmesi gerekir. Böyle ele alınmayan yaklaşımlar basit, sıradan, yüzeysel, toplumu ve insanları aptal yerine koymak anlamına gelir.

Tek tek maddelerin değişmesi ya da birkaç maddenin değişmesi ancak 12 Eylül anayasasının özünü, ruhunu, sistemini değiştirmeyle ilgiliyse bir anlam ifade edebilir. Yoksa bir anlam ifade etmez. Elli madde değiştirin hiçbir anlam ifade etmez, ama tek bir maddeye dokunun o zaman belki 12 Eylül'lün özünü ve ruhunu değiştirmede ya da 12 Eylül'le hesaplaşmada bir anlam ifade edebilir. Şimdi ortaya konulan değişiklikler böyle değişiklikler değildir. Bu açıdan bu değişikliklere evet demek kesinlikle 12 Eylül anayasasının yeniden onaylanması anlamına gelir. Demek ki bu değişikliklerle birlikte ortaya çıkacak anayasa uygundur, bu değişikliklerle oluşacak anayasa kabul edilebilir hale geliyor demektir. Bu değişikliklerle oluşmuş 13 Eylül’de karşımıza çıkacak anayasa 12 Eylül'ün ruhu ve özünden uzaklaşmıştır, demokratikleşmede önemli bir gelişme yaratabilecek bir anayasadır demektir. Bu da değişikliklerle oluşmuş anayasayı olumlu addetmektir. 13 Eylül’deki anayasa bu nitelikte mi olacaktır? Böyle olamayacağına göre o zaman bu değişikliklere evet demek, bu değişikliklerle makyajlanmış 12 Eylül anayasasına evet demektir. 12 Eylül anayasasını yeniden onaylatmaktır.

Geçmişte de tek tük değişiklikler yapılmıştır. Çoğu da referanduma gitmemiştir. Partilerin kendi aralarında uzlaşıyla, mutabakatla yapılmıştır. Bundan önce gündeme gelen değişiklikler de özüyle çok ilgili olmadığı için 12 Eylül anayasasının ruhunu ve onun yarattığı sistemi değiştirme iddiasından çok, partilerin kendi aralarındaki iktidar mücadelesi biçiminde ortaya çıkmış, bu çerçevede evet ya da hayırla sonuçlanmıştır. Ama şimdi ise yapılanlar bir parti ile ilgili değişiklikler değildir biçimindeki iddiayla, anayasanın köklü biçimde değiştirildiği doğrultusunda bir yargı, bir algı oluşturmak istemektedirler. Zaten reddedilmesi gereken ve tehlikeli olan da budur. Böyle olmasaydı, bu kadar anlam yüklenilmeseydi, 12 Eylül’le hesaplaşma, büyük demokratikleşme, şu-bu gibi gösterilmeseydi belki demokrasi güçleri bu kadar büyük tepki göstermeyebilirlerdi. Tehlikeli görme ve 12 Eylül’ü yeniden onaylatma gibi ciddi bir kaygıyla yaklaşmazlardı. Fakat şimdi yapılan değişikliklere bir tutum konulması gerekiyor. Çünkü bu paketle 12 Eylül anayasası yeni bir biçimde onaylatılmak istenmektedir. Kendileri bu değişiklikleri yaptıktan sonra bu sistem onlar için kabul edilebilir ve önlerindeki engellerin kaldırıldığı bir anayasa haline gelecektir.

AKP bu yönüyle sadece bu değişikleri değil, bu değişikler şahsında 13 Eylül'de karşımıza çıkacak anayasayı da onaylatmaktadır. Bu yönüyle Kürtsüz, Kürtlerle ilgili olmayan, demokratikleşmeyle ilgili olmayan bu değişiklikleri onaylamak Kürtler üzerinde kültürel soykırımı hedefleyen 12 Eylül anayasasını meşrulaştırmak ve onaylamaktır. Her şeyden önce de Kürtsüz değişiklikleri olumlu görmek Kürtlerle ilgili olmayan anayasal, yasal ve yönetmelik değişikliklerini normal hale getirmektir. Gelinen aşamada Kürtler bu durumu kabul etmemelidir, etmeyecektir. Kürtler on yıllardır büyük bir mücadele vermiştir, bedeller ödemişlerdir. Artık varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma noktasına gelmişlerdir. Varlıkları tehlikede olduğu gibi, özgürlüklerini kazanmak için de büyük bedeller ödemişlerdir. Artık mevcut sistemin köklü değişmesini istemektedirler. Bu açıdan Kürtlerle ilgili olmayan değişiklikleri Kürtlerin önüne koymak, onaylayın demek, bunu benimsetmek, bunu sahiplendirmek Kürtlerin mücadelesini inkar etmektir. Kürtler belki 1970’ler öncesi olaylara böyle bakabiliyordu, ama artık Kürtler yürüttükleri mücadeleyle Kürt sorununu ilgilendirmeyen değişiklikleri ciddiye almamaktadır. Hele demokrasi, özgülük ve varlığını koruma sorununun yakıcı biçimde kendini hissettirdiği bir dönemde Kürtleri ilgilendirmeyen bir şeyi tabii ki kabul etmezler. Bunu, Kürtsüz değişikliği, Kürtsüz anayasayı, Kürtsüz yaşamı, Kürtsüz siyaseti meşrulaştırmak olarak görürler. Çünkü bu tür dayatmalar mevcut 12 Eylül anayasasıyla yaşanılabileceğini Kürtlere kabul ettirmektir. Gelinen aşamada ne Kürtler ne de demokrasi güçleri bunu kabul etmelidir.

Özcesi değişiklikler o anayasaya monte edildiğinde o anayasayla şerbetlenecekler, ruhu onlara sinecektir. Sadece o değil, bütün maddelerin ruhu o temel bazı maddelerin ruhuyla şerbetlenmiştir. Onunla öz kazanmışlardır. Bütün maddeler ancak o temel maddelerle anlam kazanır. Ya da o temel maddeleri pratikleştiren, onları ete kemiğe büründüren, onları güçlendiren maddeler olacaktır. Öyle olmazsa o zaman zaten işlevsiz olurlar.

AKP 30 yıla yakındır 12 Eylülcülerin, bu sistemi savunanların topluma bir türlü kabul ettiremediği, meşru hale getiremediği anayasayı böyle bir referandumla meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Hem de büyük gürültüyle, büyük demokratikleşme adımları, 12 Eylül ile hesaplaşma, 12 Eylül’ün tarihe gömülmesi, 12 Eylül’ün bitip 13 Eylül’de yeni bir anayasa, yeni bir sistemin başlaması gibi iddialarla bu anayasa değişikliğinin onaylanması; 12 Eylül anayasasının değiştiğini, büyük adımlar atıldığını söyleyerek 12 Eylül anayasasını meşrulaştırmak, şirin göstermek, kabul edilir hale getirmek ve böylelikle toplumdaki yeni anayasa ihtiyacını sabote etmektir, çürütmektir. Bu tabii ki 12 Eylül anayasasının meşrulaştırılmasıdır, onaylatılmasıdır. Bunu biz söylemiyoruz, kendileri söylemleriyle 13 Eylül’deki anayasanın karakterinin böyle olacağını ortaya koyuyorlar. Bu değişikliklerle 12 Eylül’ü makyajlayıp 12 Eylül’ü onaylatmaya ve meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Politik bilinci olanlar için, siyaset bilimciler için, sosyal bilimi anlayanlar için, yine toplumsal psikolojiyi bilenler için dayatılan gerçek böyledir.

Röportajın üçüncü ve son bölümü yarın…

Hiç yorum yok: