14 Ağustos 2010 Cumartesi

Anayasal değişikliklerde Devlet-Özgürlükler dengesi



Bu memlekette anayasalar toplumsal eğilimlerin üst üste düştüğü noktada ortaya çıkan 'toplumsal uzlaşma' anayasaları değil, ağırlıkla tepki anayasaları oldu. Türkiye'nin gördüğü en özgürlükçü anayasa olan 1961 Anayasası bile, Menderes'in bir bakıma çoğunluk diktasına kayma eğilimi gösteren uygulamalarına karşı tepki ortamında yapıldı. Anayasanın yapılış sürecinde, iktidar gücünün nasıl sınırlanacağı, hak ve özgürlüklerin nasıl geliştirileceği ve bununla orantılı nasıl güvence altına alınabileceği en çok tartışılan konular olacaktı doğal olarak...

Öte yandan iktidarın sınırlanması, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması bakımından 1961 Anayasası öncesi ve sonrası tüm anayasaların önüne geçecek, bu açıdan adeta bir milat olacaktı. 12 Mart 1971 cuntasının getirdiği anayasal değişiklikleri, 1982 cunta Anayasası ve akabinde gündeme getirilen değişiklikler, 2007 anayasa değişikliği, 1961 Anayasası'ndan tersine doğru bir geriye gidişin devamı olacaklardı. Anayasacılık üzerinden devlet iktidarının güçlendirilmesi artan ölçüde güncelleşecekti.

12 Eylül Anayasası bilindiği üzere Hayır'ın yasaklandığı, militarist hezeyanın egemen olduğu bir plebisit ortamında Bonapartist bir anayasacılığın mükemmel bir örneği olarak ortaya çıkacaktı. Devlet otoritesi-özgürlükler dengesinde çubuk, mutlak olarak devlet otoritesi lehine bükülecek, bu nedenledir ki 1987'de Özal, gündeme getirdiği anayasal değişikliklerle dibe vuran özgürlükleri canlandırmayı amaçlasa da, devlet otoritesini sınırlama kapasitesini yakalayamayacaktı. 1987 ile 2004 yılları arasında önemli ölçüde AB baskısı altında gündeme getirilen anayasal değişiklikler, hak ve özgürlükler alanında nispi iyileştirmeler getirse de devlet otoritesinin dokunulmazlığı devam edecek, devlet-özgürlük dengesinde, devlete dokunulamayacaktı.

2007'de gündeme getirilen anayasal değişiklik ise cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiydi. Kestirme düşünüldüğünde iyi bir şey yapıldığı sanılır, ama bu liberal bir yanılsamaydı.

Nasıl mı? 1 Mayıs 2009 'Kabine revizyonu' kisvesi altında kamuoyundan gizlenen gerçek, Anayasa'nın aşılarak bir biçimde yeni bir hükümetin kurulmasıydı. Yetkisi fazla, sorumluluğu olmayan cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi onu daha bir güçlendirirken, rejimin güçlü başbakana cevap vermesi yürütmenin daha bir güçlendirilmesinden başka bir sonuç vermeyecekti. 1987'de başlayan özgürlükleri onarma adımlarının 2004 yılında çakılıp kaldığını rahatlıkla ifade edebiliriz artık!

Şimdilerde 26 maddelik bir anayasal değişiklik paketiyle referanduma doğru gidiyoruz. Paketin en önemli maddeleri yüksek yargıya dönük düzenlemeler. 1961 Anayasası Yasama, Yürütme, Yargı erkleri arasındaki güçler ayrılığı meselesinde, önce Yargı'ya, sonra Yasama'ya, en sonu Yürütme'ye öncelik tanıyordu. 1982 darbe Anayasası bu üçlemeyi tersine çevirecek, önce Yürütme'ye, sonra Yasama'ya, en sonu Yargı'ya öncelik tanıyacaktı.

Bu durumda, darbenin hukuksal/siyasal etkilerini silmeyi önüne koymuş bir hükümetin demokratik olma iddiasındaki anayasa paketinden ne beklenir?

Darbe anayasasındaki, devletin üç ayağını/ devlet üçlemesini 1961 Anayasası'ndan geri kalmayacak biçimde tersine çevirmesi beklenir. Yasama organının lider sultası altında kalmadan yasa yapması: Yürütme'nin Yasama'nın çıkardığı yasaları belli bir denge içinde uygulamaya koyması: Yargı'nın yasaların anayasaya aykırılıklarını denetleyebilmesi, yasaların anayasaya uygun yapılmaması karşısında caydırıcı olması, tüm bunlar için bir yasal düzenleme beklenir. Güçler ayrılığının bu şekilde sağlıklı işleyişi iktidar gücünün denetlenmesini, yasamanın güçlenmesini, çoğunluk diktasına kayışını engelleyecektir çünkü...

Hükümetin anayasal değişiklik paketi içinde en önemli maddeler Hakimler ve Yüksek Savcılar Kurulu'nun (HSYK) ve Anayasa Mahkemesi'ne dönük düşünülen düzenlemeler. Yürütmeye karşı zayıf olan Yargı sistemi değiştirilmemiş, bileşiminin değişimine yönelik düzenlemeler getirilmiştir. 12 Eylül ürünü Siyasi Partiler Kanunu'nun önemli bir sonucu güçlü parti liderleri ve nihayet güçlü başbakandı. 2007 anayasal değişikliği buna çok daha fazla yetkilerle donatılmış güçlü cumhurbaşkanını ekledi. Son anayasa paketi 2004 tıkanmasının ürünü daha geri bir noktaya savruluş olan 2007 değişikliğinin devamı. Anayasa Mahkemesi'nin 17 üyesinden 10'unu cumhurbaşkanı seçiyor. HSYK'nin üye seçiminde cumhurbaşkanının benzeri etkisi sürüyor, Adalet Bakanı'nın HSYK'nin başkanı olması, Adalet Bakanı Müşaviri'nin doğal üye olması sürüyor. Kısacası mevcut anayasa değişikliği paketi Yargı'yı Yürütme'nin kontrolünden çıkarmıyor, aksine iktidar gücünün elini güçlendiriyor.

Yargı askerin kontrolündeydi deniyor. Aynen öyle! Ne ki 'asker öcüsü' sistemin el değiştirmesini doğru yapmıyor, bir yanlışa ikincisini katarak sorunu daha bir ağırlaştırıyor. Asıl doğru olan, sistemin militarist özüne yeşil bir biçim vermek değil, sistemin demokratize edilmesidir... Peki, bundan hükümeti uzak tutan nedir, devamla hükümet destekçisi sola, liberallere 'eksik, ama evet, yoksa Ergenekoncu oluruz' dedirten şey ne ola ki?..

Anlaşılan referandum yazılarına devam edeceğiz...

Celalettin CAN
celalettincan@gmail.com

Hiç yorum yok: