25 Temmuz 2010 Pazar

Türkiye ve Üniter Devlet -2

Kürt sorunu kendisini dayattıkça Türkiye’deki tabular tek tek yıkılmaya başladı. Bunlardan en önemlisi de Türkiye’de tek bir halk değil birden çok halkın yaşadığı, tek bir dil değil birden çok dilin konuşulduğu gerçekliğinin kabul edilmek zorunda kalınmasıydı. Yıkılan bu ‘tekler’le, tekçiliğe kurumsal bir yapı kazandıran üniter devlet anlayışının da sarsılmasına neden olundu. Şu an herkes biliyor ki, Türkiye’de tek bir halk, tek bir dil, tek bir kültür yok. Birden çok halk ve birden çok dil var. Yani Türkiye homojen değil, heterojen bir toplum. Oysa üniter devlet anlayışı daha çok homojen toplumların devlet yapısı olarak işlev kazanabiliyor. Türkiye’nin yıllardır yaşadığı kısır döngü ve çatışmalı halin en temel nedeni de kendi toplumsal dokusun uymayan, homojenliğe dayanan tekçi bir devlet yapısında ısrar ediliyor olmasından kaynaklanıyor.

BDP’liler, Türkiye’yi bu kısır döngüden kurtarmanın yolunun, bölgesel özerklikleri tanıyan ve ademi merkeziyetçiği güçlendiren, ama yine üniter, bir devlet yapılanmasıyla mümkün olabileceğini iddia ediyorlar. Bu tez BDP’lilerin her zamanki gibi ‘bölücülükle’ itham edilmelerine neden olsa da bu savı ileri sürmek ve tartıştırmak bile Türkiye açısından büyük bir düşünsel devrim niteliğindedir. Ama Türkiye açısından bu tezin uygulanabilme imkanı var mı?

Aslında Türkiye’de devlet zihniyetinin taassup yapısına bakıldığında değişim yapmanın mümkün olduğunu söylemek güç. Çünkü üniter yapıyı tartışmaya çalışmak bile hala ‘bölünme, parçalanma’ paranoyalarıyla karşılanıyor. Bunlar saplantıdır, farklı hesaplardır. Kendi durumumuza baktığımızda bunu rahat görebiliriz. Tekçi zihniyete işlerlik kazandırmak için yıllarca Kürtler yok dedik, ama son birkaç yıldır da var diyoruz. Var dememize rağmen, şimdiye kadar memleket bölünmüş değil. Üstelik dünyada benzer birçok örnek mevcut. Örneğin Fransa…

Fransa’da ulus-inşa sürecinde dil en önemli unsurlardan biri sayıldı. Bu amaçla ülkede standart bir dilin kullanılmasını sağlanmak için Fransızca akademiler kuruldu. Breton, Oksitan, Bask ve Katalan dillerinin kullanımı ise engellendi. Sırf ulus inşa etme ve üniter devlet olma adına.

Fransızlar da baktılar, yasakçı, tekçi zihniyetle bu mümkün olmuyor. Ondan sonra onlarda değişikliklere gittiler. 1951’de dil ve kültürel haklarla ilgili çıkarılan bir kanunla bu alt dillerin okullarda seçmeli olarak okutulmasına ilk defa izin verdiler. 1974’te ve 1982’de çıkarılan kararnamelerle de okullarda Korsika dilinin öğretimi düzenlendi ve 300 bin nüfuslu Korsika’ya özel bir statü tanındı. Buna göre Korsika bölgesel meclisine diğer bölgelerinkine göre çok daha fazla yetki verildi. Korsika dil ve kültürünün gelişimi için tamamlayıcı eğitim faaliyetleriyle ilgili yasa çıkarma yetkisi de bu meclise tanındı.

1991’de yetkileri daha da arttırılan Korsika, daha ayrıcalıklı bir konum elde etti. Eğitim, araştırma, üniversite, Korsika dilinin ve kültürünün korunması vb alanlarda pek çok yeni yetki kazandı. Buna göre Korsika dili ve kültürünün eğitim planlama yetkisi de Korsika Meclisi’ne verildi. Bu şekilde Korsika’ya özerk bir yapı tanındı.

Üniter devlet anlayışının kaynağı ve Türkiye’de dahil tüm dünyaya ihraç merkezi olan Fransa, bu tekçi zihniyetten vazgeçmesine rağmen hala üniter bir devlet ve hala tek parça dimdik ayakta duruyor. O zaman BDP’lilerin iddia ettiği gibi üniter yapıyı reddetmeyen ama bölgesel özerklikleri de göz ardı etmeyen bir uygulama Türkiye için de mümkün olamaz mı?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ‘bölünmez bütünlüğü’ ve üniter yapısı yine esas olur. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde yaşayan onlarca halkın tanınması da gerekir. Böylesi bir tanıma her şeyden önce her şeyi tekleştiren zihniyetin aşılmasını gerektirir. Ki; üniterlik tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil diyen ve her şeyin tekleştiren yaklaşım değildir. Devletin yasama, yürütme ve yargı gibi egemenlik organlarının ortaklaştırılması ve bu organların biraz daha dikey bir tarzda örgütlendirilmesidir. Aynı şekilde üniter devlet yapısı ortak vatanı, birden çok milleti ama ortak bir üst kimliği, ortak bir ulusal bayrağı ama herkesin sembollerinin de serbestisini, resmi bir dili ama herkesin kendi dil ve kültürünü kullanmasına ve geliştirmesine imkan sunulmasını da kapsayabilir. Her şeyi tekleştirme, arta kalanları da inkar etme üniter yapıyı taassup bir tarzda ele alıştır.

Oysa farklılığı zayıflık değil zenginlik sayan, tek tipleştirmeyi değil renkliliği esas alan üniter bir devlet yapılanması da mümkündür. Eğitim, sağlık, iç asayiş gibi konularda yerel yönetimlerin yetkilerini arttırıp, bölgesel özerklik vermekle bu mümkündür. Her bölgenin kendi dil, kültür gibi özgünlüklerini korumasına ve geliştirmesine imkan sunan bu tür özerk oluşumlar üniterliği bozmaz. Türkiye gibi tüm halkları iç içe geçmiş, herhangi bir sınırla ayırmanın mümkün olmadığı bir ülkede özerklik tanınsa dahi bunun sınırları nasıl tespit edilecek diye bir soru hemen akla gelebilir.

Zaten özerk veya farklı bir yapılanma gündeme girdiğinde Türkiye’de akla gelen ilk husus, sınırlarla oynanacağı veya Türkiye’nin bölüneceği paranoyası oluyor. Özerklik denilirken sınırlar oluşturulmaktan söz edilmiyor. Ki, böylesi bir ayrımı yapmak da imkansız. Sözü edilen özerklik anlayışı, Kürtler kendi farklılıklarını Hakkari’de olduğu gibi bir arada bulundukları İstanbul’un herhangi bir semtinde de isterlerse yaşabilecekler. Ama istemedikleri taktirde değil İstanbul’da, Hakkari’de de Kürt kimliğiyle yaşamak zorunda değiller. Komşu ama kültürel yapısı farklı olan iki köy bile aynı dili konuşmak, aynı eğitimi görmek zorunda değildir. Her köye kendi dilini konuşsun, kendi eğitim sistemini oluştursun. Bunun zararı olmaz. Tam tersi olursa husumet doğar.

Böylesi bir özerk yapılanmanın ne mevcut sınırları parçalama ne de yeni sınır çizme gibi bir derdi yok. Sadece her topluluğun kendi tercihleri doğrultusunda yaşamını düzenleme durumu söz konusudur. Her toplumun kendi meclisleri aracılıyla yürütülecek olan bu özerk anlayış, üniter yapının alttan üste doğru örgütlenme anlayışını ve egemenlik unsurlarını reddetmiyor.

BDP’nin ileri sürdüğü özerklik anlayışı, mevcut durumda Fransa’da da benzer şekilde uygulanıyor. Bunu uygulamakla da şimdiye kadar Fransa bölünmedi. Öyleyse Türkiye neden bölünsün ki?

Hiç yorum yok: