21 Ağustos 2010 Cumartesi

AB’nde radikal fişleme

Ne zamandır vurgularım, bu gidişle Türkiye Avrupalılaşmayacak, Avrupa Türkiyelişecek diye. Nitekim Avrupa Birliği’nin neoliberal dönüşümü, demokratik hakların giderek daha çok budanması ve militaristleştirilmesi bu söylemimi kanıtlar düzeyde. AB’nin nasıl bir dönüşüm içerisinde olduğu ve Avrupa toplumlarının, yavaş yavaş ısınan suda kalan kurbağa gibi, nasıl dönüşümleri kabullenmeye alıştırıldıklarına dair sayısız örnekleri her gün incelemek olanaklı.
Federal Parlamento’daki DIE LINKE grubunun verdiği bir soru önergesi, bu örneklerden bir tanesini daha ortaya çıkartıyor. Soru önergesini kaleme alan milletvekillerinden Ulla Jelpke, AB’nin şu an hazırlamakta olduğu devasa Fişleme Bankasının bir nevî »Düşünce Polisi« gibi yapılanacağını söylüyor. Gerçekten de AB elitlerinin planları, George Orwell’in ünlü »1984« romanını aratmayacak cinsten.
2005 Aralık’ında yapılan AB Zirvesi’nde karar altına alınan Fişleme Bankası, planlara göre »radikal unsurlar« hakkında bilgi toplayacak ve neonaziler, »islamistler« ve küreselleşme karşıtlarına kadar hemen her kesimi içerecek. AB’nin »Radikalleşme ve şiddet yatkınlığı süreçleri üzerine bilgi ve datalar toplama enstrümanı« olarak nitelendirdiği Fişleme Bankası, bu gidişle toplum çoğunluğunu fişleyecek.
Almanya Anayasası’nda olduğu gibi, diğer AB üyesi ülkelerin anayasalarında da güvence altına alınan Kişisel Bilgilerin Korunma Hakkı’nı bertaraf eden uygulamaya göre, »aşırı sağa, aşırı sola, islamistlere veya küreselleşme karşıtı hareketlere üye olduğu tahmin edilen« ve Fişleme Bankasına »radikaller« kategorisinde mimlenen kişiler, bu şekilde AB’nin »radikalleştirici süreç ve faktörleri daha iyi anlamasına yardımcı olacaklar«mış. Fişleme Bankasında bunun için zanlı olacağı tahmin edilen kişi hakkında yanıtlanması gereken 70 soru geliştirilmiş. Bunlar arasında kişinin »adı, soyadı, cinsiyeti, doğum yeri« gibi soruların yanısıra, kişinin »ekonomik durumu«, »psikolojik emareleri« veya »sosyal çevresi« gibi sorular da yer almakta.
AB üyesi bir ülkenin vatandaşı olsun olmasın, suç işleyebileceği varsayılan veya örneğin neonazilere karşı yürütülen bir eylemde oturma blokajlarına katılan kişiler gibi sosyal ve toplumsal direnişlere katılanlar hakkında da toplanan bu bilgiler, gûya »teröre karşı verilen mücadele« kapsamında sadece polis teşkilatlarına, güvenlik güçlerine ve gizli servislere değil, aynı zamanda »radikalleşmeye, radikal kadrolaşmaya ve terörizme karşı mücadele yürüten bütün kuruluşlara« verilecek. AB’nin herhangi bir yerinde küreselleşme karşıtı veya antiırkçı bir eyleme katılanlar, AB çapında »radikal« olarak fişlenecek ve sonuçta »terör zanlısı varsayımı« ile bilinen muamelelere tabi tutulacak.
Sayıları giderek artan özel güvenlik şirketleri de Fişleme Bankasının bilgilerini alabileceklerinden, örneğin fişlenmiş bir kişinin herhangi bir şirkette işe alınması dahi sorun olabilecek. Benzer bir uygulama bir dönemlerin Soğuk Savaş Almanya’sında yürürlükteydi. Antikomünizmin zirve yaptığı dönemlerde yürürlüğe sokulan »Radikaller Yönergesi« nedeniyle örneğin Alman Komünist Partisi üyelerinin posta memuru dahi olmaları yasaklanmıştı. Bu yönergeye karşı verilen uzun süreli mücadeleler sonucunda yönerge kaldırılmış, ama üye olmasa da, komünistlere yakın olduğu bilinen yüzlerce insan mağdur olmuştu.
Görüldüğü kadarıyla bugün, »yılanın başı küçükken ezilmeye«, yani ulusal yasaların üzerinde olan AB kararı ile benzeri bir toplumsal karşı çıkışın önüne geçilmeye çalışılıyor. AB, »radikalleşen veya radikalleştirici mesajların yayılmasına katılan« kişileri fişleyerek, şimdiden neoliberal dönüşüme ve militarstleşmeye karşı oluşabilecek toplumsal direnç mekanizmalarının önüne set çekmek istiyor.
Bugün genellikle »islamistler«, »terörizm« gerekçeleriyle AB toplumlarına kabullendirilmeye çalışan Fişleme Bankası gibi uygulamaların, yarın toplumun genelini kapsayacağı güç gibi açık. Ki bunun bir çok örneği var: Örneğin Almanya’da 1996’da »radikal Kürt gruplarını engellemek« amacıyla çıkarıldığı iddia edilen bir çok yasanın, yürürlüğe girer girmez, sadece Kürt gruplarına değil, sendikal hareketin de bir çok eylemine yönelik olduğu ortaya çıkmıştı.
Özcesi, AB’nde gerçekleşen ve planlanan uygulamalara bakılınca, Orwell’in 1984’ü pek hayal ürünü gibi görünmüyor. Hani, Türkiye’ye AB üyeliği ile demokrasi gelecek düşüncesinde olanlara bir hatırlatayım dedim.


Hiç yorum yok: